Ak Parti büyük koalisyonu
Her parti özünde bir koalisyondur. Özellikle büyük umutlarla iktidara getirilen ve çok yüksek oylar alan Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi, en azından ilk yıllarında en az 4 eğilimi biraraya getiren partilerdir…
Liberaller, milliyetçiler, İslami kitleler, sosyal demokratlar, Kürtler ve diğerleri bu partilere büyük bir ümit gözüyle bakmışlardır ve o partiler de bu büyük koalisyonu bir arada tutmayı başardıkları sürece başarılı olmuşlardır.
AK Parti iktidara gelirken arkasında sadece İslamcılar veya Milli Görüşçüler yoktu. AK Parti, artık işlemez olan devlet sistemini ayağa kaldırması beklenen, soldan sağa geniş bir yelpazeden oy alan, reformcu bir parti idi. Kürtler, liberaller, İslamcılar ve diğerleri AK Parti’nin pek çok alanda büyük değişikler yapmasını beklemiş, tabuların kırılıp atılmasını ama aynı zamanda bu değişimin belli bir istikrar içinde gerçekleşmesini arzulamıştır.
İstikrar, değişim, kalkınma ve adalet AK Parti’den beklenen en önemli 4 maddedir…
Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları da bu yeni partinin tabanındaki büyük koalisyonun farkındaydı. Belki de bu nedenle Erdoğan artık eskisi gibi Milli Görüşçü olmadığını ifade etti ve “gömlek değiştirdim” dedi… Yani Erdoğan bu sözleriyle “artık eskisi gibi dar bir kitleyi değil, çok geniş bir koalisyonu kapsayacak şekilde bir dünya görüşüne sahibim” diyordu…
Nitekim 2002-2008 arasında AK Parti’ye en büyük desteği sol ve liberal reformcular verdi. Ülkelerinde siyasi ve iktisadi alanlarda büyük bir dönüşüm bekleyenler AK Parti’nin yanında yer aldılar. Bu dönemde askeri vesayetle mücadele, Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirilmesi, Kürt sorununda ve Ermeni meselesinde tabuların kırılması, piyasanın liberalleşmesi gibi konularda solun ve seküler liberallerin klasik İslamcı/dindar gruplardan çok daha cesur ve etkili olduklarını gördük…
2007 seçimlerinde AK Parti’nin oyları % 46’yı aştı. Parti, Meclis’e girmeyi başarabilen CHP ve MHP’nin oy oranlarının toplamından bile daha fazla oy almış oldu… AK parti oy açısından artık zirvedeydi...
Zirve, düşüşe geçtiğiniz noktadır denir. Gerçekten, zirvede iken yapılan hatalar düşüşü belirler. Her siyasi parti düşüşün tohumlarını zirvede atar…
STATÜKOCULUK
AK Parti gibi uzun yılar iktidarda kalan partiler kendilerini yenilemeyi başaramazlarsa statükocu bir partiye dönüşürler. Uzun yıllar iktidarda kaldıkları için eleştirmeleri gereken geçmiş kendileridir ve geçmişi savunmak her geçen gün zorlaşır. AK Parti için de böyle olmuştur. Bugün AK Parti, en azından geçmiş 13 yılı eleştirememektedir, hatta son 13 yılın uygulamalarını büyük bir değişim olarak kabul etmektedir. Çünkü geçmiş 13 yılda bir başkası değil kendisi vardır. Bu da partiyi her yıl daha statükocu, yani mevcut olanı koruyan haline getirmektedir. Başka bir deyişle, yaşlandıkça geçmişine laf söyletememe hastalığı geçmişteki partiler gibi AK Parti’ye de bulaşmıştır.
İkinci sorun ise yenilenememektir. Partinin milletvekilleri yenilenmiş gibi dursa da yeni gelenler ile gidenler arasındaki fark çok belirgin değildir. Fikri düzeyde ise ekibin genişlemediğini, aksine daraldığını görmek mümkündür. Uzun yıllar iktidarda olan diğer partiler gibi ortaklık daha çok çıkar ortaklığına dönüşürken, idealler geri planda kalmaktadır.
Son olarak ve belki de en tehlikelisi, 2007 seçimlerindeki büyük zafer adeta sarhoşluğa neden olmuştur ve AK Parti’de bazı isimler artık geniş bir koalisyona ihtiyaçlarının kalmadığını düşünmeye başlamışlardır. Bu tespitin ilk sonuçları ise sol ve liberal aydınlarla başlayan yol ayrılığıdır. Partide liderliğe yakın olduğu bilinen bazı milletvekilleri de özellikle 2010 ve 2011’de artık liberallere ihtiyaçlarının olmadığını söylemeye başlamışlardır.
1 Nisan 2013’te ise AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu, bu kesimler ile dağılan koalisyonu şu sözlerle anlattı:
“10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak”. (*)
Babuşcu, gelecek dönemde İsrail’e özür diletilmesi gibi önemli değişimlerin olacağını belirtiyor, bir anlamda Parti’nin biraz Milli Görüşçü, biraz Osmanlıcı bir çizgiye kaymasından bahsediyordu.
İLK HALKA KOPTU
Böylece kitlesel bir hareket olmasalar da AK Parti’ye meşruiyet katan, iç ve dış ilişkilerinde onu güçlendiren liberal ve sosyal-demokrat entelektüeller AK Parti’den kopmaya başladılar. Bu kopuş, 2013’de Taksim Gezi Parkı Gösterileri'yle zirveye ulaştı. Kendilerini formal sistemde ifade edemeyen kitlelerin sivil itaatsizliği çok sert araçlarla bastırıldı. Parti ve devlet karşılaştığı bu yeni krizi doğrusu atlatamadı. En önemlisi AK Parti’nin kuruluş yıllarında ona gönül veren ılımlı sol ve liberal çevreler Gezi ile birlikte partiden kopmaya, koparılmaya başladılar… Hatta parti liderliği bu grupları öteki olarak belirleyip, onların dışında kalan kitleleri seçimlerde oya dönüştürdü.
AK Parti bu şekilde siyasi bir tercih yapmış oldu ve elindeki farklı grupları verip, yerine kendisine ait bir kitle geliştirmeye gayret etmiştir.
İKİNCİ KOPUŞ
Gezi Olayları’ndan aylar sonra AK Parti’yi oluşturan belki de en önemli koalisyon ortağı da ayrılmıştır: Yani Cemaat…
AK Parti, aldığı güçlü oy desteğine de güvenerek 2010 yılından itibaren Cemaat ile kurulan koalisyonun sona erdirilmesi gerektiğini tespit etmiş ve ayrılık yavaş yavaş 2010’den itibaren başlamıştır. 2011 yılında Cemaatçi bilinen kişiler yöneticilikten tasfiye edilmeye başlanmış, operasyon 2012 ve 2013’de hızlanmıştır. 2013’de Hükümet, Cemaat’in kendisine tamamen bağlanmasını talep edecek kadar ileri gitmiş, Cemaat’in kendisini tasfiye etmemesi halinde bu işi kendisinin zorla yapacağını söylemiştir. Dershane krizi, büyük resmin sadece görünen yüzüdür. Malum, kriz 17 ve 25 Aralık olaylarıyla alevlendi ve böylece AK Parti Büyük Koalisyonu’nu oluşturan en etkili ortak da koalisyondan ayrılmış oldu…
Parti-Cemaat ilişkisini bir aldanma ilişkisi olarak görmek mümkün değildir. Her iki taraf da ilişkini kurallarını gayet iyi biliyordu. AK Parti, devletin belli kurumlarında Cemaat’in güçlenmesine müsaade etmişti, hatta bunu özellikle istemişti. Çünkü özellikle askere ve yargıda sol gruplara karşı Cemaat’in insan kaynakları AK Parti’ye tüm kapıları açıyordu. Ne zaman ki askerin gücü kırıldı ve yargıda eski düzen yıkıldı, AK Parti yola artık tek başına devam edebileceğini düşünmeye başladı.
Ancak Cemaat’in kopuşunun sol ve liberallerin ayrılığından en önemli farkı içeriden bir grubun kopmasıdır. Yani Cemaat hem dışarıdadır, hem de ideolojik çeperin içindedir. Cemaat öyle veya böyle İslami bir harekettir ve AK Parti’yi oluşturan en temel değerleri temsil eden gruplardan biridir. Bu nedenle onun ayrılığı AK Parti’yi oluşturan diğer dini grupların ayrılmasına da zemin hazırlar.
AK Parti-Cemaat kopuşu hala devam ediyor ve kanaatimce pek çok kişinin canını acıtıyor.
YENİ BİR KOPUŞ MU?
AK Parti yukarıda özetlediğimiz kopuşları aldığı oylarla dengelediğini düşünüyor, kanaatimce bu noktada yanılıyor. Gidenler ile gelenleri kıyaslamak mümkün değildi.. Bir partiyi sadece aldığı oyların çokluğu güçlendirmez. Demokratik sistemde aldığını zoylar kadar size oy vermeyenlerin sistemin meşruiyetine duyduğu güven de önemlidir.
En kötüsü AK Parti kendi içinden liderini Cumhurbaşkanı seçtirince geçmişte ANAP ve DYP’nin başına gelenler AK Parti’nin de başına gelmeye başladı. Partide Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile Hükümet çevrelerinde iki ayrı güç kaynağı oluşmaya başladı. Hatta siz buna 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül etrafında oluşan çekim gücünü de ekleyin. Arınç’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı çıkışı, Gökçek-Arınç Kavgası ve bu kavgaya taraf olanlar kopuşun partinin ana çekirdeğine sıçramak üzere olduğunu gösteriyor.
SONUÇ
Kanaatimce AK Parti 2015 sonrasında yoluna güçlü bir siyasi hareket olarak devam etmek istiyorsa eskiden olduğu gibi büyük bir koalisyonu yeni şartlarda inşa etmek zorunda...
Bu koalisyonda kimler olur bilemem. Ancak ülke yönetimine talip olan bir partinin birbirinden çok farklı görünen kesimlerin taleplerine karşılık verebilecek fiili bir koalisyon olması kaçınılmaz görünüyor…
İkinci olarak AK Parti ekip ve fikri duruş olarak kendisini tazelemek, yeni şartlara uymak zorunda... Bunun yolu ise öncelikle kendisini, yani geçmişini eleştirmekten ve bu eleştiriden çıkan sonuçlara göre yeni bir manifesto oluşturmaktan geçiyor.
(İnternet Haber)