Boş İddialar
Günümüz Müslümanlarından bir kısmının içine düştüğü tehlikelerden birisi İslam dininin ayakta durup devam etmesini kendi varlıklarına bağlamalarıdır. Bunun sonucu olarak da bir çok taviz ve yalanı meşru görmeleri, kendi bekaları için herşeyi mübah saymaları, etraflarındakileri de kendilerine intisap etmekle cennete gireceklerine, cehennemin onlardan uzak olacağına inandırmalarıdır. Bakara suresinde İsrailoğulları üzerinden verilen en önemli derslerden birisi, Allah katında kimsenin torpilli olmadığı, iman ve salih amel olmadan peygamber çocuğu olmanın ya da herhangi bir ümmete mensup olmanın kimseye fayda sağlamayacağıdır.
Bu surede, özellikle Yahudilerin düştüğü vartalara dikkat çekilerek üstünlüğün ünvan ve nispetlerle değil, iman ve salih amelle olacağına vurgu yapılması açısından 62. Ayet üzerinde durulması gerekir: “İman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiilerden kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp iyi işler yapanların mükâfatları Rableri katında mahfuzdur; onlara ne bir korku vardır ne de üzüleceklerdir.”
Kur’an’da terhib/korkutma ve terğib/teşvik bir aradadır. Bu ayetin öncesinde Allah’ın emirlerine muhalefet ettikleri, haddi aşıp yasaklarını çiğnedikleri için zillet ve meskenet damgası vurulan İsrailoğullarından bahsedilmişti. Mealini verdiğimiz ayette de geçmiş milletlerden iyi davrananlara Allah'ın mükafat vereceği bildirilmiştir. Ayetler arasında şöyle bağlantı kurulabilir: Bazılarına zillet damgasının vurulması ümitsizliğe sevk etmemelidir. Yahudiler, Hristiyanlar veya Sabiiler de iman edip kurtulabilirler. Önceden farklı bir dine mensup olduğu için ebedi saadetten kimse mahrum kalamaz. Bilakis Allah’a, ahiret gününe, Peygamberlerine iman edip salih amel işlediği takdirde kurtuluşa erebilir, içinde bulundukları zilletten çıkabilirler.
62. ayetin, Selman-ı Farisî’nin inanan arkadaşları hakkında indiği rivayet edilmiştir. Çünkü onlar da Selman-ı Farisî gibi inandıkları halde peygamberimize yetişememişlerdi. Böylelikle onların kurtulanlar zümresinden olduğu müjdelenmiştir. Geçmiş ümmetler içerisinde de sadece zahiren inananların yanında samimi olarak inanlar vardı. Bunlardan peygamberimize kavuşanlar ona iman etmişlerdir. Yetişemeyenler ise samimi olarak inanıp salih ameller işledikleri için kurtulmuşlardır.
Ayetin ifadesinde geçen; “İman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler” kısma ayrıca “Onlardan kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp iyi işler yaparsa mükâfatları Rableri katında mahfuzdur.” şeklinde kayıt getirilmiştir. Çünkü; zikredilen din mensupları iki kısımdır. Birincisi yüzeysel inananlar, ikincisi ise hakkıyla iman edenlerdir. Bu durumda, ayetten şöyle bir anlam çıkmaktadır: Saadet, iman ve salih amelle olur, ünvan veya bir yere intisab etmekle olmaz. Mümin, Yahudi, Hıristiyan veya Sabii isimleriyle nitelendirilmek, Allah katında mükafatın sebebi ve azaptan koruyan bir unsur değildir. Ehli kitabın, “Yahudi yahut Hıristiyan olmayanlar kesinlikle cennete girmeyecek."[1] şeklindeki iddiaları ve Yahudilerin “Bize sayılı birkaç günden başka asla ateş dokunmayacaktır.”[2] şeklindeki iddialarının da doğru olmadığı mesajını vermektedir.
Sabii kelimesi üzerinde geniş tartışmalar olmuştur. Sadece bilinmesi gerekir ki ayetin indiği dönemde muhataplar bu grubu biliyorlardı. Bakara suresi 62. ayette övgü makamında oldukları için bunların Ehli kitaba yakın, ancak onlardan ayrı bir grup olmaları mümkündür.
Sebeb-i nüzulünü de göz önünde bulundurursak Peygamberimizden önce iman eden; Haniflerden, Yahudilerden, Hristiyanlardan veya Sabiilerden olsun, Allah’a ve ahiret gününe iman edip buna uygun salih amel işleyenlerin mükafatları Allah katında mahfuzdur. Korku ve hüzünden de emindirler. Ahirete iman ve salih amel olmadığı müddetçe farklı dini ünvanlar ve isimler saadetin ölçüsü olamaz. Hemen şunu belirtmek gerekir ki salih amelin terazisi vahiy olduğu için Peygambere iman da zorunlu olarak Allah’a ve ahiret gününe imanın içindedir. Kur’ân, salih ameli tarif etmese de salih amelin en son geçerli olan şeriata uygun olması şarttır. Allah’a inanıp da onun Kelam sıfatının tecellisi olan Kur’ân’a inanmamak çok büyük bir çelişki olduğu gibi vahiyden beslenmeyen amelleri de salih amel olarak değerlendirmek şeriatın amacıyla uyuşmamaktadır.
Saydığımız; Yahudi, Hristiyan ve Sabii gibi isimler tek başına ad oldukları kimseye bir yarar sağlayamazlar. Kur’ân, kurtuluşun reçetesini vermiş, kuruntularla bunun mümkün olmayacağını bildirmiştir. Sadece Ehl-i kitap değil müşrikler veya Müslümanların da bu tür kuruntular yerine amele sarılmaları gerektiğini bildirmiştir. “(Vadettiğimiz Cennet) Ne sizin kuruntularınız ne de Ehl-i kitabın kuruntularıyla olmaz. Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah’tan başka bir dost, bir yardımcı da bulamaz.”[3] Kısacası iddia yerine icraat yapmak, söz yerine amelle dindarlığı ispatlamak gerekir. Şekilsel bazı hususlara takılıp dinin asıl gayesi unutulmamalıdır. Mekke müşrikleri Allah’ın resulüne her türlü ezayı reva görürken diğer taraftan Kabenin hizmetiyle övünüyorlardı. Medine’deki Yahudiler kıble neden Mescid- Aksa’dan Kabeye çevrildi diye yaygara koparırken doğunun da batının sahibi olan Allah’ı unutmuşlardı. Kerbela’da Peygamberin evlatlarını katledenler gidip pire kanının hükmünü soruyorlardı.
İslam düşmanlarına karşı herhangi bir mücadele derdi olmayan, ümmetin kurtuluşu için bir çözüm üretemeyen, sadece yüzeysel bazı aidiyetlerle insanları etraflarında toplayıp din adına çok şeyler yaptıklarını sananlar da bu kapsamda değerlendirilebilir. Kendileri giderse dinin ortadan kaybolacağını kabul eden çok sayıdaki Müslüman gruplar için de yukarıdaki ayet önemli mesajlar barındırmaktadır. (Veyel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Bakara, 2/111.
[2] Bakara, 2/80.
[3] Nisa, 4/123.