Düşmanın Sabrını Tüketmek
Sözlükte sabır; engellemek, hapsetmek anlamındadır. Bu yüzden Arapçada zindanda tutulmak suretiyle gerçekleşen ölüme, katlu’s-sabr denilmiştir. Dinî kullanımda da sabır; musibetler karşısında sabır, itaatte sabır ve günahlara karşı sabır olmak üzere üç kısma ayrılmıştır. Sabrın bütün çeşitlerinde kendini tutma, engelleme ve hapsetme anlamı olduğu için dinî kullanım sözlük anlamıyla bağlantılıdır. Mesela musibetler karşısında sızlanmaya karşı, itaatlerin meşakkati için nefsin arzularına karşı, günahlara düşmemek için de şehvete karşı kendini tutmak sabır olarak değerlendirilmiştir. Buna göre sabır için; gerek nefisten kaynaklanan gerekse dışarıdan kaynaklanan saldırılar karşısında Allah’a itaatin dışına çıkmamak için kendini tutmak/hapsetmek/engellemek şeklinde bir tanım yapmak mümkündür.
Konu hakkında farklı ortamlarda çok sayıda ayet, hadis veya menkıbe duymuşuzdur. Bu yazımızda az duymakla birlikte oldukça önemli olan sabrın özel bir yönüne dikkat çekmek istiyoruz.
Al-i İmrân suresinin son ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Sabredin (isbirû)! Sabır yarışında (sâbirû) düşmanlarınızı geçin! Cihad için daima hazırlıklı ve uyanık bulunun (râbitû)! Ve Allah'a karşı gelmekten sakının ki felâh bulup başarıya eresiniz.”[1] Bu ayette kurtuluşun reçetesi dört maddede özetlenmiştir.
Önce “isbirû/sabredin” denilmiş, ardından “ve sâbirû/karşılıklı sabredin” denilmiştir. Sabretme emriyle Allah’a itaatte sabırlı olmamız istenmektedir. Ancak ikinci sabır emri daha özel bir duruma işaret etmektedir. Çünkü mufaale babındandır. Bu bab bir işi karşılıklı yapmayı ifade eder. Dolayısıyla bu ifadeyle aynı emir tekrarlanmamıştır. Tek taraflı bir sabır kastedilmemekte, iki veya daha fazla taraflar arasındaki sabır tavsiyesi, sabır yarışı emredilmiştir. Arapçada kelimelerin harflerinin dizilişi değiştiğinde anlam değiştiği gibi aynı kelimenin yapısında harf eksiltilmesi veya harf artışı yapıldığında da anlam değişir. Bu konular sarf ilminde işlenmektedir.
Musâbere yani karşılıklı sabır iki taraf arasında olur. Tarafların birisinin Müslümanlar olduğunda şüphe yoktur. Diğeri ise ya İslam düşmanları ya da Müslümanlardır. Müslümanlar arasında musâbere karşılıklı sabır tavsiyesinde bulunmakla olur. Asr suresinde sabır emri aynı şekilde mufaale kalıbıyla “ve tevâsevbi’sabri” şeklinde ifade edilmiştir. Yani birbirlerini sabra teşvik ederler. Çünkü bazen ordu içerisindeki bir iki korkağın yaydıkları yaygara ile bütün ordu kaçabilir bazen de dağılmaya yüz tutmuş bir ordudaki birkaç kahramanın sabır telkin etmesiyle bütün ordu toparlanır ve muzaffer olur.
Yukarıda mealini verdiğimiz ayette Müslümanların kişisel olarak sabretmelerine ek olarak yarışırcasına birbirlerine sabır telkininde bulunmaları istendiği gibi düşmanlarıyla da savaşın zorluklarına katlanıp kaçmamak suretiyle sabır yarışına girmeleri istenmektedir. Bu ikisi arasında bir çelişki yoktur. Çünkü savaşın sıkıntıları karşısında düşmandan daha sabırlı olabilmek Müslümanların kendi aralarında birbirlerine sürekli sabrı telkin etmeleriyle mümkündür.
Düşmanlarla sabır yarışına girilmesinin sadece savaş alanıyla sınırlı olmadığı, çalışma hayatında, üretimde, eğitimde… kısacası yaşamın her alanında olması gerektiği ve düşmanları gece gündüz demeden çalıştığı halde Müslümanlar keyiflerine bakıyorlarsa amaçlarına ulaşamayacakları şeklinde anlaşılmalıdır.
Bu ayetin emrine uyarak iman ehlinin kendilerini ciddi bir sorgulamaya tabi tutmaları gerekir. Mesela bazı İslam ülkelerinde insanlar o kadar rahatlarına düşkünler ki köylerde bile öğle vakitlerine kadar çalışmaya dair bir hareketliliğe rastlanılmamaktadır. Daha da ilginç olan ise bu rahatlığa rağmen insanların çoğunluğunun geçiminin sağlanmasıdır. Gayri müslim ülkelerde ise sabahın erken saatlerinden itibaren yollarda müthiş bir hareketlilik başlamakta ve akşamın erken saatlerinde de diğer güne hazırlık yapmak için insanlar istirahate çekilmekte ve yollar boşalmaktadır. İş kalitesi, devlet dairelerindeki hantallık vb. düşündüğümüzde Müslümanların bu ayetin emrine aykırı bir durum sergiledikleri görülmektedir. Oysa ki bu ayete göre düşman eğer on saat çalışıyorsa bizim en az on bir saat çalışmamız, onların bilim adamları on beş saat çalışıyorsa bizim bilim adamlarımızın en az on altı saat çalışması gerekir ki amacımıza ulaşalım. Düşman kadar gayret etmeyen; aciz, sadece sızlanan, oturduğu yerde devlet yıkıp devlet kuranların ciddiye alınacak yanlarının olmadığı anlaşılmaktadır.
Sabır yarışında galip gelebilmek için Müslümanların önce düşmanlarını iyi tanıması gerekir. Düşmanını tanımayanların onlarla yarışa girmesi düşünülemez. Müslümanlar kendi düşmanlarını basite almaktan vazgeçmelidirler. Yılların birikimiyle elde ettikleri ekonomik ve teknolojik birikimlerini dikkate almadan onları sabırda geçmeyi düşünmemelidirler. Elbette galibiyetleri belirleyen sadece maddi imkanlar değildir. Ancak bir tarafa hayatını bedel olarak ödemek suretiyle düşmanlarına karşı hazırlık yapan kafirler, diğer tarafa da ciddi hazırlıkların zorluklarını göğüslemeyi göze alamayan tembel ve aciz Müslümanları koyduğumuzda galibiyetin Müslümanlardan yana olacağını söylemek sadece kendimizi avutmak olur.
Al-i İmrân suresinin son ayetinde felaha ermenin aşamalarının sırasıyla zikredildiği de kabul edilebilir. 1. Önce Kendi nefislerinin arzularına karşı itaatte sabır 2. Sonra düşmanlarını sabırda yenmek. Çünkü bazen nefsinin arzularına galip gelenler düşman karşısında sabredemezler. 3. Sabra devam etmek için daima maddi ve manevi yönden uyanık olmak. Çünkü bazen düşmanını sabırda geçen nice müminler bunu devam ettiremedikleri için yine de kaybederler. 4. Sonuçta ancak takvaya sarılmakla sabrın bütün merhaleleri aşılarak kurtuluşa ermek mümkün olur.
Müminlere felah için sunulan reçetede şöyle bir yol çizilmiştir: Önce sabır, sonra sabırda yarış, ondan sonra da bu yarışın devam ettirilmesi ve nihayetinde takvaya sarılmak. Kısaca söylemek gerekirse kim rakibinin sabrını tüketirse amacına ulaşır, kimin de sabrı tükenirse amacına ulaşamaz. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Âl-i İmrân, 3/200.