Seferden sorumluyuz Zaferden değil!
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab / 72)
Şehid Seyyid Kutup bu ayetteki ‘emanet’ kelimesini ‘irade’ olarak tefsir ediyor. Allah şehadetini kabul etsin, gerçekten de isabetli bir yorumda bulunuyor. Zira ayette isimleri zikredilen diğer mevcudatlarda olmayıp, sadece insanda olan özellikler ‘akıl’ ve ‘irade’ diyebiliriz. Ki, irade de aklın bir ürünüdür.
Hesap gününün, cennet ve cehennemin, rıza-ı ilahiyi kazanma yollarının meydana gelmesi için irade şarttır. Zira irademizle yaptığımız veya yapmadığımız fiillerin karşılığını göreceğiz. İnsanların, Allah`ın kendisine emanet olarak verdiği iradelerini iyi yönde kullanmaları şarttır. Zaten şu an dünyada yaşanan karışıklık, ayrılık ve adaletsiz savaşların sebebi, iradeyi kötüye kullanmanın neticesidir. Buna karşılık sağlam ve güçlü bir irade sahibi insan-lar- ise yeryüzünde Allah`ın halifesi konumunda olmuşlar, dünyaya güven, barış ve huzur getirmişlerdir.
Fakat bu noktadan hareketle, şu konuya temas etmek istiyorum. İrademizi doğru yöne kanalize ettiğimiz halde ve bunun üstüne gayretimizi eklediğimiz halde, niçin gayretimizi sonuca bağlıyoruz? İrademiz neden çok çabuk kırılabiliyor, zayıflayabiliyor?
“Defalarca derneğe, sohbetlere davet ettim; gelmedi!”
“Yıllardır uğraşıyorum, yaz-kış demeden ziyaret ediyorum ama yine aynı, hiçbir ilerleme yok.”
“Kitap okuması için elimden geleni yapıyorum, ama okumuyor! Okusa da etkilenip de uygulamaya geçirmiyor” vesaire...
Malumdur ki; hanımların evlerinde oturup hizmette bulunmamaları için birçok sebepleri(!) var. Ev temizliği, çocuk bakımı, eş, yemek, misafir... El hak, bütün bunlar bir kadının zamanının çoğunu işgal ediyor. Fakat tüm bu meşguliyetlere rağmen davet ve tebliğ çalışmalarını aksatmaması ve öğrendiği ilmi başkalarına anlatma vazifesini ifa etmesi, Allah`ın ona emanet olarak verdiği ve kendisinin de onu yüklendiği iradesini doğru bir şekilde kullanmasına delalettir. Sonsuz mükâfata müstahak bir iştir.
Nitekim okumuş, az-çok öğrendiklerini yaşamaya çalışan ve hizmet yolunda kullanabileceği yetenek ve kabiliyetleri bulunan nice bacılarımız, bu meşguliyetlerini bahane ederek kendi köşelerine çekilmiş durumdalar. Bu da iradeyi yanlış kullanma biçimidir.
Dememiz o ki, bunca sıkıntı ve mazeretlere rağmen, iradesini “kurtuluşa erenlerden olma” (Ali İmran / 104) yönünde kullanan kişileri bazı zor durumlar bekliyor. Başta tüm enbiyaların sonra tüm davetçilerin başına gelen durumlardır bunlar... Ya yüz çevirecekler, ya ısrarımıza bomboş bir bakışla karşılık verecekler, ya nasihatimizle dalga geçecekler yahut ciddiye almayacaklar. Bununla birlikte bilmeliyiz ki; muhataplarımızın verdikleri tepki, takındıkları tavır ve sergiledikleri tutumdan biz mesul değiliz. Zira omuzlarımıza bu emaneti veren Rahman, bu sorumluluktan bizleri muaf tutuyor.
Bizler sadece irademizi doğru yöne kanalize edip, yola gayretle revan olalım. Göreceğiz ki, Allah`ın razı olacağı bir iş yapmak, kalbî mutmainlik, ruhi dinginlik, sükûnet ve huzur için yeterlidir. Görevi yapmanın vermiş olduğu rahatlık dünyalara bedeldir.
Fakat ‘sayı’ ve ‘sonuç’ için müteessir olmak, bunu sorgulamak, bunun için ümidi kırmak bizim işimiz değildir. Selahaddin-i Eyyubi’nin dediği gibi biz “Seferden sorumluyuz, zaferden değil”. Zira görevimizi yaptıktan sonra kalplere o etkiyi verecek, harekete geçirecek atmosferi yaratacak olan Rabbimizdir.
Üstad Bediüzzaman (RA) mükemmel izah ediyor: “Risale-i Nur’un mesleği ise; vazifesini yapar. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmaz. Vazifesi, tebliğdir. Kabul ettirmek, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Hem, kemiyete ehemmiyet verilmez.” (Kastamonu Lâhikası, 196-197)
Kimi anneler, gerçekten de çocuklarının terbiyesi noktasında ellerinden geleni yapmışlardır. Ona verilen ‘annelik’ görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Hatta diyebiliriz ki; bu konudaki muafiyeti üzerinden kalkmıştır.
Ama “Elimden geleni yapmama, her sabah dakikalarca namaza kalksın diye uğraşmama rağmen, bir türlü ibadet şuuru ve isteği oluşmadı” diyen annelere rastlıyoruz. Ve gerçekten kendilerini harap edecek derecede üzülüyorlar. Ve gün geçtikçe bunun beyhude bir uğraş olduğu vehmine kapılıp, kendilerini geri çekip pes edebiliyorlar. Evet, bu güzel bir derttir. Fakat şunu bilmeliyiz ki; gücümüz yettiği nispette uğraş verdiysek, gerisinden biz sorumlu değiliz...
Ne yazık ki tersi bir durumla da karşılaşıyoruz. İradesi zayıf ve güçsüz olan anneler, çocuklarının doğru bir yöne doğru yürümeleri için ellerinden tutmuyor. Haliyle iradesi zayıf olan çocuk, o yolu benimsiyor ve o yol ona normalleşiyor. Dikenleri bile artık ayağını acıtmaz oluyor. Sonra da iradesiz ve gayretsiz annenin ağzından diğer anneye benzer laflar çıkıyor.
Seferden sorumluyuz dedik... Evet, "Bismillah" deyip başladığımız bu yolda zafere götürecek bir takım çaba ve gayretlerde bulunacağız elbette. Amacı ve hedefi olmayan, ne yaptığını bilemez. Yaptığı işten de hayır gelmez. Hedefimiz olmalı, fakat "hidayete ermiyorlar" diye, "kalpleri titremiyor" diye üzülüp, umudumuzu yitirmek ve irademizi zayıflatmak doğru değildir.
Şunu da bilmeliyiz ki, bilinçli yapılan bazı tahribatlar, özellikle davetçilerin iradelerini kırmaya yöneliktir. Hafife alma, iftira atma yahut fiili engellemeler bunun içindir. Hâlbuki biz bu görevi sonuç için yapmadık ki, sonuçlar irademizi kırsın! Biz muhataplarımızı razı etmek için yola koyulmadık ki, ayaklarımız gerisin geriye dönsün!
Değerli bacılarımız tebliğ çalışmalarında bazı sorunlarla karşılaşıyorlar. Bu sorunlar ferdi de olabilir, sonuçsal hayal kırıklığı da... Bizler bu işi yapıyorsak eğer, bilelim ki birçok kimse razı olmayacaktır. Engellemeler; hevesimizi kırmak, irademizin ellerini bırakmak gibi vahim neticeleri verebilir. Fakat tüm bu sorunlara rağmen, sonunu ve sonucunu Allah`a havale edip sadece vazifesine odaklanan engin şahsiyetler, bu toplumun geleceğini inşa edecek olanlardır. Yeter ki, yaşanan olumlu/olumsuz vakıalar irademizi kırmasın!
Hacer Sara Arslan / Nisanur Dergisi - Ocak 2016 (50. Sayı)