Kur'an Ahlakı
Ahlak kavramı insanlık tarihi kadar kadimdir. İlk insan Hz. Adem (a. s)’ın yeryüzüne indirilişiyle beraber insanlık bu kavram ile yüzleşmiş ve Hz. Habil’in Kabil’e karşı vermiş olduğu ‘AHLAK SAVAŞI’na şahitlik etmiştir. Habil erdem ve faziletin bayraktarlığını yapacağını ilan ederek, kardeşi Kabil’e hırs ve emellerinin esiri olmamasını tavsiye etmiş, ancak; Kabil benliğini saran haset ve kıskançlıkla, kendisinden az zaman önce ‘babasına karşı beslediği aynı duygular’ nedeniyle cennetten kovulan şeytanla aynı safta erdemsizliğin, faziletsizliğin bayraktarlığını yapacağını ilan ederek, kardeşi Habil’i katletmiş ve böylece ‘AHLAKSIZLIK SAVAŞI’nın önderliğini üstlenmiştir.
İnsanlık tarihi peygamberlerin önderliğinde bu savaşımın sahneleriyle doludur. Hz. Nuh (a. s), Hz. Şuayb (a. s), Hz. Lut (a. s), Hz. İsa (a. s) ve Ahlak Peygamberi Hz. Muhammed (S. A. V) bu mücadeleyi en kamil manada vererek insanlığın kurtuluş reçetelerini bizlere sunmuşlardır. Hz. İsa (a. s), fıtratın aksine menfi manada her türlü davranışı yaşam tarzı haline getirmiş olan İsrailoğullarını fıtri ahlaka davet etmiş, Hz. Musa (a. s)’ın uzun yıllar vermiş olduğu mücadelenin müdavimi olarak risalet görevini yerine getirmiştir. Zincirin son halkası son peygamber Hz. Muhammed (S. A. V) ise hayatının her anında sergilediği mükemmel davranış kalıplarıyla, insanlığa kıyamete kadar devam edecek olan ahlak öğretisini miras bırakmıştır. Bu yönüyle dünya tarihinde bir disiplin ve belirlenmiş kurallar çerçevesinde toplumları yönlendiren, bütünlük içerisinde idamesini sağlayan yegane öğreti vahiy kaynaklı öğretilerdir. Tahrif edilmiş olmasına rağmen Yahudilikte de Hristiyanlıkta da bu böyledir. Üstelik ilk insan ve peygamber Hz. Adem(a. s)’den bu yana bu öğretide hiçbir değişiklikte olmamıştır. İnsanlık tarihinin ilk gününde de fazilet, erdem, cömertlik, haya ve iffet emredilmiş; süregelen onbinler veya yüzbinlerce yıl sonra da aynı ahlak ilkeleri geçerliliğini koruyarak son peygamber Hz. Muhammed (s. a. v)’e atfen “Muhakkak ki sen yüce bir ahlak üzeresin”(Kalem, 4) buyruğuyla ifadesini bulmuştur. Öte yandan bu “İlahi Ahlak Öğretisini” görmezden gelerek kıt akıllarıyla toplum mühendisliğine soyunup çeşitli devirlerde birtakım ideolojiler ortaya atan ve toplumların temelini sarsarak zehirleyen, telafisi mümkün olmayan tahrifatlara yol açan mülhidler de olmuştur. Özellikle son yüzyılda, geçmiş yüzyıllarda ortaya atılmış olan beşeri ideolojilerin vahim sonuçları ile karşı karşıya kalmış durumdayız. Macciavelli’nin onaltıncı y. y’da ortaya attığı ahlak ve değerden yoksun bir siyaset ve her türlü ahlak kuralını hiçe sayan teorisi, ortaçağ Avrupa’sının içinde bulunduğu karanlık duruma bir çözüm formülü gibi ortaya çıkmış olsa da bunun neticesi 20. Yy’da batının içerisine düştüğü “değer krizi” olmuştur. Bu noktaya sadece Maccivelli’nin teorisiyle gelinmedi aynı zamanda Darwin, Freud, Marks, Engels gibi birçok batılı bilim adamları öne sürdükleri teorilerle toplumları sosyal, siyasal, dinsel, ruhsal ve ekonomik krizlere sürükleyerek bu fikirleri kullanan iktidarlara maşa oldular. Hitler’in, Stalin’in ortalığı kasıp kavurmasının temelinde de bu fikri akımlar başroldedirler. Bunların neden olduğu facialar ve katliamlar tüm dünyanın malumudur. İtalyanların Libyada, Fransızların Cezayir’de, Rus Stalin’in kendi ülkesinin insanlarına uyguladığı katliamlar unutulmuş değildir. İçerisinde bulunduğumuz şuanda bile modernizmin, kapitalizmin, özgürlük, demokrasi gibi kavramların maskesi altında bu katliamlar ve facialar devam etmektedir. Amerika ve Avrupa’nın kılıfına uydurulmuş hikayelerle Irak ve Afganistan’ı işgal ederek işlediği cinayetler hergün gözler önünde değil midir? Her iki ülkede de özellikle ahlaksızlığın yaygınlaştırılmaya çalışıldığı belgeler ve görüntülerle ortadadır. Bu yazımızda bunların ayrıntısına girmiyoruz. Çünkü amacımız genel olarak İslam dışı düşünce ve teorilerin toplumsal ahlaki çöküşe neden olduklarının altını özetle çizmektir.
Her devirde ilkesizlerin, zorbaların, emperyalistlerin ve karşısındaki fikirlerle sözle mücadele etmekten aciz kalanların kullanmak durumunda olduğu en büyük silah ahlaksızlık olmuştur. Toplumları cemiyetleri çökertmek için bu silahı kullanmışlardır. Coğrafyamızda bizlerde bunun şahitleriyiz. İfsad yöntemlerinin başında ahlaksızlaştırmak gelmiyor mu? Kendilerini İslam ve Kur’an’a hizmet etmeye adamış gençleri aldatıp kandırarak zorla insanlıktan çıkarıp kendi kirli amaçları doğrultusunda kullanmak ve bunu sisteme hizmet addetmek hangi yüce ülkünün gereğidir? Bu olsa olsa çok rezil ve son derece aşağılık bir ülkünün gereğidir ki, böyle değersiz ülkülerin bu yöntemlerle varlığını uzun süre devam ettirmesi mümkün değildir. Ahlaksızlık üzere bir değer, toplum ve sistem inşa edilemez, her denemede de sonu çöküş olur. Bundandır ki tüm saldırılara rağmen İslam toplumları inancıyla, kültürüyle, cemiyetleriyle, sosyal dokusuyla, ailesiyle ayaktayken; buna mukabil küfür ve ahlaksızlığı yol edinenler bu değerlerin tümünü kaybetmişlerdir, kaybetmeye de mahkum kalacaklardır.
O halde bu büyük sorumluluğun üstesinden gelebilecek yegane kitle kendisini toplumun ıslahına adamış ve “Yüce bir ahlak üzere olan” Hz. Mumammed (S. A. V)’in önderliğini, örnekliğini iyi kavrayıp en büyük silah olan ‘güzel ahlak’ ile donanarak, elindeki berrak ve tertemiz hayat suyunu ahlaka susamış yığınlara sunacak olan kitledir. Elindeki çözüm reçetesiyle bıkmadan usanmadan her platformda toplumu bataklık üzere inşa etmeye çalışanlara meydan vermemelidir.
SELAM VE DUA İLE…
(Hürseda Haber)