Kur’ân’da Kelimullah ve Habibullah (2): Her İki Peygambere Evlilik Teklifi Kadın Tarafından Geliyor

“Kur’ân’da Kelimullah ile Habibullah” başlığı altında, Kur’ân ve Ahdi kadim ile Ahdi Cedit’ten oluşan Kitab-ı Mukaddes’teki bilgileri zaman zaman karşılaştırmak suretiyle Hz. Musa’nın (as) hayatını takip ederek, Habibullah’taki (saa) benzer yönleri ortaya koymaya çalışacağız. Malum olduğu üzere Kur’ân-ı Kerimde, Hz. Musa’nın (as) doğumundan itibaren detaylı bilgiler anlatılmaktadır. Hz. Hatice’nin (r.anha) vefat yıl dönümü münasebetiyle bugünkü yazımızda Musa’nın (as) Medyen’e gidişi ve orada Safura ile evliliğinden bahsetmek istiyoruz. Hz. Hatice Ramazan’ın 10. Gününde vefat etmiştir. Onun vefatı, Peygamberimizin (saa) amcası Ebu Talip’le (ra) aynı senede peş peşe gerçekleştiği için bu seneye hüzün senesi denilmiştir. İnşallah bu yazıdan sonra Hz. Musa’nın (as) çocukluğundan başlayarak yazmaya devam edeceğiz.
Hz. Hatice (r.anha) cennet kadınlarının efendisi, aklen kemale ermiş ve İslam öncesi dönemden beri “Tahire” olarak anılmıştır. Hz. Hatice’yi anmak, onun yasını tutmak Peygamberimizin (saa) sünnetidir. Çünkü onu sürekli anar, onun arkadaşlarına, sevdiklerine ikramda bulunurdu. Dolayısıyla bir erkeğin eşinin sevdiklerine ikramda bulunması, değer vermesi de sünnettir.
Hatice validemiz Müminlerin anneleri içerisinde en faziletlisidir. Çünkü Peygamberimizin (saa) beyanıyla “Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir.”[1] Hz. Hatice’yi anmak, onu tanıtıcı faaliyetler yapmak, kurban keserken onun sevdiklerine pay ayırmak, sadaka verirken onun adına dağıtmak Müslüman toplumların genelinde terkedilmiş bir sünneti ihya etmektir. Elbette Hz. Hatice’yi anma faaliyetleri yapılmıyor diyemeyiz. Bizim gözlemlediğimiz kadarıyla yapılanlar, Peygamber Efendimizin (saa) anmasına göre çok cılız kalmaktadır. Sünnete uymak Peygamberimizin önem verdiği ölçüde, benzer ton ve kuvvette bir ameli yapmakla olur. Bu yüzden fıkıhta, sünnetin tamamı aynı derecede kabul edilmemiştir. Bazı sünnetler neredeyse farza yaklaşırken bazıları daha alt seviyede değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Hz. Hatice’yi anma sünnetinin gereğini, ancak daha gür daha kuvvetli bir sesle, dolu dolu programlar yapmakla yerine getirmiş olacağız. Peygamber Efendimiz (saa) onu hayırla anmaktan ve onun için istiğfar dilemekten asla yorulmazdı.
Biz Müslümanlar, Hatice validemizin üzerimizdeki haklarından dolayı da onu anmak zorundayız. Öncelikle onun annelik gibi oldukça ağır bir hakkı vardır. Her evladın annesini yâd etme, arkasından hayırlı dualar etme, annesinin kabrini ziyaret etme gibi sorumlulukları vardır. Maalesef hac veya umreye giden Müslümanlar doğru dürüst Hz. Hatice’nin kabrini ziyaret edemiyorlar. Etseler bile ziyaretlerinden bir şey anlayamıyorlar. Çünkü ortada ne bir işaret ne bir isim var. Kısacası onun Mekke’de görünür bir mezarı dahi yok. Kutsal topraklara giden Rahman’ın misafirleri dümdüz bir alana götürülerek, güya annelerinin mezar ziyaret yaptırılıyor. Ne yazık ki orada, insanların inanç ve duygularıyla alay edercesine bir uygulama hâkim durumdadır.
Hz. Hatice ilk iman edenlerdendir. Peygamberimize (saa) iman etmede dünyadaki bütün kadınları geçmiştir. Önde olanlardan da Allah (cc) razı olmuş, onlar da rablerinden razı olmuşlardır. “Muhâcirlerin ve ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar…[2] Hatice validemizin ilklerden olduğundan zerre kadar bir şüphe yoktur. Ayrıca O, ilklerden olmakla yetinmemiştir. En sıkıntılı ve ihtiyaç duyulan dönemlerde Peygamberimizin (saa) bir numaralı destekçisi olmuştur. “İnsanlar beni yalanladığında o bana iman etti, insanlar benden mallarını esirgediklerinde o beni malına ortak etti, Allah ondan bana çocuk vererek beni rızıklandırdı...”[3] Peygamberimizin (saa) bu ifadesinde dikkat çeken oldukça önemli bir detay vardır. Hz. Hatice’nin desteğinin normal durumlarda değil en kritik zamanlarda olduğuna özellikle vurgu yapılmıştır. Daha iyi anlaşılması için şöyle bir karşılaştırma yapabiliriz. Nehrin kenarında bir bardak su ne ifade edebilir? Hiçbir şey! Peki çölde birkaç gün susuz kalan için de bir bardak suyun değeri aynı mıdır? Bir parça ekmeğin lafı edilir mi? Normal şartlarda edilmez. Peki günlerce aç kalmış birisi için de aynı şeyi mi ifade eder?... İşte İmam Ali’nin (as) Hendek savaşı öncesi Amr b. Abdived’e vurduğu kılıç darbesinin “Kıyamete kadar bütün insan ve cinlerin ibadetinden daha üstün” olması da aynı gerekçe ile açıklanabilir. Bu yüzden Hz. Hatice’nin Resulullah’a desteği keyfiyetten oldukça büyük yardımlardı.
Her Müminin imanında Hz. Hatice’nin payı vardır. Çünkü İslam onun malının üzerinde yükselmiştir. Duha suresinde, “Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi?” ayetinin tefsiri şöyle yapılmıştır. “Biz seni fakir bulup da Hatice’nin malıyla zengin etmedik mi?”[4] Hatice validemiz malının tamamını Allah yolunda feda etmiştir. Onun Tahire vasfını kazanması da insanların genelini baştan çıkaran mal ve güzelliğe sahip olmasına rağmen iffetini muhafaza etmesindendi. Medine döneminde ganimetler artınca Peygamberimizin eşleri ondan mal istemişlerdi. Bunun üzerine Efendimiz (saa) çok üzülmüştü. Sonra Ahzab suresindeki şu ayet inmiş: “Sen ey Nebî! Eşlerine de ki: “Eğer sizler bu dünya hayatını ve onun lüksünü istiyorsanız, gelin size dünyalığınızı vereyim ve sizi güzellikle (boşayıp) bırakayım.”[5] Bu tekliften sonra eşlerinin tamamı Resulullah’ı (saa) tercih etmişlerdi. Oysa Hz. Hatice’nin Resulullah’tan (saa) mal ve dünyalık konusunda hiçbir beklentisi olmamıştır.
Hz. Hatice’nin üzerimizdeki haklarına değindikten sonra Hz. Musa’nın (as) Medyen’e hicret ettikten sonra kuyunun başında karşılaştığı iki kız ve sonrasında birisiyle evliliğine geçebiliriz. Hz. Musa (as) İsrailoğullarından birine yardım ederken istemeden Mısırlıyı öldürmüştü. Ancak kendisine yardım ettiği kişi onun Mısırlıyı öldürdüğünü açığa çıkarınca, Musa (as) hiçbir hazırlık yapmadan derhal Mısır’ı terk etmek zorunda kalmıştır. Günlerce süren zorlu bir yolculuktan sonra Medyen’de bir kuyunun başına varmıştır. Musa (as) kendini iyiliğe adadığı için, bir parça ekmeğe muhtaç olmasına rağmen, kendi derdini unutarak uzakta duran iki kızın yardımına koşmuştur. Yanlarına gidip; “Meseleniz nedir?” diye sordu. “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (hayvanlarımızı) sulayamayız; babamız da çok yaşlı” dediler. Kızlar yabancı biriyle konuşmanın kapılarını kapatmışlardı. Musa (as) sormadığı halde babalarının yaşlı olduğunu hemen söylemişler ki diyaloğun uzamasına izin vermemişlerdi. Musa (as) bunu anladığı için başka da bir soru sormamıştır. Muhtaç olduğu bir lokma ekmek dahi istemeden gölgeye çekilerek şöyle dua etmiştir: “Ey Rabbim! doğrusu ben, bana hayırdan (yemekten) ne indirirsen ona muhtacım (karnım aç bulunuyor).”[6]
Kızlar eve erken gittikleri için babaları bunun sebebini sormuş, onlar Hz. Musa’dan (as) bahsetmişlerdir. Sonra babaları kızlarından birini göndererek Hz. Musa’yı (as) çağırmıştır. Hz. Musa (as) gelip başından geçenleri anlattıktan sonra kızlardan birisi yaşlı adama (Medyen’deki şahsın Şuayb (as) olduğunu uzak bir görüş olarak değerlendirdiğimiz için yaşlı salih bir zat demeyi daha uygun görüyoruz. Muhtemelen Medyen halkı Hz. Şuayb’tan sonra çocuklarına Şuayb ismini verdikleri için bu zatın ismi Şuayb olabilir.) şöyle der: “O iki kızdan biri, “Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır” dedi.”[7] Burada akla şöyle bir soru gelebilir. Onun emin ve güçlü olduğunu nereden anladı? Tefsir eserlerinde anlatılanlara göre onların hayvanlarını sularken birkaç kişinin kaldırabileceği ağırlığı tek başına kaldırdığını gördüğü için onun güçlü olduğunu anladı. Emin olduğunu ise yolda yürüyüşünden anladı. Çünkü Hz. Musa (as) kızın arkasından onu takip ederek yürümek istememiştir. Kendisi önde yürüyerek dönmesi gereken yöne taş atmak suretiyle yolu tarif etmesini istemiştir. Böylece kız, evlenebileceği şahsı babasına göstermiştir.
Hz. Hatice ile ismi Tevrat’ta Sippora olarak geçen Safura’nın ortak yönleri, evlenmek istedikleri şahsa kendileri talip olmalarıdır. Safura, tanımadığı, bir lokma ekmeğe muhtaç durumdaki bir insanla sırf emin ve güçlü olduğu için evlenmek istemiştir. Bunun üzerine babası 8 yılı zorunlu, iki yılı da teberru olmak üzere toplamda 10 yıl kendisine çobanlık yapmak şartıyla kızını onunla evlendirmiştir. Tabii ki Hz. Musa (as) muhsin olmanın gereğini yaparak 8 yıl değil gönüllü olarak iki yıl daha ekleyerek 10 yıllık süreyi tamamlamıştır.
Burada, “Mehir kadının hakkıysa neden babası kendisi için hizmet istemiştir?” şeklinde bir itiraz gelebilir. Bu soruya farklı açılardan cevap verilebilir. Anlaşma mehir anlaşması olmayabilir. Belki Hz. Musa (as) bu şartı kabul ettikten sonra nikah akdi ayrıca yapılmış olabilir. Ya da bu anlaşmanın faydası kıza dönük olduğu için mehir sayılabilir. Çünkü Hz. Musa (as) olmasa o kız sürüye çobanlık yapmak zorundaydı. Dolayısıyla kadının işini üstlendiği için de mehir olarak kabul edilebilir.
Hz. Hatice ise Hz. Muhammed’in eminliği hakkında Mekke’de çok haberler alıyordu. Bununla birlikte kölesi Meysere ile birlikte onu bir ticaretin başında da görevlendirdikten sonra adeta onun bu özelliğinden dolayı ona hayran kalmıştır. Hz. Hatice’nin çok zengin talipleri vardı. Ancak O, hepsini reddetti. Nefise aracılığıyla Hz. Muhammed’e (saa) bizzat evlilik teklifini yaptı. Tabii ki peygamberimiz (saa) kendisinin fakir olduğunu dile getirdi. Ancak Nefise, Hz. Hatice’nin bu evliliği istediğini söyleyince Peygamberimiz de kabul etmiştir.
Hz. Hatice’nin Hz. Muhammed’e talip olmasının en önemli sebebi ondaki eminlik vasfını görmesi ve üstün ahlakıydı. Çünkü onun maddi hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. Alışılmışın dışında hareket ederek bir kadın evleneceği adaya evlilik teklifinde bulunmuştur. Tıpkı Hz. Musa’nın eşi gibi. Hz. Musa’nın evliliği tanışma döneminden itibaren detaylı anlatılırken sanki Peygamberimizin evliliğinden sahneler izliyor gibi oluyoruz. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübela, II, 110.
[2] Tevbe, 9/100.
[3] Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübela, II, 110.
[4] Tabersi, Mecmau’l Beyan, ilgili ayet tefsirinde.
[5] Ahzab, 33/28.
[6] Kasas, 28/24.
[7] Kasas, 28/26.
Kur’ân’da Kelimullah ile Habibullah’ın Mücadeleleri (1): Birbirini Takip Eden İki Ümmet