Dilin Yıkıcı Afetleri
Allah`ın rızasını kazanmak ve günah işleme oranını en aza düşürmek için en büyük çabayı ‘dilimizi tutarak’ vermemiz gerekiyor. Niçin dili bir afet olarak değerlendiriyoruz? Diye sorarsak, herhalde kişinin son durağının yakıcı bir azap olmasını sağlayan, yani kişiyi cehennemlik eden, hem dünyada hem ahirette rezil eden, sahip çıkamadığı dilidir. Bunun içindir ki Efendimiz (SAV) diline sahip çıkana cenneti vadediyor. Ve yine başka bir rivayette şöyle buyuruyor:
“Ademoğlu sabaha erdi mi bütün azaları, dile temenna edip, `Bizim hakkımızda Allah`tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız` derler.”
Gerçekten de başımıza ne geliyorsa dilimizden geliyor. Allah`ın, çok dinleyelim az konuşalım diye bizlere iki kulak, bir dil vermesine rağmen...
Bu yazımızda dilin bazı afetlerine değineceğiz. Belki aralarında zaaf noktalarımız, bir türlü kurtulamadığımız alışkanlıklarımız ve zarar gördüğümüz afetler vardır. Her biri hayatımızın her alanında sıkça rastladığımız hastalıklar...
YERSİZ ÖVGÜ
Kişi farkında olarak veya olmayarak, karşısındaki kişiyi gereksiz yere övme alışkanlığı edinir. Aradaki sevgi ve muhabbeti sağlamak yahut kişiyi kazanmak adına yapılan iyi niyetli ve içinde yalan ve abartı olmayan övgüleri bunun dışında tutuyoruz. Fakat bunu da alışkanlık haline getirmemek lazım… Zira bunun hem öven hem de övülen kimseye ciddi zararları vardır. İmam Gazali`ye göre öven kişi bazen ifrata kaçabilir ve bu onu yalan söylemeye sürükler. Ya da bazen karşı tarafa sevgi yoktur ama över, bu onu riya ve ikiyüzlülüğe götürür. Bazen de bu övgü fasık veya hak etmeyen kişilere yapılır da farkında olmadan o kişinin sevilmesine vesile olur. Tabi bu afetin övülene verdiği zarar da çok büyüktür ki yüce dinimiz bizi bundan menetmiştir.
Peki, bir insan niçin sürekli övme ihtiyacı hisseder? Bunun psikolojik sebeplerini irdelerken, çocukluk dönemini atlayamayız. Çocukluğunda kendisine özgüven aşılanmayan, sürekli aşağılanan ve işe yaramaz biri olduğu söylenen bir çocuk, güven bunalımı yaşayarak çevresindeki insanlara bakış açısı farklılaşır. Büyüdüğünde de kendisinin her konuda başarısız bir insan olduğunu düşünerek, başkalarının küçük bir başarısı ona çok büyük görünür ve sürekli övme ihtiyacı hisseder.
Ya da kişi daima bir menfaat peşindedir, karşısındaki insanı överek ondan bir fayda umar. Her durumda övme, methetme, pohpohlama hastalığından kurtulmalıyız.
GEREKSİZ YERE KONUŞMA VE SÖZÜ UZATMA
Bu hastalığa mustarip insanlarla sıkça karşılaşırız. Genel olarak bayanlarda bulunur. Bir araya gelindiğinde, evin temizliğinden çocukluk dönemine, gelen elektrik faturasından eşinin ilgisizliğine, gün içinde yaptıklarından arkadaşının özel hayatına kadar, her konuda söyleyecek sözü vardır ve uzattıkça uzatır. Genelde çok konuşan insanların karşı tarafı dinleme ve söz hakkı verme huyları da yoktur.
Haliyle gereksiz konuşulduğunda ve söz uzadığında içine her türlü ‘dil afetleri’ girecektir. Yalan, dedikodu, abartı, koğuculuk vs... Bunlar olmasa dahi boş bir işle meşgul olacaktır ve bu zaman kaybıdır. Allah mü`minleri tarif ederken “Onlar ki boş şeylerden yüz çevirirler” (Müminun / 3) buyuruyor.
Gereksiz yere konuşanlar genelde bunu ilgisizlik ve tatminsizlikten yaparlar. Sürekli kendini ispat etme isteği vardır, anlaşılmadığını düşünür ve sözü uzattıkça uzatır. Ya da eşi ahlaken çok konuşan bir yapıda değildir ve hemen ilk gördüğü topluluktan veya kişiden gün boyu konuşamadıklarının acısını çıkarır.
Çok konuşan insan karşısındaki insanı da bıktırır. Söz hakkı vermediği için artık kimse o kişiyle diyaloga geçmek istemez. Sağlıklı bir iletişim kurulamadığı için de, kopuk ve bozuk bir iletişim meydana gelir. Kişinin değerini de düşürür. Velhasıl gereksiz yere konuşmak her durumda bizim aleyhimizedir. Her sözümüzün melekler tarafından kayda alındığını unutmamalı ve Allah Resulü (SAV)’nün şu sözünü her daim şiar edinmeliyiz,
“Sükût eden kurtuldu!”
Öte yandan bu durum bir sohbet halkasında vuku buluyorsa; yapılan sohbetin içeriği ne kadar güzel olsa da ondan alınan verimin kalitesi düşecektir ve sohbetin müdavimleri kısa zamanda azalacaktır da…
ŞAKALAŞMA VE FAHİŞ KONUŞMA
Bu tür konuşmalar genelde Allah için olmayan meclislerde meydana gelir. Ve yine maalesef genelde bayanların mustarip olduğu bir hastalıkla birlikte herkeste bulunabilir. Gerçekten de bu; ne adaba, ne örfe, ne dine uyan çirkin bir hastalıktır. Kişi bazen müstehcen şakalar yapar, meclisinde bulunan kimselerin dikkatini çektiği ve insanları güldürdüğü için bu yaptığıyla gurur bile duyar. Zaten bu kimseler mecliste söz onun olsun, gözler ona çevrilsin, etrafı neşelendirsin ve ön plana çıksın ruh haliyle böyle bir tavır sergilerler. Mizah ve şakalaşmada yasaklanan nokta, ifrata kaçması ve içine argo, müstehcen ve fahiş konuşmaların girmesidir.
“Fahiş konuşmaktan sakının! Çünkü Allah Teâlâ ne fahiş konuşmayı ve ne de başkasına işittirmek için fahiş konuşmaya zorlanmayı sever.” (Nesai)
Bu tür konuşmalar girmese dahi fazlası zararlıdır. Zira işin ucu kopabilmekte ve kardeş hakkı çiğnenebilmektedir. Şaka olsun, gülelim, eğlenelim niyetiyle bazen kardeşimizi bir toplulukta rencide edebilir, kötü lakaplar takabiliriz. Bunu ise dinimiz yasaklamıştır. Elbette Müslüman kardeşlerimizle şakalaşacağız, Efendimiz şaka ve mizaha karşı çıkmamıştır lakin bunun belli ölçüleri vardır.
Çok gülmenin kalbi öldürdüğü de bilinen bir gerçektir. Bazı bayanlar şöyle söyleyebiliyor, "Ne konuşalım, konuşulacak başka bir şey yok ki!" Hâlbuki konuşacağımız o kadar ciddi, hayati ve uhrevi meseleler var ki, bu sancıyı taşısak belki saatlerimiz yetmeyecek...
LANETLEŞME
Kişi bazen öfkesine hâkim olamaz ve lanet okur. Hatta bunu Müslüman bir kardeşine, bir yakınına, kızına, oğluna dahi yapar. Şeytan Allah`ın lanetine uğrayarak rahmetten ebediyen uzaklaşmıştı. Biz de sevdiğimiz insanların nasıl Allah`ın rahmetinden uzaklaşmasını isteriz? Genelde öfkesine hâkim olamayanlar bu hastalığa maruz kalabiliyorlar. Fakat bunu alışkanlık haline getirmek çok tehlikeli bir durumdur. Bakalım Allah Resulü neler buyuruyor,
“Mü`mine lanetçi olmaz yakışmaz.” (Müslim)
“Kim bir mü’mine lânet ederse onu öldürmüş gibi olur.” (Buhari)
Sonuç olarak; konuşmalarımızı bir afete çeviren, hem dünyada saygınlığımızı yitirmemize hem de ahiretimizi heba etmemize sebep olan dilimize sahip çıkalım, çıkmamız lazım. Vadedilen cennetin anahtarı, lisanımızı her türlü hastalıklardan korumaktır…
Hacer Sara Arslan / Nisanur Dergisi - Aralık 2014 (37. Sayı)