Darbe ve Sonrası...
3 Temmuz itibariyle Mısır’da gerçekleştirilen darbe, salt Mısır’daki iktidar değişimi ya da Muhammed Mursi yönetiminin devrilmesiyle sınırlı bir durum değildir.
Her ne kadar darbenin gerçekleştiği yerin Mısır olması ve darbeye uğrayanın İhvan kökenli iktidar olması ise de darbenin güç odaklarının onayı ve yedeğindeki Körfez krallarının dayanışmasının bir sonucu olması, gerekçesinin de etkisinin de Mısır’la sınırlı bir vaziyet arz etmediğini göstermektedir.
Evvela şunu görmek gerekir ki, bölge politikalarında iflas eden ABD-israil ekseninin Arap Baharıyla beraber Mısır ve diğer bazı ülkelerde İslami camiaların seçimler yoluyla işbaşına gelmesine seyirci kalması, bir lütuf olmanın ötesinde farklı alternatifler üretememesinin yol açtığı bir durumdu.
Hep Amerika’nın oluşan fiili durumla beraber “Arap devrimlerini” rayından çıkarma politikasından bahsedildi. Açıkçası İhvan üzerinden bunu çok denedi. Denemenin ilk aşaması ise, kendince radikal bulduğu İhvan ve diğer İslami grupları radikallikten kurtararak ılımlı bir konuma sürüklemek istemesi oldu. Bunun anlamı, bölgede yürüttüğü kirli politikalarını İslami kesimler üzerinden yürüterek meşrulaştırma hedefiydi ve bu kapıyı oldukça da zorladığı söylenebilir. Hatta bundan devşirmek istediği ilk kazanım da israil’in karşısında değil, israil’in güvenliğine katkı sağlayacak bir “İslami eksen” oluşturmak oldu. Özellikle Suriye sahasıyla daha iyi anlamını bulan mezhepsel kamplaşmaya bariz bir ivme kazandırarak İslam dünyasının Şiisiyle Sünnisiyle israil’e karşı beslediği duyguların mezhepsel farklılıklar üzerinden farklı İslami kesimlerin yaşayacakları iç çekişmelere yönelmesini öngörüyordu.
Mısır’da kısıtlı şekillerde İhvan’a tanınan bir senelik süre sonucunda gelinen nokta ise ABD-israil ekseni için umuttan ziyade endişe ve korkunun ağır basmasına yol açtı. Yedeğine alacağı “ılımlı” ya da “Sünni kamp” ile önce kendi deyimleriyle “Şii Hilali”ni bertaraf etmeyi düşünürlerken, bu gidişle Sünni dünyasını da kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldıklarını değerlendirdiler.
Bir taraftan tek kutuplu güç politikasından bölgesel ittifaklara giden sürecin etkili olduğu bir dünya gerçekliğinde Mısır’da yaşanan tecrübenin diğer Körfez krallıklarına da halk iradesinin önemini dayattığını görürlerken, diğer taraftan halk iradesinin krallıkları tehdit edecek boyuta varmasıyla beraber muhtemel bir “İhvan Hilali”nin kontrol edilemeyebileceği sonucuna vardılar. Vardıkları bu sonuç aslında başından beri hem İsrail hem de Körfez krallıklarının taşıdıkları korkularla da bütünleşince olası tehlikenin kaynağına yani Mısır’a müdahale etmek kendileri açısından kaçınılmaz oldu.
Darbenin asli gerekçeleri özelde Mısır’la genelde ise bölgesel politikalarla bağlantılı olduğu için etkisinin de sadece Mısır’la kalmayacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Darbe öncesinde İhvan’la ortak hareket eden Türkiye’de Gezi olaylarının kısa süre sonra siyasi iktidarı “terbiye” etme girişimlerine dönüşmesi ve Türkiye’nin ortak politika yürüttüğü Katar’da baba kralın yumuşak bir darbeyle yerini oğul krala bırakması, yaşanacak Mısır darbesi öncesinde bölgeye yeniden nizam dayatacak hazırlık çalışmaları niteliğindeydi.
Darbeye darbe diyememe acizliği çokça eleştirilse de bir bütün olarak Batı aleminin darbenin arkasında durması, öncesi ve sonrası ile beraber darbe sürecinin enine boyuna tedkik edilerek yeni bir bölgesel strateji geliştirildiğini ortaya koymaktaydı.
Batının bölgede vazgeçemeyeceği asli kuralının israil’in güvenlik endişeleri olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, darbenin yansımalarının Mısır’dan sonra hissedileceği ilk yer Gazze ve Filistin politikası olmalıydı. Nitekim öyle de oldu. Mursi ve ekibinin Hamas’la geliştirdiği ilişkilerin “Terör ilişkisi” olarak kabul görülmesiyle beraber Gazze tünellerinin büyük çoğunluğunun imha edilmesi, Refah sınır kapısındaki geçişlerin olabilecek en üst seviyede daraltılması, Abbas yönetimiyle yeniden yürütülecek ihanet süreci öncesi Hamas’ı tamamen işlevsizleştirmenin ilk adımları oldu.
Aslında Filistin’e yönelik bu politika yeni icat edilmiş bir şey değildi. Tıpkı Mübarek döneminde yapıldığı gibi Abbas yönetiminin konumunu önemseme politikasından hareketle Hamas’ın Filistin’in geleceğinde söz sahibi olmasının önüne geçilmesi çabalarını içeren eski politikalara rücu etme anlamına geliyordu. Darbeyle beraber güncellenen eski politika, aslında denenip sonuç alınamayan bir politika olmasıyla ünlüydü.
Hamas’a karşı geliştirilen eski baskıcı politika açısından şunu öngörmek mümkün: Hamas’ın siyasi sürece monte edilerek işgale karşı haklı direnişini törpüleme politikalarına karşı bu tavrın Hamas için belki de daha hayırlı olacağını düşünmek mümkündür. Ancak, siyasi manevralarla Hamas’ı sürece monte etmeye çalışan ülkelerin artık eskisi gibi Hamas’la siyasi diyaloglarını sürdüremeyeceklerinden hareketle bu yönde bir politika benimseyen Hamas’ın siyasi dostlarını kaybetmesine karşı ilişkide olduğu eski dostlarıyla bu süre zarfında yaşadığı sıkıntılar, belki de Hamas’ı daha fazla zorlayacak gibi görünmektedir.
Herhalde darbeci güçler koalisyonunun ilk fırsatta Abbas yönetimini tez elden “Barış masasına” oturtma çabaları da darbe sonrası dönemle beraber yeni dostlarını kaybetmekle beraber eski dostlarıyla da sorunlu bir ilişki yaşamaya başlayan Hamas’ın içine düştüğü bu dezavantajlı durumu bir fırsat olarak değerlendirmek istedikleri söylenebilir. Darbe koalisyonunun Abbas yönetimiyle “siyasi uzlaşı” hamlesi bu yönüyle dikkat çekici olmakla beraber Hamas’ın tek ve değişmez alternatifi de yine direnişi yükseltme çabası olacaktır.
Darbe sonrası yaşananlar veya yaşanacak olanlar bir süreç işidir ve tezahürleri belli bir sürece yayılıp etkisini göstermeye çabalayacaktır. Darbeyle gelecek dayatmaların ilk ayağı Hamas olsa da sırada farklı yerler de olacaktır. Darbeci politikanın bir ayağı Suriye’de olacak iken diğer bir ayağı da Tunus’a yansıması olacaktır.
Suriye’de Esad’a karşı istedikleri alternatifi üretemeyen ABD ve darbeci ittifakın burada yeni bir politikaya yöneleceği, daha önce “Ilımlı” diye tabir ettikleri gruplara karşı da artık mesafeli duracağını öngörmek gerekecektir. Bunun ilk işaretleri ise, daha önce silah akışı için alınan kararların, darbeden sonra tekrar gözden geçirildiği açıklamalarının bir çok ülkeden peşpeşe yükselmesi ve bu açıklamaların “Esad’ın hala çok güçlü olduğu” açıklamalarıyla eşgüdüm halinde seslendirilmesi olmuştur.
“Esad hala güçlü” ve “silah akışı kararının yeniden gözden geçirildiği” açıklamalarının en yalın anlamı, “Esad yerinde kalmalıdır” sonucunu ele vermektedir.
Mısır’ı darbeyle geri alan darbeci ittifakın ikinci bir durak olarak Tunus’a yönelerek Bin Ali özlemi çekmeye başladıkları da gözlerden kaçmamaktadır. Mısır’daki darbeci odaklardan esinlenerek oluşturulan motorize grupların “Temerrud Hareketi” adıyla Tunus’ta da boy göstermesi ve Selefi grupların Temerrudçu grupları harekete geçirmeyi hedefleyen yeni suikastları, ayrıca farklı bir anlam barındırması açısından da önemlidir. Darbeci ittifakın artık kendi deyimiyle “Ilımlı” nitelediği kesimlere bile tahammül göstermediği bir ortamda kimi Selefi gruplarla örtüşen politikalarının Mısır’dan sonra Tunus sahasında da kendini ele vermesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur. Bu doğrultuda “Darbeci – Selefi ittifakının” Mısır ve Tunus’tan sonra zuhur edeceği diğer bir istasyonun Suriye olma olasılığı hiç de göz ardı edilmemesi gereken bir nokta olacaktır. Kaldı ki Suudi’nin darbeci ittifakta önemli bir rol icra etmesinin altında yatan neden de Suudi’nin bir çok Selefi grup üzerindeki vesayetiyle açıklanabilir.
Bunun dışında, Körfez krallıklarının otoriter sistemlerini halk iradesiyle zorlayan İhvan ve benzeri İslami camiaların bundan sonra daha fazla baskılara maruz kalacakları, siyasi alanda görünür olmalarının önüne geçmek için her türlü kirli manevralara başvurulacağını da beklemek gerekecektir. Mısır’da iktidardan düşürülen İhvan, tüm Körfez bölgesinde kıstırılmaya çalışılacaktır.
Elbette sıraladığımız durumlar, darbe koalisyonunun hedeflediği stratejiler olarak anlaşılmalıdır. Darbe koalisyonunun her planladığının tutup tutmayacağı ise öncelikle Allah’ın takdiri sonrasında ise hedef noktalardaki kesimlerin manevralarına bağlı olacaktır.
Darbe koalisyonu, yeni atraksiyonlarının tümünün startını Mısır’da darbeyi gerçekleştirerek vermiştir. Mısır’da İhvan’ın çağrısına icabet eden halk kitleleri şimdiye kadar darbeciliğe reddiye anlamında mükemmel bir performans sergilemiştir. Darbenin püskürtülmesi başarılırsa bu durum sadece Mısır’daki cuntanın püskürtülmesi değil; sponsorlarıyla, planlamacılarıyla, finansörleriyle, tetikçileriyle bir bütün olarak darbeci koalisyonun püskürtülmesi anlamına gelecektir.
Darbecilerin püskürtülmesi aynı zamanda İhvan’ın sadece Mısır’da değil, tüm Körfez krallıklarında gömülmek istendiği ölüm çukurundan kurtulması anlamına gelecektir. Püskürtme ihtimali, darbeci koalisyonun yeni manevra alanlarında uygulayacakları şeytani politikaların da iflasına vesile olacaktır.
Darbe püskürtülmez veya işlevsizleştirilemez ise işte o zaman darbecilik başarısı bölgenin geneline damga vurmayı başarmış olacaktır.
Darbe koalisyonunun bölge genelinde uygulamaya niyetlendiği kem planların startı Mısır’dan verildiği gibi, kem planların boşa çıkarılması da ancak Mısır’dan start almakla mümkün olacaktır. (İnzar Dergisi)