Büyüyen Uçurum II
Batı toplumlarındaki bunalımların neler olduğunu, onların arasında yaşamadığımızdan göremiyoruz ve bilemiyoruz. Bizdeki medya ve iletim dili onlarınki gibi midir? Haberler, sosyal medya üzerindeki bilgiler nasıl seyrediyor? Bizde, kimi karşıt çevrelerin haber yayma, bunları değerlendirme, yönlendirme, gerçeğe uygun mu değil mi, çarpıtılması veya olduğu gibi yayılması kuşkulara neden oluyor. Olayların çarpıtılması, abartılması da durumun bir diğer yanı.
İtalya’da sokak ortasında on sekiz yaşındaki bir kadının yedi kişi tarafından istismar edilmesi ve bunun yansıması nasıl oldu? Bize yansıdığı kadarıyla bilgi sahibi olduk, öylesine geçip gitti. Bizde ise günlerce bunlar tartışılır konuşulur. Üstelik bunlar ideolojik bir duruma büründürülür.
Psikanalistlerin eserlerini okuduğumuzda Batı’da insanlığın durumunun vahametinin farkına varabiliyoruz. Erzurum’da öğrenci olduğum yıllarda, okuduğum romanlardan ve kimi eserlerden yola çıkarak “Batı’nın Ölümü” başlıklı bir yazım Yeni Devir kültür sanat sayfasında yayımlanmıştı. Rolloy May’ın Psikoterapist ve Mitlere Yolculuk eserini okuyunca uçurumun ne denli büyük olduğunu, kendilerine gelen hastalardan, konuyla ilgili eserlerden yola çıkarak bu “ölüm” ve “ uçurum”un boyutlarının ne denli derin olduğunu fark ediyoruz.
Metafiziksizliğin getirdiği bir sonuç, bunu anlıyoruz. Bundan ötürü de mit’ler yaratma, oluşturma çabalarının ne denli önem kazandığı anlaşılıyor. Uyuşturucunun ve alkolün insanların kaçış alanı olduğu, bunun da giderek daha derinleştiğini, kurtuluş için çırpınışların psikiyatri bilim ve mesleğinin ne denli önemli bir meslek hâline geldiği anlaşılıyor. Kitapta çok örnekleri olmasına karşın sadece kısa bir iki alıntı ile yetinelim: “İnsanların terapiye gelme nedeni güçsüz olmalarıdır; başaramamaktan şikâyet ederler. Ruhlarını şeytana mı –günümüzde eroin, kokain, alkol satmalıdırlar? İçlerinden bazıları da bu yollara da başvurmuş, kesin bir tedavi beklemelerine rağmen en azından acılarını bir nebze olsun bastırabilmeyi denememişlerdir.” [Okuyan Us Yayınları, s. 328] Bunun sayısız örnekleri bu eserde yer almaktadır. Çürüyüşün ve ölümün boyutları çok derin. İtalya’da yaşanan vahim olayın yankısı elbette büyüyecek. Ne ki Amerikan dolayısıyla Batı emperyalizmi tarafından Irak Savaşı’nda iki milyona yakın insan öldürüldü, kadınların ırzlarına göz göre göre geçildi, erkekler çırılçıplak soyularak gösterimlerde bulunuldu ama kılları bile kıpırdamadı. Bu kanıksanmışlık hâli, bir sinema filmi gibi sadece küçük bir iz bırakarak unutuldu gitti.
Bugün bizim toplumumuzda da psikolojik danışmanlıklar, meslekler bir anlamda bunalım sürecinin bir göstergesi. Sokaklardaki kadın cinayetleri, çocuk istismarları, sokak ortasında silahlı çatışmalar, güpegündüz evlerin ve işyerlerinin basılması insanların öldürülmesi öylesine bir basitliğe indirgenemez.
Kapitalizmin doyumsuzluğu, kazanç için her türlü gayrimeşruluğu, sınırsızlığının oluşturduğu en büyük travmadır. Metafiziksizlikte; helali, haramı, insan katlinin öldürülüşünün büyük bir günah oluşunun farkında bile olunamıyor. Çünkü böyle değerleri yoktur.
Çağın bunalımı Batı düşünüş ve inanışıyla giderilebilinir mi? Bu temel sorun bizim için de geçerli midir? Hatay’da deprem sonrasın Batı müziğinin gösterimi, o gönlü yaralı insanların ruhlarını veya kimlerin ruhlarını teskin etti? Bir avuç insanın teskin oluşu tatmin edici midir?
Rolloy May’in şu saptamasıyla konuyu bağlayalım: “Terapistler tuhaf bir mesleğin erbabıdırlar. Bu kısmen dindir. Rönesans’ta Paracelsus’un yaşadığı dönemden bu yana doktorlar -ve sonrasında psikiyatr ve psikolojik terapistler- aynı zamanda rahip cübbesini de sırtlarında taşımışlardır.” [Age, s. 181] Bizimkilerin onları öykünmesi işin asıl tuhaflığı.
Bu çağın bunalımının ve uçurumunun önüne ne geçebilir, insanlığı kurtuluşa erdirebilir? Materyalist bir zihinle insanların yanıltılması, aldatılması en büyük sorun. Bu da kapitalizmin kendine özgü dini anlayışıdır. Kamuflajını da çok iyi yapar, insanlığı uyutur. (Milli Gazete)