Büyüyen Uçurum - I
Olumsuzlukları yazma gibi bir tutkumuz yok. Yaşanmakta olanlar insanı doğal olarak düşündürüyor. Düşünmek zorundayız. İçinde bulunulan çağ insanlığı tedirgin edecek boyutta. İnsanlığın bunalımı çağı dense yeridir. İnsanlığın giderek birbirini yediği, tükettiği bir süreç. Gerilimin doruğu yaşanıyor. Bu insanın ruhsal olarak dengesini bozuyor.
Psikoterapiler, psikanalistlerin giderek artması, insanlığın onlara koşuyor olması bunun bir göstergesi. İnsanlığın bozulan ruhsal dengesi çatışmaların asıl nedeni.
İnsanı huzursuz eden, mutsuz eden, geren, strese sokan nedenler nedir? Yükü manevî boşlukların oluşunun, inansızlığın, güvensizliğin, dayanışmanın olmayışı nelere bağlanabilir?
İnsanlığın doyumsuzluğu, çok yönlü açlığı sorunların büyümesine neden. Kapitalist bir sistemde, insanlığın dengesini bozan, doyumsuz kılan, açlığı her yönüyle belirginleştiren bir hayat anlayışı ağır basıyor.
İnsanların tatmin olma, açlığını giderme diye bir tedbir de bulunamıyor. Uyuşturucu bir toplumda vazgeçilmezler arasında ise, bu, ciddî bir sektör ise bir bunalımdan söz edilebilir. Üstelik kapitalist sistemde bunun insanlığa olan zararı çok da umurda değildir. Kaldı ki bu alanın baronları sadece belli güçlerin elinde değildir. Devlet kurumlarının en üst düzeyindekilerin bile işin içinde oldukları bilinmektedir. Daha rahat hareket edebilmelerinin tek yolu da budur. Ya da bu sektöre göz yumulur. Kimi ülkelerin gelir kaynaklarının başında geldiği bilinir. Bu ve benzeri durumları sadece çetelere, baronlara bağlamak pek de inandırıcı gelmiyor.
İnsanlığın boşluğu, başka alanlara yönelmesine neden oluyor. Doyumsuzluğun nedeni insanlığa sunulan büyüleyici bir hayatın hemen yanı başında duruyor olmasıdır. İnsanlığın ideali, yani ülküsü bu sistem içinde kendisini bir yerlere konumlandırma çabasına dönüşüyor.
Kapitalizm kendi zenginlerini, baronlarını, güçlülerini oluşturur. Onlarla da kitleleri kontrol altına alır. Müslümanların ruhunda var olan dayanışma bile bir çark içinde alet veya amaç olarak kullanılır. Alt katmanları sadaka, sosyal yardım gibi kimi dayanışma amaçları bilinçli bir şekilde kullanılır. Bir anlamda da insanlık tembelliğe, üretimsizliğe alıştırılır.
Buna verilecek örneklerimden biri benim de tanığı olduğum bir durumu aktarayım. Yıl 2005, Yılmaz Bayat Millî Gazete’nin başında. Birlikte iki Anadolu turu yaptık. Bunlardın biri Niğde’den başlayarak Güneydoğu ve Doğu’nun bir bölümünü kapsayanı idi. Yılmaz Bayat, Mehmet Bingöl, Hasan Durmuş ve ben. Bitlis’e vardığımızda yaptığımız görüşmeler ve toplantılarda edindiğimiz bilgiler vardı. Bunlardan biri dönemin iktidarı küresel sermayenin baskısıyla tütün üretimine kota getirmişti. Bitlis kentinin merkez mahallerinin bir muhtarı, “Köyümüzde kırk beş hane tütün ekiyordu. Kota gelince yasaklandı. Sadece beş aile üretime devam etti” dedi. O zaman Bitlis tütünü çok da kıymetli idi. Türkiye’de sayısı onun üzerinde tütün fabrikaları vardı. Hayatım boyunca sigara içmedim. Fakat aklıma gelen anımsayabildiğim birkaç markayı burada sıralayayım. Samsun, Maltepe, Yenice, Birinci, Bafra vs. Şimdi bunların hiçbiri yok. Tamamı yabancı marka, çokuluslu şirketler. Bu toplum kendi üretimi olan sigarasını bile içmekten mahrum.
Diğer bir konu ise, muhtarın verdiği bilgiye göre kız çocuklarına 25, erkek çocuklara 20 TL devlet destek veriyor. O zaman için ciddî bir rakam. Kimi ailelerin kimi gereksinimlerini karşılar gibiydi. Bir de çok çocuklu aileler için hatırı sayılır bir gelir. Merhum Erbakan Hoca’nın bir sözünü Yılmaz Bayat anımsattı: “Ameller niyetlerle çarpılır.” Bu ilginç bir yaklaşım. Oy kaygısıyla yapılan bu destekler bir siyasal partiye oy kazandırır. Ancak o toplum tembelliğe, üretimsizliğe alıştırılır. İnsanların gözü, tarlada, bağda, bahçede, hayvanda, ahırda, tarlada olmaz. Kısa süreli bir bakış insanlığı tembelliğe ve üretimsizliğe iterken değişen hayat koşullarına bu sosyal yardımlar yetersiz kalır. O zaman küresel çarkın tuzağında, bunalıma sürüklenen bir toplum ve insanlık olur. (Milli Gazete)