Irak Şiilerindeki değişim ve Suudi ile ilişkiler ne anlama geliyor?
Irak denince; işgal sonrası bitmek bilmeyen şok dalgaları, mezhep çatışmaları, IŞİD sorunu ve son olarak Kürdistan yönetiminin yapmayı kararlaştırdığı bağımsızlık referandumu gibi vakalar akıllara geliyor.
Ülkenin yaşadığı bu tür sorunlar bağlamında her şey üç temel unsur üzerinden ele alınıyor;
Kürtler, Şiiler ve Sünniler…
Yaşanan hadiseler üzerinden Kürtlerin birlik anlamında bir bütünlük arz etmedikleri ortaya çıktı.
Sünnilerin de birbirleriyle uyuşmayan pek çok önceliklerinin olduğu ortaya çıktı.
Şii kesim ise, diğer iki unsura nazaran uzun süredir bir ittifak görüntüsü sergileseler de aslında bu kesim arasında da pek çok farklı nokta bulunduğu gerçeği hep görmezden gelindi.
Irak ve daha sonra Suriye üzerine sarkan çatışma akımını siyasal zeminden mezhepsel zemine çekme gayretleri, Şiileri İran kontrolünde motorize olmuş bir kitle olarak lanse etmekten hareketle Sünni zemine yaslanan bir karşı hamle ile karşılık verme planlarının önemli bir sonucuydu. Politik arzuların zikredildiği şekliyle mezhep ambalajına sarılması çabalarının çift yönlü bir karşılığa tekabül ettiği söylenebilir. Bunun bir yönü karşılıklı mezhep kışkırtıcılığı, diğer yönü ise Şiileri her halukarda birlikte hareket etmeye mecbur kılması sonucunu doğurdu.
Oysa son dönemde Irak Şiileri arasında yaşanan bir takım gelişmeler, Şiilerin de tıpkı Sünniler gibi yekpare olmadıklarını gösteren önemli göstergeler içermektedir. Dahası, Irak başta olmak üzere Şii dünyasının bir bütün olarak İran`ın kontrolünde olduğu kanaatini çürütecek gelişmeler yaşanmaktadır.
Son yıllarda bir devlet olarak İran`ın artan bölgesel etkinliğinin “Şii Hilali” veya “Şii Yayılmacılığı” gibi kodlar üzerinden okunması, İran`ın yanı sıra Irak da dahil tüm Şiilerin hedef tahtasına oturtulması sonucunu doğurdu ki, bu durum öncelikle Şiiler arasında müthiş bir dayanışmanın sergilenmesine yol açtı.
“Şii yayılmacılığı” gibi itici söylemler hala önemli oranda alıcı bulmaya devam ediyorken son dönemde Iraklı Şii grupların yerel ve bölgesel bazda yöneldikleri bir takım gelişmeler, Türkiye medyasında pek ilgi uyandırmasa da dünya medyasında üzerinde hayli durulan bir konu halini almıştır.
Medya mecraları, özet niteliğini geçmeyen haber duyurularıyla Suudi Arabistan`ın Iraklı Şii liderlere gönderdiği davetiyeleri peş peşe duyurdu.
Davetin Şii karşıtlığının bayraktarlığını yapmakla ünlü Suudi Arabistan krallığı tarafından yapılmış olması birçok yorumları da beraberinde getirdi.
Mukteda Sadr, Cevad Halisi ve Ammar El Hekim, davetiye gönderilen başlıca Iraklı Şii liderlerdendi.
Elbette bu durum çokça garipsendi. Görüşme ve diyalogun asıl, çatışmanın tali konular arasında olması gerekirken davet ve diyalog çağrısının ön plana çıkmasının verdiği şaşkınlık ve yapılan komplo teorileri, İslam dünyasının henüz siyasal olgunluk çizgisinin ne denli gerisinde olmasıyla ilgili bir durumdur. Hal böyle olunca ihtimaller, opsiyonlar, teoriler birbirini izledi.
Gerçi daveti kabul edip Cidde`de veliahd prens ile görüşen sadece Mukteda Sadr oldu. El Hekim, Suudi tarafından kabul edilemeyecek şartlar öne sürerek kabul görmesi halinde gidebileceğini belirtti.
Cevad Halisi pek bilinen bir şahsiyet değil. Ama Sadr ve El Hekim bilinen şahıslardı. Haliyle ne oldu da Suudi krallığı böyle bir yola başvurdu sorusu kadar, neden El Hekim ve Sadr davet edildi sorusu da önem kazandı.
Mukteda Sadr, başından beri Şii ittifakla iyi geçinen biri değil. ABD işgali karşısında sergilediği tutum diğer Şii gruplardan farklı olduğu gibi, İran`la ilişkileri de hep tartışma konusu olageldi. Şii ağırlıklı Bağdat hükümetlerine hep muhalefet etmekle tanındı, zaman zaman merkezi hükümete bağlı kolluk güçleriyle çatışmalara bile girdi. Kısacası Iraklı Şii gruplar arasında bilinen en aykırı lider olarak tanındı. Birçok bölge ülkesiyle olduğu gibi Suudi krallığıyla da sert tartışmalara girmiş olan Sadr, en son Ayetullah Nimr`in idam edilmesinden dolayı Suudi krallığını IŞİD`le özdeşleştiren sert açıklamalarda bulunmuştu. Bu nedenle Suudi`nin kendisini davet etmesi kadar, Suudi`ye gitmesi de şaşırtıcı bulundu.
Ammar El Hekim ise Sadr`ın aksine uzlaşmacı ve herkesle diyaloga açık kimliğiyle tanınıyor. Geçen aya kadar başında bulunduğu Irak Yüksek İslam Konseyi teşkilatı dededen kalma bir teşkilat ve bu teşkilat Iraklı dini mercilerden ziyade İran`la olan ilişkisiyle bilinir. Bu teşkilat kurulduğu 1982 yılından beri İran`la en fazla ilişkisi olan teşkilattı. Zaten teşkilatın merkezi de Irak işgaline kadar İran`daydı. Ammar El Hekim Irak Yüksek İslam Konseyi başkanlığının yanı sıra 14 Şii partisinden oluşan Irak Ulusal İttifakı`nın da liderliğini yapmaktaydı.
Ancak her ne olduysa Ammar El Hekim geçen ay kendi teşkilatından istifa ederek Hikmet Partisi adında yeni bir parti kurdu ve partinin başına geçti. Irak Yüksek İslam Konseyi`nin parlamentodaki 29 vekilinden 24`ü El Hekim ile birlikte yeni kurulan partiye geçti. Tam da bu gelişme sürecinde El Hekim`in Suudi krallığı tarafından davet edilmesi kafaları iyice karıştırdı.
Şu sorular akla geldi:
Acaba Suudi krallığı mı oluşan yeni durumdan istifade etme yoluna başvurdu?
Yoksa El Hekim bu gelişmeleri dikkate alarak mı eski partisinden istifa edip yeni parti kurmaya girişti?
Açıkçası bu tür sorulara verilebilecek kesin cevaplar henüz meydanda yok. Ama yaşanan bu gelişmelerin bir takım değişimlere gebe olduğu da söylenebilir.
Merkezi hükümet uzun zamandır Şii çoğunluklu iktidarların elinde, ancak Irak sahasına yansıyan olumlu gelişmelere rastlamak henüz mümkün değil.
Şiiler arasında Kum ekolu ile Necef ekolü ayırımı var, bunun bir yansıması olarak Şii Farslar ile Şii Araplar ayırımı var.
İran üzerinden Iraklı Şiileri de hedef tahtasına koyan bölgesel ve uluslar arası bir konjonktür var.
Şii grupların kendi iç ihtilaflarının yanı sıra İran`la ihtilaf yaşayan gruplar da var.
İran`ın Irak üzerindeki etkisi var.
Bu tür durumlar Şii grupların ayrışma yoluna gideceğini gösteren keskin hatlar barındırır mı? Bilemeyiz.
Bunların yanı sıra;
İsrail-Suudi ekseninin İran ve Şia düşmanlığı var.
Bu eksenin İran karşısında her geçen gün gerileme durumları var.
Yine bu eksenin İran`ı yalnızlaştırma, içeriden komplo üretme ve dolayısıyla Şiileri bölme planları var.
Tüm bu olasılıklar, El Hekim`in eski partisini bırakması ve Sadr`la birlikte Suudi`nin davet listesinde yer almaları bağlamında değerlendirilebilir. Ancak tarafların bizzat kendi ağızlarından duyulan farklı gerekçeler bulunmadığı için bu tür ihtimaller üzerinden kesin kanaatler ortaya koymak şimdilik mümkün değildir.
Ama yine de farklı medya organlarında çeşitli değerlendirmeler yapılmakta, farklı teoriler ileri sürülmektedir.
* * *
Konu etrafında “medyascope”de yer alan bir yorumda şu görüşler ileri sürülmektedir:
…Şii din adamının Riyad ziyaretine dair birçok değerlendirme yapıldı.
The National`da yayınlanan bir makalede Trump yönetiminin bu ziyareti bölgesel istikrar ve İran`ın yayılmacı politikalarının önlenmesi için olumlu bir gelişme olarak gördüğü yazıldı. Makaleye göre adını vermeyen bir ABD Dışişleri yetkilisi, görüşmeyle ilgili şöyle konuştu: “Hem Suudi Arabistan hem Irak, ABD`nin önemli müttefikleri, bu iki ülkenin güçlü ilişkileri olmasını önemsiyoruz. Bu tür adımları desteklemeye devam edeceğiz.”
Eski ABD Büyükelçisi: “Suudiler asıl tehdidin İran olduğunu anladı”
ABD`nin Türkiye ve Irak eski Büyükelçisi James Jeffrey, Riyad`daki görüşmeyle ilgili verdiği mülakatta ziyareti şöyle yorumladı: “Bu ziyareti, Suudilerin şu an Ortadoğu`daki en önemli gelişmenin İran`ın henüz durdurulamayan ilerleyişi olduğunu anladıklarına dair oldukça mühim bir işaret olarak okuyorum.” Riyad`ın sonunda sorunun Şii-Sünni çatışması değil, İran`ın milisler yaratmak ve rejimleri devirmek için asimetrik yöntemler kullanması olduğunu anladığını söyleyen Jeffrey, Sadr`ın ziyaretinin, İran`a karşı durmanın tekrar Suudi dış politikasının önceliği haline geldiğinin altını çizdi.
Trump yönetiminin “tatlı bir oyuncak olan IŞİD`le savaşmayı” bırakıp “asıl tehdit” İran`a odaklanması gerektiğini söyleyen Jeffrey, Washington`ın bunu anladığını ama henüz nasıl bir siyaset geliştireceğine karar veremediğini öne sürdü.
İran Medyası: “Şok edici bir ziyaret”
İran`da hükümete ve Devrim Muhafızları`na yakın medya ziyarete çok fazla yer ayırmamayı tercih etti. Tahran Belediye Başkanı Bagher Galibaf`a yakınlığıyla bilinen Fararu, ziyaretle ilgili haberi “Manşetlerden düşmeyen Iraklı din adamı Suudi Arabistan`la mı yakınlaşıyor?” başlığıyla paylaştı. Haberde Sadr`ın “sık sık siyasi duruşunu değiştirdiği bilinse de” ziyaretin “beklenmeyen, hatta şok edici” bir gelişme olduğu yazıldı.
İran`da Arap ülkeleriyle ilgili yazılarıyla bilinen yorumcu Sabah Zangeneh, Riyad`ın Sadr`ı “Irak hükümetine hatta İran`a karşı bir baskı aracı olarak kullanmaya çalışabileceğini” belirtti.
Ziyaretin amacı Arap birliği mi, Şiiler arasında çatışma çıkarmak mı?
Lobelog`ta yayınlanan makalesinde Shireen Hunter, Suudi hükümetine karşı sert çıkışlarıyla bilinen Sadr`ın Riyad ziyaretiyle ilgili iki ihtimal öne sürüyor. Hunter`a göre Suudi Arabistan, Iraklıların ulusal kimliklerine vurgu yaparak, Irak`ı İran`dan uzaklaştırmak ve Arap ülkelerinin yanına çekmek istiyor olabilir. Hunter`ın ziyaretle ilgili diğer senaryosu ise Riyad`ın Şiileri “zayıflatmaya” çalışıyor olduğu. Hunter`a göre Sadr`ın Suudi Arabistan`la yakınlaşması ve İran`ı karşısına alması İran`a yakın Şii Iraklılardan tepki toplayacaktır ve bu davet, Şiiler arasında huzursuzluk çıkarmak için atılan bir adım olabilir.
2011 yılında başlayan Arap Baharı, Suudi Arabistan`a da sıçramış, ülkenin doğusundaki Şii azınlık hükümet karşıtı kitlesel protestolar düzenlemişti. Riyad yönetimi 2016 yılında Şiilerin lideri Şeyh Nimr El Nimr`ı infaz ettiğinde Sadr Suudi Şiileri sokaklara çağırmış ve Suudi yönetimini “alçak IŞİDliler” olarak tanımlamıştı.
Suudi Arabistan – Irak Yakınlaşması
Mukteda El Sadr, ABD 2003 yılında Irak`ı işgal ettiğinde diğer Şii din adamlarından farklı olarak işgale karşı çıkmıştı. Bir süre İran`da yaşayan Sadr`ın Tahran`la yakın ilişkileri bulunuyor ancak Iraklı Şii liderin ülkesindeki İran etkisini azaltmak istediği düşünülüyor. Riyad ziyareti, Sadr`ın İran`ın siyasi çizgisinden ayrı düştüğü ilk olay değil. İran`a yakınlığıyla bilinen diğer Iraklı Şii din adamlarının aksine Sadr, Suudi Arabistan ve bölgedeki diğer Sünni ülkelere karşı düşmanca bir söylem geliştirmedi. Nisan`da Suriye`de daha fazla kan dökülmemesi için Beşar Esad`ın görevini bırakması gerektiğini söyleyen Sadr, Mayıs`ta ise İran ve Suudi Arabistan`ın bölgedeki istikrarı yeniden sağlamak adına “ciddi bir diyalog” içine girmesi gerektiğini belirtti. Sadr`ın bu açıklamaları, kendisine Irak, İran ve Suudi Arabistan`la konuşabilen tek aktör olarak siyasi arenada bir alan açmaya yönelik bir hamle olarak da yorumlanıyor.
Riyad ve Bağdat son dönemde ilişkilerini geliştirmek için önemli adımlar attı. 2016 başında, neredeyse yirmi sene sonra Bağdat`ta yeniden bir Suudi Arabistan Konsolosluğu açıldı. İki ülke bir süre önce stratejik ilişkilerini geliştirmek için bir Koordinasyon Konseyi kurdular. Geçtiğimiz iki ay içinde Suudi Arabistan`ı Sadr`ın yanı sıra Irak Başbakanı Haydar El Abadi ve İçişleri Bakanı Kasım Areci ziyaret etti. Riyad, Sadr`ın ziyaretinin hemen ertesinde, yerinden edilmiş kişilere yardım için Irak`a 10 milyon dolar vereceğini açıkladı.
* * *
Şark El Ewsat`ın Türkçe yayınında serdedilen görüşler ise kısaca şöyle:
İran basınında rejimin Ammar el-Hekim`in Irak Yüksek İslami Konseyi`nden çekilerek Ulusal Hikmet Akımı`nı kurmasına razı olduğuna dair haberler yayınlanıyor. Buna rağmen, bir Şii İslami Hareketler uzmanı “İranlıların Hekim`in bu son yöneliminden endişeli olduklarına” inanıyor.
Yaklaşık otuz yıl İslami Hareketlerle birlikte çalışan uzman, isminin yayınlanmamasını şart koşarak “Şarku`l Avsat”a, Hekim`in son adımları hakkındaki görüşlerini paylaştı.
Uzmanın görüşüne göre Hekim bu son adımıyla “İran atmosferinden ve mutlak Velayet-i Fakih`ten uzaklaştı ve bütün iyi yönleriyle Irak yerel atmosferine yaklaştı. O, Hekim`e karşı tedbirli davranma zorunluluğunun altını çiziyor. Hekim, bir dini merciin soyundan geliyormuş vb. gibi davranmıyor, tam tersine o basitçe, çağdaş bir Iraklı genç, İran-Irak arasında yaşanan bütün uyumsuzluklara ve Yüksek Konsey içinde yaşanan anlaşmazlıkların detaylarına dahil oldu ve muhalefet zamanında İran-Irak düğümünü yaşadı. Bu sebeple Hekim bugün Iraklı bir akılla düşünüyor.”
Uzman Şii meseleleri hakkında şuna inanıyor: “Şii rasyonalitesi bugün İran meseleleri konusunda yeni bir mesafede, İran Kudüs Gücü lideri Kasım Süleymani ile şu veya bu şekilde bağlantısı bulunan bazı Haşdi Şabi grupları, Ebu Mehdi El-Mühendis ve İran Velayet-i Fakih`i bunun istisnasıdır.” Uzman ayrıca “İranlıların Hekim`in bu son adımından endişeli olduklarını fakat Velayet-i Fakih ve İran atmosferine muhalefetini eleştirerek onu kaybetmeye istekli olmadıklarının” altını çiziyor ve “Eğer bu doğrultuda konuşurlarsa onu kaybedecekler. Bu sebeple birkaç gün önce Hekim`in Ulusal Koalisyon`un başkanlığında kalması için Ulusal Koalisyon, Nuri El-Maliki ve diğer taraflarla bağlantıya geçtiler.”
Uzmanın işaret ettiğine göre “İranlılar, özellikle onun Arap dünyasına yöneldiğini, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle sağlam ilişkiler kurduğunu bildikleri için, düşmana dönüştürülmesini de istemiyorlar. Hekim geçmişte hem Mısır`ı hem de Ürdün Krallığını ziyaret etmişti.”
Uzmanın inancına göre Hekim Arap dünyasına yönelik hareketleriyle “Irak devletinin ve sabık Nuri El-Maliki hükümetinin Irak`ın dahil olduğu Arap çevresiyle ilişkilerini düzeltmek adına beceremediklerini gerçekleştirdi.” Sözlerine şunları ekliyor, “Hekim bu yeni Ulusal Akım`ı kurarak Arap ve Irak çevresine, Irak`ın Arap çevresiyle olan iyi ilişkilerine geri dönme imkanının anlamlılığına dair bir mesaj göndermek istedi.” Ona göre “Hekim, Arap bölgesiyle yakınlaşma meselesinde Başbakan Haydar El-ibadi ile buluşuyor. İbadi`nin son dönemde seçim komisyonunda düzeltme ve bağımsızlaştırma adına bir seçme organı oluşturulmasını reddetmesine rağmen, bu ikisi ve ayrıca Mukteda Es-Sadr arasında gelecekte bir ittifak kurulabileceğini göz ardı etmemek gerekir.”
* * *
Elbette bu görüşler, derlemeyi yapan yorumcular ve başvurdukları kaynaklara aittir. Tarafların davranışları bu tür yorumlara kapı aralasa da nihai kanaatlere sahip olmak için biraz da beklemek gerekecektir.
Geçtiğimiz Şubat ayında Haşdi Şabi liderlerinden biri, Haşd`ın gelecekte Irak`taki siyasi sürece de katılacağını belirtmişti. Haşdi Şabi`nin yasal bir güç olarak tanınması, Irak sahasında en etkili bileşen olmaya başlaması ve bu milis grubunun büyük oranda İran`ın kontrolünde bulunması gibi faktörler, gelecekte Irak sahasındaki güç denklemi ve bu denklemde İran`ın oynayacağı role ışık tutmaktadır. Haliyle bu tür gelişmeler, bilindik siyasi gruplar ve tanınmış şahsiyetlerin bir tür eliminize edilebileceği izlenimini uyandırmaktadır.
El Hekim`in yeni parti kurması ve Sadr`ın Suudi açılımı, acaba geleceğe dair senaryolarda konumlarını koruma hamleleri olabilir mi sorusu ortaya çıkmaktadır.
Bunun yanında Suudi`nin Irak ilgisi oldukça artmış durumda ve Irak`ın da içinde bulunduğu boğucu şartları aşmak için farklı açılımlara ihtiyacı var.
Yine de düşmanca rekabete dayalı bölgesel gelişmelere bakıldığında Suudi için en büyük düşman İran`dır ve Suudi`nin Irak veya Iraklı dini şahsiyetlere yönelik politikasının altında İran`ı yalnızlaştırma siyaseti yattığı gerçeği kolaylıkla görülebilir.
Katar krizinde İran`ın Katar lehine devreye girmesi, ya da Suudi`nin “terörist” olarak nitelemesine karşın İran`ın son dönemde HAMAS`la artan ilişkilerini bir tür meydan okumaya dönüştürecek kadar görünür kılması nasıl ki aynı zamanda Suudi-israil eksenine yönelik bir mesaj taşıyorsa, Suudi`nin de Irak`la giriştiği ilişkilerde İran`a dönük açık bir mesaj verdiği pekala iddia edilebilir.
Suudi`nin Irak`a yaklaşması, uzun süre Irak içerisinde desteklediği kör terör saldırılarını finanse etmede yaşadığı başarısızlığın bir sonucu olarak da okunabilir.
2016 yılında uzun bir aradan sonra Bağdat`ta elçilik açan Suudi, bu yılın şubat ayında da dışişleri bakanlığı düzeyinde Bağdat ziyaretini gerçekleştirdi.
Son olarak iki ülke arasında ticaret konseyi kurulurken, Kuveyt işgalinden beri kapalı olan Arar sınır kapısının günler önce açılması, yaşanan başlıca gelişmeler arasında bulunmaktadır.
Ali Özgür / İnzar Dergisi – Eylül 2017 (156. Sayı)