'Aptal Kutusu'na Emanet Edilen Çocuklar
Yeryüzünün en güzel ve kutsal mesleği ‘annelik’ olsa gerek... Birçok anne ise bu lütuftan habersiz, sıradan ve ya hayatın akışında başa gelecek, olası bir dönem gözüyle bakıyor. Bu yüzden üzerlerindeki ağır sorumluluğun farkında olmaksızın, çocuk yetiştirdiklerini zannediyorlar.
Tabi iş dönüp dolaşıp bu işi dert edinmekte bitiyor. Kaç anne; topluma faydalı, imanı güçlü, dini ve davasına hizmet edebilecek hayırlı ve salih evlatlar yetiştirme derdinde ki?
Yahut kaç anne; çocuğuna temel ahlaki kaideleri, sevgi ve saygıyı, kimseye hased etmemeyi, nefsi dizginlemeyi, kanaatkâr olmayı, düşünmeyi, aklını hayırlı yollarda kullanmayı öğretmenin hayati öneme sahip olduğunun bilincinde?
Çocuklarının kimlerle arkadaşlık yaptığına, hal ve hareketlerindeki gidişata, eylem ve söylemlerinin geleceği için nasıl bir işaret olduğuna dikkat eden kaç anne var?
Malesef ‘yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten’ çocuklarını kurtarmak için gayret sarf eden annelerin varlığı az. Bunu toplumumuza şöyle bir baktığımızda rahatlıkla görebiliriz.
Annesinin aynasıdır çocuk! Ve küçük yaşta, hatta anne karnında annenin verdiği eğitimle şekillenecektir. Buna binaen şu an birçok ailede görülen ifsad edici bir yaradan bahsedeceğiz.
Televizyon! ‘Aptal Kutusu’ deniyor ona... Böyle denilmesinin birçok sebebi olabilir. Mesela TV hazır bilgi sunar. İnsanlar her hangi bir zahmete katlanmadan bilgi edinmeye çalışırken, tembelliğe alışır. Görsel ve işitsel olduğu için; gözü, kulağı adeta kilitler. Sadece dinlemeye ve görerek inanmaya başlarız. Görmediklerimiz samimi gelmez, duygularımız somutlaşır.
Aptal kutusudur; zira içinde, büyük bir bölümüne ‘boş’ diyeceğimiz cıvıltılı hayatlar, ahlaksız görüntüler, hiç bir artı yönü olmayan film ve dizileri barındırır. Ve bunlar insan hayatına hiç bir şey katmaz. Aksine sadece zarar verir veya kişiyi aptallaştırır.
İşte, tüm duyuları ekrana kilitlenen ve bunu saatlerce sürdüren bir çocukta da konsantrasyon bozukluğu oluşur. Ruhen yorulur. Aklı düşünemez, işlevsiz bir hale gelir. Gördüğü karakterleri hayatının en önemli yerine yerleştirir ve onu örnek alır, onun gibi olmaya çalışır. Bu karakterler; kişiliği bozuk, insanları vahşice öldüren film kahramanları da olabilir, hayatı (af edersiniz) çapkınlık yapmakla geçen sapkın karakterler de...
En önemlisi verilen subliminal mesajlarla, çocuklarımız o en saf ve temiz çağında; ahlaksız, ateist, bencil ve doyumsuz bir birey olma yolunda sinsice ve etkili bir şekilde eğitiliyor. Ve damarlarına kadar kötülük verilerek, şer içselleştiriliyor. Buna seyirci kalamayız. Hele sebep hiç olmamalıyız…
Üstelik bir de zaman kaybıdır. İzleyicisini hantallaştırır, programsız ve nefsini kontrol edemeyen bir insan portresi oluşturur. Nefsini kontrol edemeyen insandan da her türlü kötülük beklenir. Tıpkı çağımızdaki insanların vahşi halini yansıtır.
Artık bu aptal kutusuyla karşılıklı birbirimize benzeriz. Bir de bakmışız hayat televizyondan çalıntı, televizyon hayattan... Karşılıklı alışveriş halindeler. Fakat kâr eden yok. Sadece ifsad edilen ahlaki değerler ve kıymetli zamanımız. Bir de geleceğimizin umudu, çocuklarımız!
Sevgili anneler! Temizlik yapacağım diye çocuklarınızı ekran karşısına oturturken, ne kadar büyük bir cinayet işlediğinizin farkında mısınız? Eviniz pırıl pırılken, çocuklarınız ekran karşısında çürüyor! Eviniz mis gibi kokarken, çocuğunuz kirleniyor. Allah evladınızı size emanet olarak vermişken, siz onu ‘aptal kutusu’na mı emanet ediyorsunuz?
Ebeveynlerin ergenlik çağında bir takım ruhi değişiklere uğrayan çocuklarından şikâyet ettiklerini görürüz. Hâlbuki bunu sadece ergenliğe bağlamak doğru değildir. Ergenlikle birlikte etkilenen karakteri, vurdulu kırdılı filmlerin ya da kendi başına buyruk olmayı aşılayan gençlik dizilerinin verdikleriyle de değişecektir. Asi bir erkek evladınızın neden böyle olduğunu çok da fazla sorgulamaya gerek yok. Gerek TV gerekse internetin verdiklerinin yansımasını görüyorsunuz.
Bazı anne-babalar çocuklarının İslami bir yaşantıdan uzak olmalarından şikâyet ederler. Acaba bunda ebeveynin payı hiç mi yok? Kızıyla birlikte moda ve “bugün ne giysem?” tarzı programları izleyen bir anne, kızı büyüdüğünde ahlak ve İslam yoksunu olmasından şikâyet etmesin! Tesettüre bürünmek istememesini, izlettiği ve özendirdiği bu programlara bağlasın...
Çocuklarının haram bir şekilde duygusal ilişki yaşadıklarını öğrenen anne-babalar, boşuna sinirlenmesin! Öncelikle ailece çay eşliğinde; içinde sadece kadın-erkek ilişkilerini ahlaksızca ele alan dizileri izledikleri o günler için kendilerine kızsın… Onlara hiçbir artı değer katmayan programları izlediğinde bir kere bile “kızım (ya da oğlum) televizyonu kapat, gel birlikte kitap okuyalım, sohbet yapalım” demeyen anne-babalar, bugün kızma hakkına da sahip olmazlar.
Hele yeni doğmuş veya henüz konuşamayan bebeğini ekranın önüne koyup işine koyulan annelere ne demeli? Bebeğinin geç konuşacağını veya zekâsının normal yaşına göre daha geç gelişeceğini göz ardı etmeleri neyle nasıl izah edilebilir ki?
Yapılan araştırmalarda; normalde insanın 96 saatte sindire sindire algılayabileceği görüntü miktarının, TV seyrederken birkaç dakikada verildiği söyleniyor.
Allah aşkına, çocuklarımıza da onların geleceğine ve ahiretine de daha fazla zarar vermeyelim...
Evet, çağımız teknoloji çağı. Ülkemiz de en çok televizyon izleyen ülkelerinin başlarında maalesef. Çocuğumuzu bu yangından alıkoymak zordur. Ama en az sıyrıklarla atlatmak adına, faydalı programları, kısa süreli olmak şartıyla, izletebiliriz. Tabi kumandamızın hâkimiyeti bizde olacak ve program dâhilinde. Ölçüyü kaçırırsak zararını yok etmek imkânsız olacaktır.
Bir anne olarak çocuğumuzla oyun oynayabilir, yeni ve farklı uğraş alanları oluşturabilmeliyiz. TV dışında en az onun kadar eğleneceği alternatifler üretebilmeliyiz. Hem aile ve toplumuna faydalı hem de ahiretini kazanacak bir birey yetiştiriyoruz. Gerçekten de bu basit ve sıradan bir iş değildir. “Önce en yakın akrabanı uyar” (Şuara / 214) ayeti gereğince kendimizden ailemize, akrabalarımıza ve sonra topluma yayılacak salih bir nesil yetiştirmek annelerin elindedir.
Çocuklarımızı ‘aptal kutusu’na emanet etmeden önce, onun ahiretinden de sorumlu olduğumuzu hatırlayalım ve bu yangından hem kendimizi hem de ev halkımızı muhafaza edelim...
Vesselam Veddua...
Hacer Sâra Arslan / Nisanur Dergisi - Ekim 2014 (35. Sayı)