Yetenekleri Keşfetmenin Yolu; Özgüven
Rabbimiz her insanı belli istidat, karakter ve şekil üzere yaratmıştır. Bunlar zamanla açığa çıkar, doruğa yükselir, kaybolur veya değişebilir. Fakat değişmeyen ve keşfi beklenen nice yetenek ve kabiliyetlerimiz vardır ki; doğru yerde ve doğru amaçla kullanıldığı taktirde kalıcı ve eşsiz güzellikleri beraberinde getirecektir.
Hiç bir insan dört dörtlük değildir, evet... Ama hiçbir insan ‘sıfır sıfırlık’ da değildir. Matematiği harika olan bir öğrencinin dil kurallarından zayıf kaldığı görülebilir. Yazma becerisi ileri seviyede olan birinin, hitap etme yönü zayıf kalabilir. Çocuğuna titizlikle bakan bir anne, yemek yapma konusunda usta olmayabilir… Bu listeyi uzatmak mümkündür. Diyeceğimiz o ki; her insanın ontolojik yapısına ve bu yapısını kullanma becerisine göre, yetenek ve ön plana çıkan huyları muhakkak vardır.
Bu yetenekleri doğru yöne kanalize etmede direksiyon bizlerin elindedir. Direksiyonu düzgün ve amacı doğrultusunda kullanmanın yegâne şartı da özgüvendir. Kişi kendine güvendiği oranda başarıyı elde edecektir. Kendine güvenmeyen ve "yapamam”, “beceremem" inancında olan kişi, elbette başarısız olacaktır. Kendini zorlasa dahi, o işten alnının akıyla çıkamayacaktır. Bu noktada anne-babaların çocuklarına "özgüven" aşılayacak eğitim formüllerini uygulamaları gerektiğini hatırlatalım... Zira bir takım yönlendirme ve davranış biçimleri, çocuğa; büyüdüğünde kendine güveni olmayan, korkak ve tembel bir yapı olarak geri dönecektir.
Özgüven; olumsuz, kötü bir ahlak değildir. Bilakis özgüvenle birlikte kişide oluşan şecaat, dünyaya bakış açısını, yaşama olan tutumunu, kendisiyle olan ilişkisini düzenleyecek, sosyal ilişkilerinde, ev-iş hayatında huzurun ve başarının kapısını açacaktır.
Özgüven; kişinin şımarması, kendi kendine yettiği düşüncesine kapılması, kibir ve gurura meyletmesi, kendinden başka herkesi aşağılaması, mükemmeliyetçi görünmeye çalışıp riya kapılarını aralaması demek de değildir. Aslında en mühim nokta burasıdır. Mü`minler, yaptıkları eylemleri birilerinin rıza ve hoşnutluğunu kazanmak için yapmazlar. Zira böyle bir durumda kişi kendi olmaktan çıkar ve amelleri zayi olur.
Vurgulamak istediğimiz şudur ki, özgüvenle kibir arasındaki dengeyi hassasiyetle sağlayarak birtakım yeteneklerimizi ortaya çıkarmalıyız. Bazen insana sağdan yaklaşan şeytan, kişiye riya ve kibir korkusuyla tembellik ruhunu aşılar. Bunu ayırt edebilmeli, niyetimizi halis kılarak `bismillah` demeliyiz. Hatta demek zorundayız...
Şimdi şöyle bir soru soralım:
Biz bayanlar, kendimize olan güvenden doğan güzellikleri İslami hizmete doğru kanalize ettik mi? İstidat ve eğilimlerimizi "Allah için" seferber ettik mi? Kendimize bir hedef belirleyip bu hedefe varmak için bütün gücümüzü seferber ettik mi?
Örneğin; anlatım kabiliyetimiz çok güzel. Bunu sürekli konuştuğumuz, görüştüğümüz arkadaş ve yakınlarımızdan işitiyoruz... Bir ortamda konuşurken insanlar dönüp bize bakıyor, anlattıklarımız merak uyandırıyor. Bunu keşfettiğimiz zaman, bu yeteneğimizi tıpkı bir çiçek gibi yetiştirip, güzelleştirip, geliştirip ve büyütüp İslami hizmette kullanmanın yolunu aramalıyız.
Böyle bir kimse "Madem güzel konuşma yeteneğim var, o halde ben de bol bol kitap okur, ilim tahsil eder bir de eğitimini alır insanlara bu şekilde fayda sağlarım" demeli; bunu en önce kendisi için yapmalıdır. Görecektir ki; böyle yaptığı taktirde hem uğraşı artarak zamanı zevkli bir hale dönüşür hem de başarılı bir insan olur. En önemlisi de Allah`ın istediği bir kul...
Fakat birçok bayan çeşitli sebeplerle bu yeteneklerini kullanmayı hep erteliyorlar. Çünkü kendilerine güvenmiyorlar. Hâlbuki insanın Allah`a dayanarak ve çaba sarf ederek başaramayacağı, altından kalkamayacağı hiçbir şey yoktur. Yapanlar da aynı bizim gibiydi, tek farkla ki, onlar kendilerine güveniyorlar...
Niçin yapabilme kabiliyetimiz, imkânımız ve zamanımız var iken yapmıyoruz? Bizler taşın altına elimizi koymadığımız, şecaatle hizmete adanmadığımız taktirde büyük bir vebalin altına girdiğimizi bilmeliyiz...
Sahabe Efendilerimizin (r.anhum) hayatlarını incelediğimizde, her birinin ayrı ahlak ve istidatlara sahip olduğunu görürüz. Efendimiz (SAV) hiç bir sahabinin yapısında bulunan özellikleri değiştirmeye kalkmamış, sadece bu özellikleri İslami hizmette kullanmanın formüllerini öğretmiştir. Soru soran sahabilerin her birine kendi ahlaki yapılarına, zaaf noktaları ve ya üstün özelliklerine göre cevap vermiş, bu şekilde terbiye etmiştir.
Bundandır ki kendilerine özgüveni olan Asr-ı Saadet nesli, zaferden zafere koşmuş, isimlerini çağımıza kadar altın harflerle yazdırmışlardır.
Örneğin Efendimiz (SAV) Hz. Aişe (R. Anha)`nin üstün zekâsını fark etmiş ve bu minvalde müthiş bir eğitim vererek, dinde fakih olmasını sağlamıştır. Özgüven denince Hz. Aişe`nin yaşamı, icraatları ve şecaati - yürekliliği dikkatlerden kaçmamalı... Yine Efendimizin yanına gelip dini konularda merak ettiklerini sormak ve ya bir konuyu anlamak, çözmek maksadıyla ona veryansın eden, soru soran ensar kadınlarının özgüveni de takdire şayandır.
Özgüvenden kaynaklı keşfedilmiş yeteneklerimizi geliştirmenin birinci yolu da, onu ilimle sulamaktır. Böylelikle "Allah`tan hakkıyla âlimler (bilenler) korkar" sırrınca, hassas ve kaygan bir zemin olan özgüveni istenilen seviyeye getirmiş oluruz inşallah.
Belirlediğimiz hedefi başarıyla gerçekleştirmek, onu geliştirip korumaya bağlıdır. O iş üzerinde kafa yormaya, uğraş vermeye ve yoğunlaşmaya bağlıdır. Ardından gayeye ulaşma metotlarına geçilerek yola revan olunur. Bundan sonra gelecek başarı sevap hanemizi dolduracaktır. Başarı gelmese dahi verdiğimiz uğraş, Allah`ın bizden istediği azim ve sebat ilkesini korumaya yönelik olduğu için, bu da bizlere nice hayırlar getirecektir.
Fakat burada dikkat etmemiz gereken nokta, özgüvenin ardından gelen başarının bizde kibre değil iffete dönüşmesidir.
Hemen aklımıza Mekke`nin fethi sırasındaki Efendimiz (SAV)`in tutumu geliyor. Allah Resulü Mekke`ye devesinin üzerinde girerken başı neredeyse devenin sırtına değecekti. Büyük Fetih Komutanı`nın şu hayâsına bakar mısınız?
Demek ki özgüveniniz en başta iffetimizi büyütmelidir. Tıpkı büyüdükçe güzelleşen, boynunu büken bir gül misali...
Vesselam Veddua...
Hacer Sara Arslan / Nisanur Dergisi – Ocak 2015 (38. Sayı)