İsrail Sayesinde Made in Germany İnişte
Aksa Tufanı’ndan sonraki süreçte Almanya, şimşekleri üzerine çekmeden bütün imkânlarıyla İsrail’e desteğini devam ettiren en aktif ülkelerden biri oldu. Artık minare kılıfa sığmıyor olacak ki, son zamanlarda sık sık yaptıklarıyla gündeme gelmeye başladı. 7 Ekim’den beri Filistin’e karşı en net ve sert tavır takınan ülke, Almanya oldu. Adeta İsrail’e, git istediğini yap, sana yanlış yapan karşısında beni bulur (!) mesajını verdi. Maddî manevî elinden geleni arkasına koymadı. Üstelik tepkilere aldırış etmeden yardım ettiğini gizleme ihtiyacı bile hissetmedi.
Almanya, İsrail’i sahiplenme noktasında o kadar ciddi davrandı ki, Avrupa’nın en çok cami ve Müslüman nüfusuna sahip olmasına rağmen, bunların değil protesto ve miting düzenlemelerine, evlerinde Filistin’e sesli ağlamalarına bile izin vermedi. Bu konuda zerre kadar kimseye tolerans tanımadı.
Almanya’da 2800 civarında cami olduğu biliniyor. Bunların yarısı imamlarını T.C. Diyanet İşleri‘nden karşılayan DİTİB ve imamlarının çoğunluğunu kendi kurumlarından bir kısmını da Diyanet İşleri‘nden karşılayan Milli Görüş camileri oluşturmaktadır. Alman devleti, nasıl bir gözdağı vermişse camilerin kapısına polis dikmeden, tehdit etmeden, hatta açıkça uyarma gereği bile duymadan; sadece ahbap selamıyla; “Gözüm üzerinizde ha! Yanlış yaparsanız karışmam!” Demekle hepsini sus pus etmeyi başardı. İster Müslümanların maslahatı gözetmesine bağlayın, ister yozlaşmalarına bağlayın isterse de Alman devletinin acımasız, katı tutumuna bağlayın. Ancak Almanya’da İsrail’e karşı bir şey demek, eleştiri yapmak, hele hele protesto yapmak, miting düzenlemek kesinlikle İsrail’de yapmaktan daha zor ve sonuçları itibariyla daha ağırdır.
7 Ekim’den sonra ABD, İngiltere, Türkiye gibi ülkelerin tutumları üzerinde sık sık duruldu. Almanya’nın duruşu ise sadece geçiştirildi.
Oysa Avrupa’nın lokomotifi konumundaki Almanya’nın Filistinlilere karşı tutumu, Batının değerlerini yeniden gözden geçirmeyi gerektirir. Demokrasi, hukuk, özgürlük, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları…
Aynı zamanda bu tutumları, Alman aklındaki değişimin incelenmesini gerektirir. Çünkü Almanlar denilince ilk akla gelen; disiplin, çalışkanlık, hırs, sağlamlık vb. özelliklerdi. Made in Germany, denilince akan sular dururdu. Üstelik politikalarında; özgürlük, demokrasi, insan onuru, farklı fikirlere açık olma, herkesle iyi geçinme gibi özellikleri ile tanınırlardı. Alman halkındaki bu özellikler aynı şekilde bürokrasiye, iç ve dış siyasete, kültürel faaliyetlerine, eğitim sistemlerine yansımıştı. Böylece oldukça farklı kimliklere sahip insanları bir arada güven içinde tutmayı başarabiliyorlardı. Aksa Tufan’ından sonra başka bir yüzle dünyanın karşısına çıktılar. İşte bu değişimin sebepleri üzerinde mutlaka ciddiyetle durulmalıdır.
Almanlardaki hırs, herşeyin en iyisini yapma, II. Dünya savaşından sonra yerle bir edilmesine rağmen, kısa sürede toparlanıp ekonomide ilk sıralara girmelerine neden olmuştur. Ancak bugün çark eskisi gibi dönmüyor. “Made in Germany” damgası, 1887 yılında İngiliz parlemantosu tarafından Almanya’dan gelen “düşük kaliteli” malları İngiliz üreticilere tanıtmak için zorunlu hale getirilmişti. Ancak Almanlar, yıllar geçtikten sonra bu amblemin anlamını tersine çevirerek, kalitenin simgesi haline getirmeyi başardılar. Üstelik sadece sanayide değil sosyal alanda da bir marka olma yolundaydılar. Mesela felsefede, dinî metinleri yorumlama biçimlerinde hep marka olma iddiasında olan bir milletti!
Ne var ki; kalitenin, düzenin, disiplinin ve dakikliğin simgesi olan Almanya’da, artık işler eskisi gibi yürümüyor. Sistem ne kadar oturmuş olursa olsun sürdürülebilirliğini insanlarla sağlayabilir. Elinizde en son teknoloji üretimi trenler, arabalar, uçaklar olsun. Eğer bunları yürütecek yeterli insan gücünüz yoksa sistem aksayacaktır. İnsanlar vaktinde işine gidip gelemeyecek. Kısacası çark dönemeycektir.
Artık Almanya, kendi vatandaşına yeterince sağlık hizmeti sunmakta bile zorlanıyor. Bunun da sebebi yine eleman eksikliği. Yoksa teknik açıdan her türlü sistem mevcuttur. Ne yazık ki, yeterli eleman olmayınca teknik altyapı yetmiyor. Belki çoğu insanlar için abartı veya iftira kabul edilecek ancak, bir kimliğin değişmesi bazen bir buçuk yıl sürüyor.
İnsan gücünü sağlamak için ya sağlıklı aile kurumuna sahip olmalı ya da dışarıdan telafi etme yoluna gitmelidir. Almanya insan gücünü sağlayacak aile kurumunu çoktan yok etmiş sayılır. Aile kurumu artık neredeyse bitme noktasına gelmiştir. Mecburen insan gücünü dışarıdan telafi etmek zorunda kalmaktadır. Çoğunlukla farklı İslam ülkelerinden veya Ukrayna gibi savaş bölgelerinden gelen mültecilerden telafi etmeye çalışıyor. Tabii ki dil sorunundan dolayı kısa sürede istenen eğitimi almak sorun olduğu için, ister istemez kaliteden taviz verilmek zorunda kalınıyor. Bir türlü dışarıdan yeterince kalifiyeli elemanları ülkeye çekemiyorlar
Kalite aynı zamanda ağır bir külfet gerektirdiği için diğer dünya markalarıyla rekabet edemiyorlar. Çin, Japonya vb. ülkelerin markalarıyla rekabet edebilmek için ya kaliteden taviz vermek zorunda kalıyorlar ya da daha ucuza maletmek adına, fabrikalar bir bir yurt dışına taşınıyor. Bu da beraberinde işsizlik sorunu gibi başka sorunlar getiriyor.
Hırsı ve çalışkanlığıyla nam yapmış Almanya, rekabet edemeyeceğini anladığı konularda diğerlerinin önüne takoz koyma yolunu seçiyor. Mesela elektrikli arabaların Avrupa’da yaygınlaşmamasının tek sebebi Almanya’dır. Elektrikli araba üretiminde; ABD, Çin, Japonya gibi ülkelerin piyasada, kendilerine fırsat vermeyeceğini bildikleri için altyapısını oluşturmadılar. İçten yanmalı motorlarda bir numara iken elektrikli araba sanayisinde birkaç sıra geriden takip etme durumuna düşmeyi kendilerine yediremediler. Bu yüzden de şimdilik elektrikli araç teknolojisinin yayılmasına fırsat vermediler.
Almanya, batının değerlerinin peşine düşen, sürekli batı güzellemesi yapanlar için bir prototiptir. Aileyi koruyamamanın nelere mal olacağını görmemiz için bir laboratuvar haline gelmiştir. Dinî ve ahlakî değerlerini kaybeden bir milletin sonunun nerelere varacağını görmemiz için canlı bir örnektir.
Almanya kozmopolit yapısıyla “Made in Germany” damgasını hak ediyordu. Farklı ırk ve inanç sahiplerine özgürlük tanıması yönüyle örnek gösteriliyordu. Bir memleket küfürle abad olur, fakat zulümle abad olmaz, ilkesi gereği, “Made in Germany” damgası hem sanayide hem de sosyal alanda inişe geçmiştir. Çünkü zalimlere meyletmek, zalimlerin hamiliğini yapmak, aynı zamanda onların ateşine girmeyi de göze almaktır. “Zalimlere en ufak bir meyil göstermeyiniz, yoksa size de Cehennem ateşi dokunur..."[1] Kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalan Müslümanlar, bir İslam ülkesi yerine, kendilerini daha güvende hissedeceğine inandıkları Almanya’ya gidiyorlardı. Bu durum Almanya için övünülecek bir durumdu. En büyük faydası da Almanya’ya oluyordu. Her taraftan dost kazanıyorlardı. Ancak 7 Ekim’den sonra artık hiç alışkın olmadığımız, dünyaya açılan yüzü ile uyuşmayan, bambaşka bir Almanya gördük. Nitekim bu ülke artık cami kapatmak, konsolosluk kapatmak (İran Konsoloslukları) gibi, bundan birkaç yıl öncesinde asla Almanya ismiyle bir arada telaffuzu dahi düşünülemeyen hareketleriyle gündem oluyor. Hayat standartlarından şikâyet eden bir ülke olmaya doğru adım adım ilerliyor.
Görünen o ki, İsrail’e sahip çıkmak Almanya’ya sadece kaybettiriyor, sadece külfet getiriyor, düşman ve nefret kazandırıyor. Asıl sormamız gereken Almanya neden halen İsrail’e destek vermekte ısrar ediyor? Bunun Holokost’tan gelen eziklikten kaynaklandığını düşünmüyorum. Geçmişte devlet olarak Yahudilere karşı bir suç işlenmişse, en azından tarafsız kalabilir, iyisine kötüsüne karışmaz ya da sadece insanî yardımla yetinebilir. Ancak doğrudan silah yardımı yapmakla kalmayıp savaşın devam etmesi için teşvik etmesini Holokost’la açıklamak doğru değildir. Zaten Almanya, Yahudilere karşı işledikleri suçlardan dolayı nasuh bir tövbe ettiğini çoktan ispatlamıştır (!) Geçmişte yapılan zulümler, okullarda anlatıldı, öğrenci gezileri düzenlenerek bunlar yeni kuşaklara yerinde gösterildi vs. Bir taraftan soykırım suçundan kurtulayım derken yeni bir soykırım yükünün altına girmek hangi mantıkla açıklanabilir.
Burada söylemem gerekir ki, İsrail’in cinayetlerini, insanlık dışı muamelelerini Antisemitizm kalkanıyla kimse korumaya alamaz. Çünkü gerçek bir antisemitizm suçlusu aranıyorsa o da İsrail’dir. Dünyanın gözü önünde namuslu Filistin halkına tecavüz edip servis etmekten çekinmeyecek kadar ahlaksız, çoluk çocuk demeden insanların evlerini başlarına yıkıp canlı canlı ölüme terk edecek kadar gaddâr, herhangi bir yardıma müsaade etmeyip insanları açlıktan ölüme terk edecek kadar vicdansız ve merhametsiz bir İsrail’i kimse sevemez, kimseden onun için güzel şeyler söylemesini bekleyemez. Bunca cürümleri işleyip sonra da sesinizi çıkarmayacaksınız! Neymiş efendim! Antisemitizm suçtur! diyenlere artık kargalar bile güler.
Görünen o ki Almanya, ortak bir davayı savunduğu için İsrail’e yardım ediyor. İsrail’in güvenliği Siyonist Hristiyanların Mesih inancının bir gereğidir. İsrail hangi saiklerle savaşıyorsa Almanya da benzer saik ve inançlarla ona destek veriyor. Almanya’nın tutumu, mahcubiyet, kendini affettirme ile izah edilemez. Bundan sonra en az ABD, İngiltere kadar sahnede olacağını düşünüyorum. Hiçbir kazanç elde edeceğini de düşünmüyorum. İşin sonunda sadece; “Bir zamanlar Made in Germany diye bir patent varmış (!)” diyebiliriz. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Hûd, 11/113.