İtiraflar
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, geçen günlerde düzenlediği basın toplantısında Rusya’nın Ukrayna’daki muhtemel zaferinin NATO’nun “yenilgisi anlamına geleceğini” söyledi.
12-13 Ekim tarihlerinde Brüksel’de düzenlenecek NATO savunma bakanları toplantısı öncesinde basına konuşan Stoltenberg, ittifakın Ukrayna’da uzun soluklu bir savaşa hazırlıklı olması gerektiğini söyleyerek şu ifadeleri kullandı:
“Ukrayna’nın kazanması mühim. Zira Putin kazanırsa, bu sadece Ukrayna için değil, hepimiz için de büyük bir yenilgi olur.”
Stoltenberg, Rusya’nın Ukrayna’ya dönük müdahalesinin başından bu yana, Kuzey Atlantik camiasındaki düşük profilli makam sahiplerinde olan türden bir dobralıkla konuşuyor.
Ve bu göz ardı edilse de açıklama, NATO’nun Rusya’yla fiilen savaş halinde olduğunun en üst makam tarafından itiraf edildiği anlamına da geliyor. Bu çoğularının bildiği bir hakikat olsa da Batı, iktisadi, enformatif ve diplomatik anlamda Rusya ile savaş halinde.
Beşinci maddenin devreye girmesi ve duvarda asıl duran nükleer silahların patlayacağı bir meydan savaşı çıkmaması için Ukrayna sahasına asker göndermeseler de “eğitim misyonu” adı altında Ukrayna’ya yollanan NATO memurlarının sayısı binlerle açıklanabilir.
Propaganda, kim tarafından?
New York ve Londra basını, geçtiğimiz haftalarda Ukrayna ordusunun Harkov’daki ilerleyişinin ardından Kiev’in zaferin eşiğinde olduğu ve Moskova’nın yolun sonuna geldiğini yazmaya başlamıştı.
Bunun saf bir savaş propagandası olduğu aşikardı. Fakat pazartesi günü sevinç çığlıkları yerini yeniden ağlaşmalara bıraktı; Rus kuvvetleri Ukrayna’nın Kiev, Hmelnitskiy, Lvov, Dnipro, Vinnitsya, Frankovsk, Zaporojye, Sumiy, Harkov, Jitomir ve Kirovograd’daki enerji ve askeri altyapı tesislerini vurdu.
Bu, Batı medyasında Rusya’nın Ukrayna üzerinde daha hava hakimiyeti sağlayamadığını iddia eden bazı uzmanlar için kötü haber oldu.
Ayrıca son haftalarda her gün Moskova’nın nükleer silah kullanma niyetinde olduğu konusunda uyaran görüş yazıları çıktı. Stoltenberg’in şu beyanı ilgi çekiciydi:
“Rus nükleer kuvvetlerini yakından izliyoruz. Rusya’nın niyetinde bir değişiklik gözlemlemiyoruz.”
Suriye’deki kimyasal saldırı mizansenlerini hatırlayanlar, Kiev yönetimi ve Batılı ortaklarının nükleer silahlı bir provokasyona girişerek Rusya’yı sorumlu tutmasını bekleyebilir.
Keza Belarus KBG’sinin şefi İvan Tertel de bu ihtimalden söz etmiş:
“Batı’daki askeri ve siyasi çevrelerden aldığımız bilgilere göre, hiçbir koşulda kaybetmemeleri gerektiğine inanıyorlar. Bu nedenle diğer şeylerin yanı sıra, ülkemize ve müttefiklerimize karşı taktik nükleer silahların kullanılması veya doğrudan saldırı için oluşturulmuş grupların kullanılması olasılığı tartışılıyor.”
Borrell’in itirafı ve NATO- Rusya Kurucu Senedi
Brüksel’deki Amerikan lobisinin şefi ya da resmi sıfatıyla AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, birkaç gün önce nadiren giydiği dürüst bürokrat ceketini tekrar sırtına aldı ve şunları söyledi:
“Dostlarım da dahil olmak üzere […] birçok insanın, saldırganlığı haklı çıkarmak için NATO’nun sözlerini tutmadığı şeklideki mazeret ve argümanlarından hoşlanmıyorum. Bu mümkün. Tarih böyledir. Bunların hiçbiri yaşananları haklı çıkarmaz.”
Bu dikkat çekici; zira Borrell, NATO’nun Moskova’ya verdiği sözleri tutmadığını kabul ediyor. Ki bugünkü krizin temel sebebi de buydu.
1990’larda Rusya’nın zayıf olduğu ve tümüyle Washington ve Londra’dan gelen casuslarca idare edildiği bilinen bir şey. Bu ortamda NATO, sorunsuz ve başarılı bir şekilde doğuya doğru genişlemeyi başardı. Moskova’nın buna verdiği reaksiyon haliyle çok sönüktü, nihayetinde NATO-Rusya Kurucu Senedi adı verilen bir belgeye imza atılarak karşılıklı güven tazelendi.
Anlaşmayla Rusya’ya verilen güvence, NATO’nun Almanya’nın doğusuna asker konuşlandırmayacağı ve doğu Avrupa ülkelerinde Rus düşmanlığının kontrolde tutulacağı şeklindeydi. Ve Gorbaçov’un kulağına fısıldanan boş sözün aksine NATO-Rusya Kurucu Senedi, yasal olarak bağlayıcıydı.
Anlaşmanın ilk ihlali 2014’te Ukrayna’da Batı desteğiyle gerçekleştirilen Maydan darbesiyle başladı. Sonrasında Kırım, referandum sonucu Rusya’ya bağlandı ve Brüksel’deki karargâh; Baltık, Polonya ve güneydoğu Avrupa’ya asker yığmaya başladı.
NATO, anlaşmayı bozduğu suçlamasını kabul etmedi, anlaşmaya hâlâ sadık kaldığını ve giden askerlerin “eğitim misyonu” üstlendiklerini iddia etti. Yecüc mecücler eğitilmeyecekse bu kadar askerin seferber edilmesine ihtiyaç yoktu ve geçtiğimiz 8 yıl boyunca “eğitim” maksatlı gönderilen askerlerin sayısı artış kaydetmeyi sürdürdü.
ABD’nin Romanya ve Polonya’ya füze sistemleri konuşlandırmış olmasından galiba bahsetmeye lüzum yok. Tamamı kalıcı olarak konuşlandırılmış askerlerdi. Yani Ukrayna’daki savaş bir günde kopmadı, Moskova açısından 8 yıllık bir birikmişlik var.
Washington, Londra ve AB bürokrasisi bu anlaşmayı ayaklar altına almaktan hiç imtina etmedi. Nihayetinde bugünkü Britanya Başbakanı ve eski Dışişleri Bakanı Liz Truss, 6 Nisan’daki NATO savunma bakanları toplantısında, NATO-Rusya Kurucu Senedi’nin “öldüğünü” tebliğ etti:
“Rusya ile işbirliği dönemi sona erdi. Avrupa’da güvenlik konusunda direnç, savunma ve caydırıcılık temelinde yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Artık sahte kısıtlamaların devri geçti”.
Ardından Hollandalı NATO Askeri Komitesi Başkanı Rob Bauer de şunları söyledi:
“[…] NATO-Rusya dosyası olduğu yerde duruyor. Ancak bu dosyanın muhtevası planlarımızı uygulamamıza engel değil. Şu an siyasi düzeydeki genel fikir birliğini [anlaşmayı] öldürmeye niyetimiz yok ancak bu tarafımızdan gerekli adımların atılmasına engel olmayacak”.
Bitiş düdüğünün çalındığı ve kimsenin top çevirmediği artık net. Batı, Rusya’ya verdiği bütün sözlerden döndü ve eldeki anlaşmayı ilk ihlal eden taraf oldu. İlave olarak ABD, Rusya ile yapılan tüm silahsızlanma anlaşmalarını fiilen bozdu veya tek taraflı olarak feshetti. Bu konuya ayrı bir yazıda daha etraflı değinilebilir.
Verdiği bütün taahhütleri bozan ve yer kürenin en gelişmiş silahlarıyla donanmış bir askeri blokun yayılışı karşısında Rusya’nın kendisini tehdit altında hissetmesi gayet normal.
Gerçek zamanlı istihbarat: ABD ve Almanya
ABD’nin sadece Ukrayna’ya gerçek zamanlı istihbarat sağlamakla ve Ukrayna ordusunun saldırılar için hedef seçmesine yardımcı olmakla kalmayıp, askeri planlamalara da aktif olarak dahil olduğu artık inkar edilmiyor.
Ve son aylarda Alman istihbarat teşkilatı BND’nin de Kiev yönetimine istihbarat sağladığı itirafı geldi. Die Zeit gazetesinde yer alan makalede şunlar var:
“Coğrafi veriler de dahil olmak üzere analizler ve keşif sonuçları, savaş planlamasına dahil edilebilir ve Ukrayna ordusunun Rus birliklerinin savaş etkinliğini ve moralini değerlendirmesine veya pozisyonlarını kontrol etmesine yardımcı olabilir. […] Bilgiler Federal İstihbarat Teşkilatı’ndan (BND) geliyor. Uydu görüntüleri, ele geçirilen telsiz ve cep telefonu konuşmalarıyla besleniyorlar.”
Ayrıca iddiaya göre BND, bu prosedürün Almanların savaşa katılması anlamına gelip gelmediğini de gözetiyor:
“BND, güvende olmak için mayıs ayında ‘hedeflenebilir bilgilerin Ukrayna’ya iletilmesinin yasal olarak kabul edilebilirliği’ konusunda bir inceleme başlattı. Sonuç: Veri aktarımı hukuka uygun ve Almanya’nın uluslararası hukuk çerçevesinde savaşa girdiği anlamına gelmez.”
Bunun yanı sıra makaleden BND’nin Ukrayna ordusuna bilgi aktarmada ne kadar aktif olduğu da anlatılıyor:
“Öte yandan Ukrayna’daki Almanlar, Rus ordusuyla ilgili, Ukraynalıların bazen kaçırdığı detayları duyuyor ve görüyor; örneğin, BND’nin uçakların tam yerini ve sayısını kaydedebildiği bir Rus havaalanına ait uydu görüntüleri. Ya da bir Rus mühimmat deposuna dair ipuçları. Ancak Berlin’e göre veriler, genellikle birkaç günlük gecikmeyle iletilmeleri nedeniyle ölümcül saldırılar için hemen kullanabilecek durumda değil. BND bazen uydu görüntülerini, bazen de sadece görülebilenlerin metin raporlarını paylaşır. Almanlar şimdiye dek toplamda yüzden fazla ipucu gönderdi, ortalama olarak günde birden fazla.”
Makale, BND’nin bu konuda “biraz ileri gittiğini” de söylüyor:
“Scholz, yeni uygulama ile önemli bir risk alıyor. Kesin rotası bilinmeyen bir siyasi temas hattı boyunca ilerliyor. Almanların ayrık bilgi akışının gizli kalacağına dair en başından beri hiçbir yanılsaması yoktu. Ukrayna ordusu, böylesine önemli bir operasyonu gizleyemeyecek kadar Rus muhbirlerle dolu halde. Berlin’de Rusların bunu uzun zamandır bildikleri söyleniyor.”
ABD’nin yanı sıra Almanya, açık biçimde tüm riskleri alarak Rusya ile fiilen savaşa giriyor. Bunun şu ana kadar herhangi bir karşılık almaması, sadece Moskova’nın sabrıyla açıklanabilir.
Yapılanlar bahsedildiği ölçüdeyse uluslararası hukuka göre Rusya, ABD veya Almanya’yı savaşta taraf olarak görme ve buna göre hareket etme konusunda tüm haklara sahip.
Diğer yandan Die Zeit, Rusya Karadeniz Filosunun amiral gemisi Moskva’nın batırılmasının ABD’nin yardımı olmadan mümkün olmayacağını da söylüyor:
“Washington’da Rus kruvazörü Moskva’nın 14 Nisan’da batmasının yalnızca ABD’nin verdiği hedef koordinatlarıyla mümkün olabileceği bilgisi dolaşıyor. Birkaç Rus generalin ölümünün ABD’nin verdiği bilgiler sayesinde olduğu söyleniyor. Beyaz Saray bunu resmi olarak doğrulamıyor.”
Moskva’nın batırılmasında Washington’un parmağı olduğu şüpheli geldiyse, Pentagon’un Ukrayna’ya tedarik edilen silahlarla ilgili bilgi notuna bakmak faydalı olabilir.
Burada Ukrayna’ya iki Zıpkın sistemi, yani Moskva’yı batıracak gemisavar füzelerin teslim edildiği yazıyor.
Birkaç ay evvel ABD Savunma Bakanlığı Müsteşarı William A. LaPlante’nin verdiği, Ukrayna’ya özel, Harpoon füzelerini sabit üsler yerine kamyonlardan ateşlemek için bir sistem geliştirildiği yönündeki bilgiyi de ayrıca not etmek gerek.
“Rusya’da doğruluk anlamına gelen iki kelime vardır: Pravda, insanların doğruluğu. İstina, Tanrı’nın doğruluğu. Ancak bir de nepravda, yalan var. Ve liderin kullandığı silah da bu. Çünkü o diğerlerinin bilmediklerini biliyor. Doğru o ne diyorsa odur.” — Yuriy Gurka
(emrekose.substack.com)