Zamana ayarlı sözler
Bugünü yaşıyoruz. Dün geçip gitti, yapıp ettiklerimiz geride kaldı. Eksiğiyle, fazlasıyla. Aslında fazlası diye bir şey yoktur. Yapılabilenlerin yapılmasıdır aslolan. Belki de gücün ve takatin aşıldığı anlar olabilir. Bu yapılanlar yapılacaklar yanında kârdır. Bu da şu anlama geliyor, yapılabilecekler daha varmış. İstenirse yapılabilir diye bir durum söz konusu.
Zaman israfı diye bir şey var. İnsanın zamanı boşa tüketmesi, yapılabilecekler var iken yapılmaması, tembellikte bulunulması ya da boş verme ve umursamama gibi durumlar söz konusu oluyor.
İnsanın zamanını çalan, fazlasıyla meşgul eden bir israf süreci var. Bu; emeğin, zamanın, enerjinin israfı anlamına geliyor. Genç bir milletin enerjisinin boş, yararsız ve zararlı işlere harcanması da israf.
Bir milletin varlığı ve gücü genç enerjisi ve ona bağlı olarak hakkıyla yerinde tüketilmesi, harcanması ve hayatın dolu dolu olmasıdır.
Medeniyetimiz insanın zamanını en olumlu değerlendirilecek bir hayat tarzı ortaya koyuyor. Bu hayat tarzında ne fazlalıklar ne de eksiklikler var. İbadetler insanların varlık bilincini oluşturuyor, hayatı anlamlandırıyor. Boşu boşuna yaşanan bir hayat değil, insan olma bilincinin varlığı.
Her insanın gücü, birikimi, yeteneği ile yapabilecekleri var. Yapamayacakları olduğu gibi. Her insanın kendine özgü gerek fiziki gerekse manevî bir gücü bulunuyor. İnsana verilmiş olanların değerlendirilmesi insanın kendi özel çabasına bağlı. Yapacakları, emeği, gayreti onu bir şeyler yapmaya yöneltiyor.
Zamanın koşulları insanların yapılarını ve tutumlarını belirliyor. İnsanlar, bulundukları ortamın, medeniyetin ruhuyla beslenirler. Edindiklerini kendi kültür ve düşüncenin özüne uygun kendi tarzlarıyla ortaya koyarlar. Özel çaba ve yetenekler kimi insanları öne çıkarır. Onlar da yerlerinde durmadan, hayatı kanıksamadan güçlerine güç katarlar.
Dönemlerin ve zamanların dili farklıdır. Değişen hayat koşulları yeni bir bakış getirmeyi gerekli kılar.
Sanayileşme bir hamle idi, insan buna göre ayarlandı ve şekillendi, yeni insan tipleri ortaya çıktı. Makine insanın yerini aldı. İnsan elleriyle inşa ettiği yaptığı araçlara tapınmaya başladı. Aklı ve bilgisi ile kendisini Tanrı gibi görmeye başladı. Metafiziği devreden çıkardı. Bu tanrı insan insana zulmetmeye başladı. Bazı ırklar kendilerini diğerlerinden üstün gördü. Dışındakileri tali derecede alt gruplarda gördü, onları köle gibi değerlendirdi. Yaptığı makineler ve silâhlar aracılığıyla onları köleleştirdi.
Müslümanların hem kendilerine hem de insanlığa karşı sorumlulukları bulunuyor bu salt insanlar düzleminde değil diğer yaratılmışlar için de geçerlidir. Doğaya, hayvana, bitkilere ve cansızlara karşı sorumlulukları bulunuyor. Koruma ve kollamayla yükümlü. Bu, insanlık için de gerekli.
Bir medeniyet ki, insana değer veriyor, renklerine ve yapılarına bakmaksızın onlara hakkı olanı teslim ediyor. Onlara değer veriyor. Bir siyahînin bir beyaz ile eşitliği, insan olarak görülmesi ancak İslâm inancında olabiliyor. İnsanı tanrı yerine koyan Batı ruhunun kendi ırkının üstünlüğü var olduğu sürece insanlık için bir çözüm üretemiyor.
Bugünün insanı için sözü olan, olabilen sahih ve hakiki Müslüman sanatçılar ve düşünürler ile olabilir. Onlar hem eser ortaya koyarak hem de kendilerini bu anlamda belli bir yere konumlandırarak yapabilirler.
Batı’nın çıkarcı ruhuna bulanmış olanların yapabilecekleri bir şey yoktur. Medeniyetlerinin ve Hakikat medeniyetinin ruhunu ve özünü kuşanmadıktan ve yaşanmadıktan sonra söylenecekler boşta kalır, yerini bulmaz. Müslüman’ın kendisini yenilemesi, yeni bir dil ve üslup yakalaması, bugünün insanının gönlüne girecek bir yol ve tarz bulmasıyla olabilir. (Milli Gazete)