Ortadoğu'ya barış gelir mi?
Suriye’de Rus müdahalesi…
Irak’ta IŞİD’e yönelik büyük operasyonlar…
Güney Kürdistan’da giderek hızlanan iç çekişmeler…
Türkiye’de “Hendek holiganlığı”…
Mesut Barzani’nin Türkiye ziyareti…
Demirtaş’ın Moskova seyahatnamesi…
Hem askeri hem siyasi alanda işler karmakarışık. Ama hepsi de birbiriyle bağlantılı.
Bölge ülkeleri, bölge dışı ülkeler, yerel unsurlar, aktörler, figüranlar…
Çatışmalar, operasyonlar, askeri ve siyasi manevralar…
Dağılan ittifaklar, yeniden oluşan birliktelikler, her gün değişen farklı taktik ve stratejiler…
Ülkeler arası süren “örtülü mücadeleler”, yerel unsurlar üzerinden savaşın en somut hali olarak beliriyor.
Tüm bu manevralar iki ana arterde düğümleniyor: Suriye ve Irak!
Suriye’de ortamın hareketlenmesi, Ocak ayı içerisinde yapılacağı söylenen “Ateşkes çağrısı” ve yapılması öngörülen siyasi görüşmelere bağlanıyor. Masaya otururken taraflar, güçlü pozisyonda bulunmak istiyor. Masaya varana dek yapılacak hamlelerle her kesin elini güçlendirme çabasına girdiği yorumları yapılıyor.
Olası ateşkes çağrıları, bunca karmaşa ve çelişkinin yer aldığı Suriye sahasında ne kadar karşılık bulur, meçhul gibi duruyor. Yine olası masa başı anlaşmaların sahada ne kadar karşılık bulacağı hususu daha fazla meçhul kalıyor.
Suriye iç savaşını “naibler” üzerinden yürüten ana aktörler gerçekçi bir anlaşmaya varmadan Suriye’de suların durulmayacağını tahmin etmek güç değil.
Türkiye-İran, İran-Suudi, ABD-İran, Rusya-Türkiye, Türkiye-Suriye, Irak-Türkiye! Bunlar belli noktalarda uzlaşmadan; yerel unsurlar üzerinden sahaya yansıyan çatışmaların bitmesi, ateşkesin sağlanması ve barış havasının oluşması ancak mucize olur.
Türkiye ve Güney Kürdistan
Türkiye, diğer bölge ülkeleri gibi bir bölge ülkesi olarak sancılı alanlarla yakından ilgileniyor. Belli stratejiler izliyor. Ancak izlediği stratejilerin bir çoğu hem diğer bölge ülkelerinin hem de ana aktörlerin stratejileriyle çeliştiği için bunun yansımalarını kendi içinde yaşıyor. 1 Kasım seçimlerine kadar siyasi alanda, seçimlerden sonra ise PKK ile başlayan ve hendeklere uzanan bir sancılı süreç geçiriyor.
Türkiye’nin stratejilerinin bölge ülkeleri ve bölge dışı ülkelerle çelişmesi, aynı zamanda bir yalnızlaşmaya da yol açıyor. Yalnızlaşmada şimdilik tek bir istisna bulunuyor. O da Güney Kürdistan yönetimi.
İlginçtir ama, Türkiye’ye karşı uygulanan stratejilerin neredeyse aynısı Güney Kürdistan’da da uygulanıyor. Türkiye ile Güney Kürdistan’ın birbirlerine yakınlaşması, iki taraf arasında varılan anlaşmalardan kaynaklanıyor. Özellikle enerji kaynaklarının işletilmesi ve uluslararası pazarlara sunulması üzerine varılan anlaşmalar, bölgesel ve uluslararası aktörlerin şimşeklerini üzerine çekmeye yetiyor.
Türkiye’de siyasi alanda bir dizayn harekâtına dönüşen “Seni başkan yaptırmayacağız” şeklindeki karşı koyuş biçimi, 1 Kasım seçimleriyle büyük oranda sekteye uğradıysa da bir sonraki aşaması hendek holiganizmi olarak beliriverdi.
Bu açıdan Güney Kürdistan da benzer sancılar yaşıyor. Barzani’ye karşı “Başkanlıktan indirme” stratejisi hala devam ediyor. Ekim ayı içerisinde daha çok Goran hareketinin ön planda olduğu, YNK ve PKK’nin aktif destek verdiği, bir çok ülkeden himaye gördüğü KDP karşıtı ayaklanma, KDP ve Barzani’nin hem içerde hem de dışarıda uyguladığı politikaları bloke etmeyi amaçlıyordu.
Barzani, öncelikle bağımsızlık inşasına giden süreçte eline geçen tüm kozları fırsat buldukça devreye koymaya çalışıyor. Siyasi ve askeri alanda zaten ilan edilmemiş bir bağımsız pozisyonu mevcuttur. Olmazsa olmazlardan olan ekonomik bağımsızlık için adımlar atarak pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor. Merkezi Bağdat yönetimi başta olmak üzere diğer bazı ülkelerle yaşadığı en büyük çelişki de işte tam bu noktada nüksediyor.
Hatta Geçen yıl Musul’u aldıktan sonra Bağdat’a yönelmesi beklenen IŞİD’in aniden Erbil’e yönelmesi, daha çok bağımsızlığa giden sürecin inşasını hedef alıyordu.
Şimdilik IŞİD saldırıları kabul edilebilir seviyelere indirilmiş görünüyor. Tam da bu noktada bir başka karşı hamlenin KDP karşıtı Kürt partilerinden gelmeye başlaması, aslında KDP’nin uyguladığı bağımsızlık stratejisinin zannedildiği kadar kolay yürüyemeyeceğini gösteriyor. Dahası, çevre ülkeleri ve kimi global güçlerin karşıt Kürt gruplar üzerinden Kürt bölgesini her an karıştırabilecek istidada sahip oldukları ortaya çıkmış bulunuyor.
Bölge politikalarından dolayı Türkiye’ye; Kendine özgü politikalarından dolayı KDP’ye benzer baskılar uygulanıyor. Bu durum iki tarafı daha fazla birbirine yaklaştırıyor. KDP, mevcut konjonktürde dünyaya ve uluslararası piyasalara açılmanın tek yolunun Türkiye’den geçtiğini görüyor, ilişkilerini buna göre dizayn ediyor. Türkiye ise; gerek bölgesel politikalarda yapılabilecek olası hamleler, gerekse Güney’in petrollerinden faydalanma çabası, gerekse de PKK üzerinden aleyhinde işletilen Kürt kartını KDP ile ilişki kurarak dengeleme politikası uygulamaya çalışıyor.
Bu yönde bölgesel rakiplerin askeri ya da siyasi alanda attığı her adım, karşıt taraftan misliyle karşılık buluyor. Suriye sahasında manevra alanı oldukça daraltılan Türkiye, ani bir hamle ile Başika’ya asker sevkediyor. Karşıtlıkların daha da keskinleştiği bir anda Mesut Barzani Türkiye’ye geliyor, üstelik Türkiye’nin kritik askeri ve istihbarat kurumlarını ziyaret ediyor. Başbakan Davutoğlu bizzat bu ziyaretin “Büyük bir mesaj” olduğunu açıklıyor.
Türkiye Barzani ile ya da Barzani Türkiye ile hasımlarına böyle mesajlar gönderirken karşı tarafın hamlesi de gecikmiyor. Selahattin Demirtaş, misilleme babından Moskova’da ağırlanıyor. Başika’daki Türk askeri varlığı uluslararası ve bölgesel baskılar nedeniyle tırpanlanıyor. Bağdat, PKK’nin IŞİD’le mücadelede iyi bir partner olabileceğini açıklıyor. Hatta bu açıklamayla yetinmeyen Bağdat yönetimi, PKK heyetini Bağdat’a davet ediyor. KDP; Bağdat’ın PKK üzerinden yaptığı manevrayı kendisine ve idari sisteme bir komplo olduğundan hareketle PKK’ye en ağır eleştirilerde bulunuyor. Çıbanın başı durumundaki Goran içerisinden ise KDP’ye karşı silahlı başkaldırı sesleri yükseliyor.
Burada Türkiye, KDP liderliğindeki Güney Kürdistan’a göre elbette daha fazla imkân ve manevra kabiliyetine sahiptir. Nihayetinde, bir devlettir. Ancak Güney yönetimi ve KDP her halukârda tehlikelerle daha fazla yüzyüze kalıyor. Şu anda bölge ülkelerinin Türkiye hariç, neredeyse tümü, KDP karşıtı parti ve örgütleri isyana teşvik ediyor. KDP’ye karşı güç dengesini sağlamak için karşıt gruplar, dışarıdan yapılan müdahalelere açık ve istekli görünüyor. YNK ve Goran’a ek olarak PKK sahaya sürülüyor. Kürtlerin olası kazanımları konusunda PKK’nin ispat edilmiş bir tecrübesinin olduğunu herkes biliyor.
Açıkçası şu anda, özellikle de bağımsızlık yolunda somut adımların atılmaya çalışıldığı bu zaman diliminde Güney Kürdistan ve KDP’yi sıkıntılı günler bekliyor. KDP’yi dizginleme adına neredeyse tüm rakip gruplar ve PKK, dışarıdan yapılan müdahale ve desteklere sonuna kadar kapılarını açıyor. Bir iç çatışmanın hazırlıkları yapılıyor. Şayet Barzani’nin bu yönde uyguladığı sağduyulu politikalar olmasaydı belki de çoktandır iç çatışmalar başlamış olurdu. Nitekim rakip parti ve grupların izledikleri yöntemlere bakılırsa, bundan sonra bir iç çatışmanın çıkmayacağını kimse garanti edemez.
Güney’i bekleyen diğer bir tehlike ise, IŞİD’i geriletme sürecine giren Bağdat yönetimi ve milis güçler oluyor. Çünkü Bağdat ile Erbil yönetimleri arasında statüsü tartışmalı önemli bölgeler bulunuyor ve iki taraf da bu bölgeler üzerinde hak iddia ediyor. IŞİD saldırıları sonrası bu tartışmalı bölgeler Güney’in kontrolüne girdi. Şu anda ise IŞİD geriletildikçe milis güçler tartışmalı bölgelere yöneliyor. En son Tuzhurmatu’da yaşanan çatışmalar şimdilik durulmuş gibi görünse de aslında gelecek günlerde bu tür riskler artacağa benziyor. Kaldı ki tartışmalı bölgeler üzerinde yaşanan gerginliklerde YNK ve Goran daha ziyade Bağdat yönetimine yakın duruyor.
Her seferinde bitti denilen saldırı veya gerginlik aşamasından sonra yeni bir gerginlik ve çatışma riski beliriyor. Sahadaki grupların aralarındaki sorunları barışçıl yöntemlerle halledebileceği herhangi bir ortam şimdilik ufukta görünmüyor. Bunun en büyük nedeni de saha üzerinde vesayet kuran bölge ve bölge dışı ülkelerin örtülü mücadelesi oluyor. Bu güçler kendi aralarında belli bir uzlaşmaya varmadan tıpkı Suriye’de olduğu gibi Irak’ta ve Güney Kürdistan’da kalıcı bir barış ve huzur ikliminin temini neredeyse imkânsız görünüyor.
Bu durumun yol açtığı sonucun tüm olumsuz etkileri ise yine çatışmalı bölgelerde yaşayan halka fatura ediliyor. Bir kısır döngüye dönüşen bu durumun çözümü ise en azından yakın gelecekte pek mümkün görünmüyor.
İnzar Dergisi – Ocak 2016 (136. Sayı)