Ermeni Sorunu: Çare Doğrudan Diyalog
Sedat Laçiner /
Önce özerklik, ardındansa bağımsızlık 19. yüzyıl Ermeni milliyetçiliği için büyük bir hayaldi. Bu duygular evvela yurt dışında geliştirildi, ardından Osmanlı toprakalrına taşındı...
Fransa, bugünkü Çukurova ve çevresinde, Rusya ise özellikle Doğu illerinde bu arzuyu ateşledi, hatta ayrılıkçıları maddi olarak destekledi. 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında ise terör örgütlerine dönen Ermeni ayrılıkçı hareketleri 1915 ve sonrasında 1923'de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.
Yüzbinlerce Ermeni bu süreçte hayatını kaybetti, Ermeniler anavatanları bildikleri topraklardan sökülüp savruldular ve millet olarak izleri bugüne kadar devam eden bir travmayla yaşamak zorunda kaldılar.
Göç eden Ermeniler Kafkasya'ya, Avrupa'ya Amerika'ya ve Ortadoğu'ya dağıldılar, yeni bir hayat kurmaya çalıştılar. Diasporalaşanlar kimliklerini koruyabilmek için 1915'i ve sonrasında yaşananları efsaneleştirdiler, kayılarını kutsal hale getirdiler. Yabancı topraklarda, köklerindne kopmuş halde yaşamak zorunda olan Ermeniler için 'kötü Türk' Ermeni kimliğinin önemli bir parçası haline geldi. Radikal Ermeni örgütleri (Taşnaklar ve Hınçaklar gibi) kendilerince Türklerden yaşananların intikamını almak istediler. 1920'lerin başında görülen NEMESİS terör saldırılarında Tehcir'in sorumlusu sayılan Kabine üyelerinin neredeyse tamamı öldürüldü. 1973'de başlayan Ermeni terör dalgasının hedefi de öncelikle Türklerden intikam almak, ikinci olarak da 1915 olaylarını dünyaya duyurmaktı. Ancak Ermeniler ne yaparlarsa yapsınlar, Ermenistan devletini kurmak artık boş bir hayaldi ve ölenleri de geri getirmek mümkün değildi. Kısacası Ermeniler kaybetmişti. Bu nedenle radikal grupların çabaları Ermeni kitlelerce genellikle romantik ve ümitsiz bir çaba olarak görüldü.
Bu fikri değiştiren 2. Dünya Savaşı'nda yaşanan Holokost oldu. Holokost kurbanlarının yakınlarına ve elbette İsrail'e sağlanan tazminat ve moral saygınlık Ermeni kanaat önderlerinde 'acaba biz de aynı yöntemi izleyebilir miyiz' ümidini doğurdu. Ermeni dünyasında benzeri kazanımları elde edebilecekleri düşüncesi takip eden yıllarda gelişti ve 1915'de yaşananların 'soykırım' olarak kabul ettirilebilmesi halinde Türklerden tazminat ve hatta toprak alınabileceği düşüncesi belirdi.
Fransa, bugünkü Çukurova ve çevresinde, Rusya ise özellikle Doğu illerinde bu arzuyu ateşledi, hatta ayrılıkçıları maddi olarak destekledi. 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında ise terör örgütlerine dönen Ermeni ayrılıkçı hareketleri 1915 ve sonrasında 1923'de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.
Yüzbinlerce Ermeni bu süreçte hayatını kaybetti, Ermeniler anavatanları bildikleri topraklardan sökülüp savruldular ve millet olarak izleri bugüne kadar devam eden bir travmayla yaşamak zorunda kaldılar.
Göç eden Ermeniler Kafkasya'ya, Avrupa'ya Amerika'ya ve Ortadoğu'ya dağıldılar, yeni bir hayat kurmaya çalıştılar. Diasporalaşanlar kimliklerini koruyabilmek için 1915'i ve sonrasında yaşananları efsaneleştirdiler, kayılarını kutsal hale getirdiler. Yabancı topraklarda, köklerindne kopmuş halde yaşamak zorunda olan Ermeniler için 'kötü Türk' Ermeni kimliğinin önemli bir parçası haline geldi. Radikal Ermeni örgütleri (Taşnaklar ve Hınçaklar gibi) kendilerince Türklerden yaşananların intikamını almak istediler. 1920'lerin başında görülen NEMESİS terör saldırılarında Tehcir'in sorumlusu sayılan Kabine üyelerinin neredeyse tamamı öldürüldü. 1973'de başlayan Ermeni terör dalgasının hedefi de öncelikle Türklerden intikam almak, ikinci olarak da 1915 olaylarını dünyaya duyurmaktı. Ancak Ermeniler ne yaparlarsa yapsınlar, Ermenistan devletini kurmak artık boş bir hayaldi ve ölenleri de geri getirmek mümkün değildi. Kısacası Ermeniler kaybetmişti. Bu nedenle radikal grupların çabaları Ermeni kitlelerce genellikle romantik ve ümitsiz bir çaba olarak görüldü.
Bu fikri değiştiren 2. Dünya Savaşı'nda yaşanan Holokost oldu. Holokost kurbanlarının yakınlarına ve elbette İsrail'e sağlanan tazminat ve moral saygınlık Ermeni kanaat önderlerinde 'acaba biz de aynı yöntemi izleyebilir miyiz' ümidini doğurdu. Ermeni dünyasında benzeri kazanımları elde edebilecekleri düşüncesi takip eden yıllarda gelişti ve 1915'de yaşananların 'soykırım' olarak kabul ettirilebilmesi halinde Türklerden tazminat ve hatta toprak alınabileceği düşüncesi belirdi.
1965 GÖSTERİLERİ
Ermeni soykırım davasının küresel düzeyde yayılmasında 1965 gösterileri milad sayılabilir. 1965'den 1980'lere kadar Ermeni milliyetçiler davalarını dünyaya anlatmaya, 'soykırım' tezlerine kamuoylarını ikna etmeye çalıştılar. 1980'lerin ikinci yarısından itibaren ise ağırlık parlamentolara verildi. Başta ABD, Fransa ve Rusya gibi ülke meclislerinin Ermeni tezlerini kabu l tmesi halinde Türkiye'nin de buna zorlanabileceği düşünüldü.
2000'li yıllarda ise konu yargıya taşındı ve Ermeni tezlerini reddedenlerin 'inkarcı' olarak kabul edilmesi ve cezalandırılması ulusal hukuklara sokulmaya çalışıldı. Bunda İsviçre gibi bazı ülkelerde başarı da sağlandı.
TANISAK NE OLUR?
Tıpkı 1965 yılı gibi 2015 yılı da Ermeni davası için önemli bir başlangıç noktası sayılıyor. Yani Ermeniler, 2015'den sonra da tezlerini savunmaya ısrarla devam edecekler, asla bundan vazgeçmeyecekler. Türk tarafı ise bu saldırılardan yoruluyor ve hatta yılıyor. Bu nedenle "tanısak ne olur sanki" türünden sızlanmalar duyulabiliyor. Bazıları Türkiye'nin olayları 'soykırım' olarak tanıması halinde bile Ermenilerin tazminat elde edemeyeceklerini iddia ediyorlar ve bunun için çeşitli örnekleri veriyorlar.
Kanaatimce bu yaklaşım doğru değildir. Her şeyden önce soykırım suçu her millet için kaldırılması güç bir etikettir. Ahlaken böyle bir suçu işlediği kabul edilen ülkeler sırtlarına ağır bir yük alırlar, bunun siyasi ve iktisadi maliyetleri olur.
İkinci olarak, Türkiye kendine has (sui jeneris) bir ülkedir. Belki Sırbistan soykırım yapsa bir şey olmaz, ancak Avrupa kimliğinin oluşumunda özel bir yeri olan Türkiye böyle bir suçla karalanırsa tazminat ve toprak da dahil pek çok opsiyon ortaya çıkar. Özellikle Ortadoğu'da haritaların yeniden çizildiği bir dönemde ne kadar küçük bir ihtimal gibi görünse de bu tür riskleri Türkiye alamaz.
NE YAPMALI?
Sorun Türkler ve Ermeniler arasında. 1991'de kadar Ermenilerin kendilerini temsil edecek bir devletleri yoktu. Ama artık var. Türkiye bu avantajı iyi kullanmalıdır. Protokollerin askıya alınması 2015'in daha güç geçmesine neden olmuştur. Eğer Türkiye sorunlarını Ermenistan ile doğrudan konuşabilirse daha yumuşak bir geçiş sağlanabilir. Erivan ile kurulacak doğrudan temas diasporadaki radikal grupları da etkisiz hale getirecektir ve çözüm dilini bulmayı kolaylaştıracaktır.
Eğer Türkiye Ermeniler ile sorunlarını direkt konuşamaz ise bu soruna ABD'den Avrupa Birliği'ne kadar herkes karışacaktır ve bunu da Türkiye engelleyemeyecektir.
Bu noktada belki de en önemli sorun Azerbaycan'dır. Azerbaycan, toprakalrının beşte birini işgal altında tutan Ermenistan ile sınırlarını açması halinde Türkiye'nin kendisine ihanet edeceğini düşünmektedir. Protokollerin Ankara tarafından askıya alınmasının nedeni de budur. Türkiye, Azerbaycan ile istişarelerde bulunarak Protokolleri yeniden hayata geçirmenin yolunu bulmalıdır, çünkü Protokoller Ermeni Sorunu'nda diyaloğun giriş kapısı olacaktır.
Hiç şüphesiz Ermenistan'a göre iktisadi ve siyasi olarak daha kıymetli görülen Azerbaycan'ı kaybederek Ermenistan'ı kazanmak Türkiye için karlıbir sonuç değildir. Petrol ve gaz hatlarına ek olarak Azerbaycan Türkiye'de önemli bir yatırımcıdır. Ayrıca iki devletin halkları birbirlerini aynı milletin iki kolu olarak görmektedir. Ayrıcsa Azerbaycan bölgede Türkiye'nin en önemli müttefiklerinden biri sayılmaktadır. İşte bu nedenlerle Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan gibi iki düşman devlet ile aynı anda ilişkilerini iyi tutmak zorundadır, bu ise çok zordur. Zaten ustalık da bunu gerektirmiyor mu, yani zor olanı başarmayı.
2015 HATALARI
Türkiye, 2015 yılına yeterince hazırlanarak gelmedi. Dışişleri Bakanlığı'nın rutin çalışmaları ve kıyısından tutulan birkaç girişim ile böylesine önemli bir sorun savuşturulamazdı. Nitekim Papa'nın açıklamaları, Avrupa Parlamentosu derken soykırım tanıma açıklamaları ve kararları dalga dalga geliyor. Sırada Almanya var, ondan sonra kimler var...
Türkiye bugüne yeterince hazırlanmadı. Gündem yoğunluğu ve disiplinli çalışma eksikliği Türkiye'yi Ermeni meselesinde günü kurtarma gayretlerinden öteye geçmeyen bir politikaya mahkum etti...
2011 yılından beri önerim 2015 yılından önce Ermenistan ile doğrudan temasların kurulması ve sorunu Erivan ile görüşmeye başlamamızdı. Bu doğrultuda Ermenistan Cumhurbaşkanı'nın 18 Mart 2015'de Çanakkale'ye gelmesini, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının ise 24 Nisan'da Ermenistan'a, 'Soykırım Anıtı'na birer ziyaret gerçekleştirmesini önermiştim. 2015'de, hatta daha öncesinde Türkiye'den Ermenistan'a en az bir üst düzey ziyaret gerçekleşmeliydi. Ama dinletemedim. Tam aksine Türkiye arayı yumuşatmak yerine alternatif bir 24 Nisan oluşturmaya çalıştı, Çanakkale Savaşları törenlerini Ermenilerin 24 Nisan'ının karşısına rakip olarak çıkardı.
Bu gayretleri yanlış buluyorum. Bundan bir şey çıkmaz, ancak Ermeni soykırım iddiaları tüm dünyada mevzi kazanmaya devam eder. 24 Nisan'da Ermenistan'da pek çok devlet adamı ve kanaat önderi buluşur ve 24 Nisan Ermeniler için önemli bir başlangıç noktası olur. Türkiye ise zayıf açıklamalar ile meseleyi kapattığını sanır, ta ki bir sonraki tanıma kararına kadar...
(İnternet Haber)