Musibetler, Mutlulukların Anasıdır
Karşıtlık ve kargaşa, ilerleme ve olgunlaşmanın kamçısıdır...
Kötülükler, bir yandan güzelliklerin belirmesine, tecelli etmesine yol açarken ve diğer yandan da bütünün güzelliğini açığa çıkarır. Bunların dışında da önemli görevleri de vardır. Kötülük ve iyilik konusunda ele alınması gereken bir önemli nokta daha söz konusudur. Bizim musibet ve kötülük diye adlandırdığımız şeylerle olgunluk ve mutluluk diye adlandırdığımız şeyler arasında sebep ve sonuç ilişkisi vardır.
İlk etkisi: Kötülükler ve çirkinlikler, evrenin tüm güzelliğini ortaya koymak için zorunludur.
İkinci etkisi: Güzellikler, diyebiliriz ki, çirkinlikler dolayısı ile belirgin olurlar, çirkinlikler olmasa idi, güzelliğin ve iyiliğin anlamı olmazdı. şu anlamda ki: Güzelin güzelliğinin algılanması, çirkinliklerin varlığına ve ikisi arasında karşılaştırma yapılabilmesine bağlıdır.
Kötülükler iyiliklerin anasıdır, iyiliklerin doğum sebebi de olabilirler. Bu da kötülüklerin üçüncü yararlı etkisidir.
Gelelim kötülük ve bedbahtlıkların üçüncü etkisinin açıklanmasına:
Çirkinlikler, güzelliklerin var oluşuna bir başlangıç demektir, onlara varlık verir ve meydana çıkmalarına da sebep olabilirler. Sıkıntıların ve musibetlerin içinde mutluluklar, iyi baht belirtileri gizlidir. Nitekim bazen de mutlulukların içinde bedbahtlıklar oluşur. Bu da bu evrenin bir düsturudur.
"Allah geceyi gündüze sokar ve gündüzü de geceye sokar." (1)
Çok bilinen bir atasözü "Kara gecenin sonu aktır" der. Bu söz de, mutluluğa erişmek için zahmete tahammülün gereğini belirtir. Adeta aklıklar karalıklardan doğmaktadır denebilir.
On dokuzuncu yüzyılın tanınmış Alman filozoflarından Hegel, üzerinde durduğumuz konu açısından ilgi çekici bir görüş ileri sürmektedir:
"Çatışma ve şer, hayalden doğan olumsuz olgular olarak görülemezler. Aksine, tamamen gerçeklikleri olan olgulardır ki felsefî açıdan hayrın ve tekâmülün basamaklarını oluştururlar. çatışma, ilerlemenin kanunudur. Olumlu nitelikler ve özellikler, âlemin kargaşası içinde olgunlaşır ve oluşurlar. Birey yalnızca zahmet, zorluk ve zorunluluk içinde yücelik doruğuna erişebilir. Güçlük ve zahmet makul (akla uygun) bir olgudur, yaşama belirtisidir ve olgunlaşmanın, ıslah sürecinin harekete geçiricisidir. İçgüdü ve dürtülerin, tutkuların da makul olgular arasında yeri vardır. Hiçbir büyük iş böyle bir tutku olmaksızın tamamlanmamıştır."
Hatta mevki ve makam düşkünlüğü ve bencilliklerin bile olumlu etkisi olabilir. Nitekim Napolyon'un bu yöndeki tutkuları; çeşitli milletlerin ilerlemesini etkilemiştir. Hayat, haz için değildir, tekâmül içindir. Evren tarihi, haz ve mutluluk sahnesi demek değildir, mutluluk dönemleri, insanlık tarihinin ruhsuz evrelerini oluştururlar. çünkü bu dönemler uzlaşma dönemleridir. Bu gibi olandan memnun ve mutlu olma dönemleri insana yaraşır dönemler değildir. Tarih, evrenin çelişkilerinin ilerleme ve tekâmül yönünde çözümlendiği dönemlerde anlamını kazanmaktadır. (2)
Kuran-ı Kerim, çetinlik ve güçlükler ile dinginlik ve güvenliklerin birlikte bulunuşunu belirtmek için şöyle buyurur:
"Şüphesiz güçlükle birlikte bir kolaylık vardır, kesinkes güçlükle birlikte bir kolaylık vardır." (3)
Kuran-ı Kerim, "güçlükten sonra kolaylık vardır" diye buyurmuyor, "güçlükle birlikte bir kolaylık vardır" diye buyuruyor. Demek oluyor ki kolaylık güçlüğün bağrında gizlidir, güçlüğün yoldaşıdır. Mevlâna deyişi ile:
"Karşıt, karşıtın içinde gizlidir.
Bil: Hayat ölmektedir, mihnettedir.
Bengisuysa isteğin, zulmettedir."
Burada latif bir nükte vardır. Bunun anlaşılması için de, yukarıda anılan ayetin bağlı bulunduğu İnşirah Suresi'nin tümünün burada göz önünde tutulması gerekmektedir:
"Göğsünü senin genişletmedik mi? Yükünü senden kaldırmadık mı? Ki bükmüştü belini. Yücelttik de adını. şüphesiz güçlükle bir kolaylık birliktedir. şimdi, boş kalınca yine işe koyul! Ve Rabbine dön, ona doğrul!"
Bu sure, çok şefkatli bir ifade ile herhâlde karşılaşılan sıkıntılar dolayısı ile mübarek gönlü incinen Resul-i Ekrem'i (s.a.a) teselli etmekte ve Allah'ın, ağır yükünü ondan nasıl kaldırdığını, güçlüğü nasıl kolaylığa döndürdüğünü beyan buyurmaktadır. Daha sonra da deneysel bilimlerin üslûbu ile olayların akışının gözlemlenmesinden sonuç çıkararak şöyle demektedir:
"Demek ki güçlüklerle birlikte bir kolaylık vardır."
Yani, "geçmişte, üzerinde ağır bir yük varken onu kaldırdık, adını yücelttik; sana sabır ve tahammül gücü verdik, şu hâlde şu sonuca var, şu sonucu kavra ki; şüphesiz her güçlükle beraber bir kolaylık vardır."
Sonra da sonucu belirlemek ve kesinliği konusunda güven sağlamak için yine tekrarlıyor: Evet, "Güçlükle birlikte bir kolaylık vardır."
Dikkate değer başlıca bir husus şuradadır:
Bu genel düstura varıldıktan, formül belirlendikten sonra, ileride izlenecek yol da belirtilmekte, yine bu temele dayandırılmaktadır:
"Şu hâlde işin bitince yine giriş, yine uğraş!"
Demek oluyor ki kolaylık yorgunluk ve zahmetin bağrında yer bulduğuna göre, bir işi tamamlayıp da boş kalınca, başkasına koyul, yeni bir iş ile uğraşmaya başla! Bu özellik, canlı varlıklar ve daha özel olarak insan için söz konusudur. Güçlükler, sıkıntılar, olgunlukların, ilerlemelerin başlangıcıdır. Darbeler, cansızlar âleminde, taşların, kayaların ufalanmasına, güçlerinin azalmasına yol açar. Oysa canlı varlıkları harekete geçirir ve güçlü kılar.
Nice fazlalıklar vardır ki, noksanlıklardadır
Musibetlerin, güçlüklerin, insanın tekâmülü için gereği vardır. Mihnetler ve zahmetler olmasa, insan helâk olur. Kuran-ı Kerim buyuruyor ki:
"İnsanı güçlük içinde yarattık." (4)
İnsan, güçlüklere, meşakkatlere göğüs germesini, tahammül etmesini bilmelidir ki, kendine lâyık olan varlığa erişebilsin. Karşıtlık ve kargaşa, ilerleme ve olgunlaşmanın kamçısıdır. Canlı varlıklar bu vuruş sayesinde olgunluk yönündeki yollarında ilerleyebilirler. Bu kanun; bitkiler, hayvanlar ve özellikle insanlar için geçerlidir.
Ona selâm olsun, Müminler Emiri Ali'nin (a.s) Basra'ya vali olarak atadığı Hüneyf oğlu Osman'a yazdığı bir mektup vardır, bu mektupta şu biyoloji kuralına dikkat çekilir. Naz ve nimet içinde yaşamak ve güçlüklerden kaçınmak, zaaf ve güçsüzlük getirir. Buna karşılık, güç ve uygunsuz şartlar içinde yaşamak ise insanı güçlü ve çevik kılar, varlığının özü, cevheri daha da güçlenir.
Bu büyük önder, yazdığı mektupta valisini uyarmakta, niçin eşrafın, zenginlerin toplantılarına katıldığını, yoksulların katılamayıp sadece varlıklılara yer verilen bir toplantıda bulunduğunu sormaktadır. Dolayısı ile de, kendi sade yaşayışını anlatmakta, kendisine tâbi olanların ve özellikle görevlilerinin kendi örneğini izlemelerini istemektedir. Sonra da bahane ve özür yollarını kapatmak için şu hususu da açıklamaktadır:
"Sanki görüyorum diyeniniz diyor ki, Ebu Talib oğlunun yediği buysa, akranlarıyla savaşa, yiğitleriyle harbe gücü yetmez, zayıflar, elden-ayaktan düşer. Oysa bilin, sahralardaki ağaç daha kuvvetlidir; güzelim bağlarda, bahçelerde biten ağaçlarınsa gücü azdır. Ovalarda biten otlar, daha kuvvetli yanar, közü daha geç söner. Biz Resulullah ile bir kökten bitmiş iki ağacız." (5)
Kolay olmayan hayat şartları ve sade bir beslenme biçimi, insanın gücünü azaltmaz, onu güçsüz kılmaz. Yaban ağaçları düzenli bir bakımdan yoksundurlar, bu sebeple de gövdeleri daha güçlü ve daha uzun ömürlü olurlar. Buna karşılık bahçelerdeki ağaçlar düzenli bakım gördükleri hâlde daha narin, daha az süreklidirler.
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de buyurur ki:
"Gerçek şu ki sizi biraz korku, açlık, geçim sıkıntısı (mal azlığı), hayat tehlikesi, gelir azlığı ile sınarız. Sabredenleri müjdele." (6)
Demek oluyor ki: Belâlar, sıkıntılar, sabredenler ve doğrulukta direnenler için yararlıdır. Bunlarda iyi sonuçlar, yararlı etkiler vardır. şu hâlde sabır ve doğruluk gösterenleri, bu sonuçlarla müjdelemek gerekir.
Allah, insanların öz benliklerini eğitmek, terbiye etmek ve olgunlaştırmak için biri teşriî (toplumda uyulması gereken kurallar ve düzenlemeyi ilgilendiren), diğeri de tekvini (yaratılış kanunlarına ilişkin) iki program koymuştur. Her iki programda da güçlüklerle, karşılaşılan zorluklara yer vermiştir. Oruç, hac, cihat, yoksulları ve ihtiyacı olanları gözetmek (infak), namaz, insanlara ödev olarak gösterilen yükümlerdir. Bunları sabır ve doğrulukla, titizlikle yerine getirmenin sonucu, insanın özündeki yüce yeteneklerin, istidatların olgunlaşması, gelişmesi, tamamlanmasıdır.
Şehit Murtaza Mutahhari
Kaynaklar:
1- Hac Suresi, 61. ayet ve diğerleri: Âl-i İmrân, 3; Lokmân, 31; Fâtır, 13; Hadîd, 6
2- W. Dourant, Felsefe Tarihi, Dr. Abbas Zeryab Hoyî çevirisi, s. 249-250.
3- İnşirâh, 5-6.
4 - Beled Suresi, 4. ayet-i kerime.
5- Nehc'ül-Belâğa, 45. Mektup: Gölpınarlı, Nehc'ül-Belâğa çevirisi, II. kısım, IV, s.300 - Nehc'ül-Belâğa, Dr. Subhî es-Salih baskısı, 45. mektup.
6- Bakara, 155.