Cahiliye Dönemindeki Hac ve Diğer İbadetlere Kur’ân’ın Müdahalesi
Cahiliye dönemini; bilgisiz, dünyadan habersiz, temizlik ve estetikten uzak insanların dönemi olarak anlamamak gerekir. Böyle anlaşılması durumunda onlara yöneltilen eleştirilerden payımıza düşeni almamız neredeyse imkânsız hale gelir. Bu dönemin, mantıksız iş yapma yönüyle cahiliye dönemi olduğunu bilmek önemlidir.
İslam öncesi Arap yarımadasının durumu, o günkü süper güçler arasındaki rekabet, Yahudilerin Hristiyanlara yaptığı baskılar, İran’ın içindeki ahlaksızlık, Roma’nın içerisindeki felsefe ve ilahiyat tartışmaları gibi önemli konular dikkatli incelenmeden Kur’ân’daki bazı sure ve bazı ayetlerin mesajını eksik anlayabiliriz. Mesela Buruc suresini anlamak için Yemen’deki Yahudilerin oradaki Hristiyanlara yaptıkları zulümleri bilmek gerekir. Her gün namazlarımızda okuduğumuz Fil ve Kureyş suresinin o gün için Kureyşe ne dediğini bize neler anlatmak istediğini doğru anlamak için Hicâz bölgesinin Fil vakasından önceki ve sonraki durumunu iyi bilmek gerekir.
Diğer önemli husus da tarihî okumalar yaparken geçmiş ile gelecek arasındaki bağlantının koparılmamasına dikkat etmektir. Maalesef, İbrahim’in (as) soyu anlatılırken şöyle bir tablo çiziliyor. İshak’ın (as) soyu peygamberlerin çokça çıktığı, mübarek, oldukça üretken bir soy ki hiç şüphesiz böyledir. Ancak İsmail’in (as) soyuna gelince son peygamber gelene kadar sanki manevî açıdan kurumuş, hiçbir değerli insan çıkmamıştır. Bu yüzden Hz. Muhammed’in (saa) dedesi Abdulmuttalib, amcası Ebu Talib cehennemlik olarak tanıtılmıştır. Kaldı ki amcasının hayatı bir fedainin, Firavun sarayındaki müminin hayatı gibidir. Ahlakı mümince, sözleri mümince, şiiri mümince, ölüm senesi peygamberimiz tarafından hüzün senesi olarak ilan edilmiş büyük bir şahsiyettir. Buna rağmen yüzyıllardır mescidlerde cehennemlik bir kafir olarak anlatılmaktadır. Ömürlerinin sonuna kadar peygambere karşı canlarıyla mallarıyla mücadele etmiş, artık köşeye sıkıştıkları için teslim olmaktan başka çareleri kalmamış ve müslüman olduktan sonra da dine zarar vermeye devam etmiş şahsiyetler için kitaplarımız menkibelerle dolup taşmıştır.
İslam öncesinde de İbrahim’den (as) gelen hanif dinin etkileri sürüyordu. Şirkten uzak hayat yaşayan mümin insanlar vardı. Kur’ân’daki cahiliye dönemine yapılan eleştirileri doğru anlayıp kendi payımıza düşeni alabilmek için bu toplumun dinsiz, değersiz, imandan, peygamberlerden habersiz bir toplum olmadığını bilmek gerekir. O günkü Hicâz bölgesi maddî açıdan zamanın süper güçleri açısından hiçbir şey ifade etmezken bugün petrolünden dolayı en gözde bölge olmuştur. O gün Yemen, maddî imkânlar açısından çok cazip bir bölge iken bugün ise yeryüzünün en fakir bölgelerindendir.
O günkü Hicâz bölgesi değerini kutsallığından alıyordu. Buna bağlı olarak bazen doğru bazen de tahrif edilmiş birçok dinî ritüel ve uygulamalara riayet ediliyordu. Bu yüzden Kur’ân, cahiliye dönemindeki uygulamaları ya tamamen ortadan kaldırmış ya düzeltmiş ya da uygun gördüklerini olduğu gibi bırakmıştır. İbadet açısından baktığımızda o günkü hac ibadetindeki şirk unsurlarını kaldırmış, anlamsız bazı amellleri kaldırmıştır.
Namaz konusu üzerinde ayrıca durmak gerekir. Çünkü cahiliye dönemini namazsız bir toplum olarak değerlendirenler için Maun suresinin mekkî mi medenî mi olduğu konusu bir sorun haline gelmiştir. Zira Maun suresinin baş kısmını Mekke dönemiyle irtibatlandırmak kolaydır. Ancak Mekkelileri namazsız ve inançsız bir toplum olarak değerlendirdikleri için ikinci bölümdeki namaz ve namazda gösterişi onlarla irtibatlandıramamışlardır. Mekke’de namaz vardı. Ancak sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibaretti. Nitekim ayette: "Onların Beytullah yanındaki namazları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan ibarettir. O halde inkarınızdan dolayı azabı tadın!"[1]
Maun suresini, Fil ve Kureyş sureleriyle birlikte okuduğumuzda şöyle bir tablo çizebiliriz. Ey Kureyşliler siz adam yerine konulmazken Allah (cc) Ebrehe’nin ordusunu ibretlik şekilde bozguna uğratınca bir anda bütün insanların en saygın ve gözde toplumu haline geldiniz. Sonra bununla yetinmedik. Üstelik Kureyş suresinde bildirdiğimiz gibi sizi açlıktan korumak için ticaret yollarını emniyetli hale getirdik. Bu sayede yaz kış ticaret yapıp güzel bir hayat sürebiliyorsunuz. Maun suresinde ise Kureyşlilerin bu nimetler karşısındaki tavrına ağır eleştiriler yapılmaktadır. Adeta şöyle denilmiştir. Peki buna karşılık siz ne yaptınız. Dini yalanladınız, yetime kötü davrandınız, fakirleri doyurmadığınız gibi buna teşvik etmediniz. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki namazlarında gösteriş yaparlar. En ufak bir yardımı bile esirgerler. Kıldığınız namaz gerçek bir namaz olsaydı toplumsal yaşamda böyle bir yansıması olmazdı.
Kur’ân’ın cahiliye dönemindeki uygulamalara yaptığı en büyük müdahale tevhid açısındandır. İbadetlerdeki şirk unsurlarını ortadan kaldırmaya yöneliktir. Çünkü muhataplar dinden, peygamberlerden habersiz bir toplum değildi. Aksine Kabe’ye hizmet etmekle övünüyorlardı. Özellikle Kureyş kabilesi bütün itibarını Kabe’den alıyordu. Bu durum Hz. Muhammed’in (saa) işini daha da zorlaştırıyordu. Kabe’nin kutsiyeti üzerinden çok ciddi rant elde ediliyordu. Panayırlar kuruluyordu. Önce ibadet etmek için toplanırlar. Sonra da ticaret için pazarlar kurulurdu. Zilkade’nin başında Ukâz panayırını kurarak o seneki hac ibadetini başlatmış olurlardı. Daha sonra yirmi gün boyunca orada ticaret ve değişik etkinlikler yaparlardı. Zilkade’nin son on gününde de Mecenne panayırına geçerlerdi. Zilhicce’nin 8. Gününe kadar da Zülmecâz panayırını kurarlardı. Sonra da terviye gününde hayvanlarını sulayarak Arafat’a doğru gitmek için hazırlıklar yapılırdı.
Cahiliye döneminde hac ibadeti yapılıyordu. İhram, Arafat vakfesi, Müzdelife vakfesi, Mina’da şeytan taşlama, telbiye getirme gibi ritüeller yapılıyordu. Kur’ân bu uygulamaları kökten kaldırıp yerine sıfırdan yeni bir ibadet yerleştirmemiştir. Var olan uygulamadaki yanlışlıkları düzeltmiş. Anlamsız amellerden ve şirk unsurlarından temizlenmiş bir hac ibadeti emretmiştir. Peygamberimizin en önemli görevi amellerde tevhidi yerleştirmek olmuştur. Bu yüzden onun mücadelesi dinsizlikle değil, sahte din ve dindarlarla olmuştur. Din üzerinden geçinmeyle mücadele etmiştir. Çünkü Kureyşliler kendilerini Allah’ın has kulları olarak gördükleri için harem bölgesi dışında gelenlerin elbiseleriyle hac etmesine izin verilmiyordu. Ya onlardan elbise alacaklardı. Ya da çıplak olarak tavaf yapacaklardı. Arafat’a kadar çıkma gereği görmüyorlardı. Müzdelife’de kalıyorlardı. Harem ehli olmayanların Arafat’a çıkmaları gerkiyordu. Kısacası mütevazi olup Allah’a şükretmeleri gerekirken bunun yerine farklı bir ucba kapılmışlardı. Bir nevi ibadetin içerisine ırkçılığı katmışlardı. Oysa bu durum başta hac ibadetine sonra da bütün ibadetlerin ruhuna yakırıdır. İbadetin amacı, alemlerin Rabbi karşısında kendini sıfırlamak ve diğer insanları da hilkatte veya dinde kardeş olarak görmektir.
"Sonra, insanların sel gibi aktığı yerden siz de akın edin ve Allah'tan af dileyin! Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur."[2]
Kur’ân’ın diğer ciddi bir eleştirisi de ibadetlerin zamanına müdahale edilmesi noktasında olmuştur. Ayları erteleyerek veya fazladan bir ay takdir edilerek ibadetlerin yerinin ve zamanının değiştirilmesi. Ramazan orucu, iddet süreleri, hac menasiki, zekât hayvanlarının yaşı gibi dini emirlerin önemli bir kısmı ayın hareketlerine bağlı olduğu için ayların değiştirilmesi basit bir olay olarak değerlendirilemez. İnsanların evlilik ve boşanmalarıyla ilgili sonuçları olan iddet süreleri, oruç, hac, zekât, kurban gibi ibadetlerini doğrudan etkileyen bir müdahaledir. Bu yüzden nesi uygulaması küfrün ileri bir aşaması olarak değerlendirilmiştir.[3]
İnsanların evlerine istedikleri gibi girip çıkabilmelerine kimsenin diyeceği bir şey olmaz. Fakat ne zaman ki evlere arkasından girmenin daha faziletli olduğu ya da günah ve sevaba konu olduğu iddia edilirse yani dini boyut katılırsa o zaman durum değişir. Böyle davranışlarla Allah katında takvalı ve iyi olunmaz. Böyle anlamsız takva gösterileriyle uğraşarak Kabe’nin hizmetkârı olmakla iftihar edip diğer taraftan da Allah’ın evinde Allah’ın Resulüne yaşam hakkı tanımayan Kureyşlilerin çelişkilerine dikkat çekilmiştir.
Bu ayetleri sanki cahiliye dönemine aitmiş gibi değerlendirmemek gerekir. Hacda insanların kaynaşmasına engel olan uygulamalar, ülkelere göre ayrı muamele yapmak, Kabe’ye yakın yaşamakla dinin sahibi olarak kendilerini görme halen devam etmektedir. İbadetin ruhunu kaybetmek. Sadece şekillerle uğraşmak. İbadetle hayat arasındaki çelişkiler, dini ırkçılığa alet etme, din üzerinde söz sahibi gibi hareket etme halen mücadele edilmesi gereken hastalıklardır. Hac ibadeti anlamına uygun bir şekilde yapıldığında ümmete yek vücud hareket edebilme kabiliyeti kazandırabilen oldukça önemli bir ibadettir. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Enfâl, 8/35.
[2] Bakara, 2/198.
[3] Tevbe, 9/37.