Kader Sadece Çürük Binaları mı Yıkar Usta
Acılar belimizi büktü.
Bir gece ansızın tabut oldu evlerimiz barklarımız.
Sıcacık yuvalarınız buz kesildi.
Cansız bebelerimiz, kızlarımız, analarımız.
Bir zemheri gecesi.
Kabuslar gerçeğe dönüştü.
Giden gelir mi bir daha.
Hangi ağıt söndürür bu yangını.
Hangi yüreğe sığar kaç bin ölümün feryadı.
Evet
Acının tarihlendiği, kaderi keder olan, ızdırab olan, figan olan bir coğrafya.
İnsanlar birer birer değil, bile bile toplu enkazlara sürüklendiler.
Masa başında tasarlandı katliamlar. İhmalin kalemiyle, rüşvetin çizdiği ince mühendisliklerle.
Mütahitler tabut yaptı.
Mühendisler belediye ve devlet.
Her gelen bir çivi çaktı.
Ölüm fermanlarını imzalar gibi imzaladılar.
Değdi mi kazandığınız milyonlara.
Ölüm çığlıklarına karşılık aldığınız paralara,
değdimi?
İnsanların evlerini başlarına yıkmalarınıza,
değdimi?
Sönen ocaklara?
Yetim bırakılan çocuklara?
Binlerce ailenin kökten yok olmasına?
Değdimi?
Kıbrıs'lı voleybolcu Mehmet Arif Altak ın hüzünlü hikayesi,
4 çocuğu ve eşiyle beraber ölen Hüdapar il başkanı Nusret Üdürgücü nün acısı
3 yaşındaki bebek Azra Duru Malaç'ın beton yığınları arasında çıkarılan bedeni,
Masal bebeğin ağlaması,
ve daha yüzlerce miniğim anasız babasız kalmasına değdimi.
Acziyetinizi,
tembelliğinizi,
sorumsuzluğunuzu,
kirli çıkar ilişkilerinizi örtbas etmek için sığındığınız bu 'kader' yorumları
paklar mı sizi.
'Kader 'sadece çürük binaları mı? yıkar usta.
Japonyadaki gökdelenleri neden yıkmaz.
Kirli vicdanlarınızı rahatlatmak için sığındığınız o kader söylemi de tıpkı yaptığınız binalar gibi, denetlemediğiniz binalar gibi çürük.
Gerçek kader, tahkim edilmiş kaleleri bile darmadağın edebilirken, sizin sığındığınız kader sadece demirsiz bir moloz yığını olan kolonları yalnız mı yıkabiliyor.
Kalbinde şefkat duygusu ölmemiş insanlar için bir keder yuvasına dönüştürdünüz memleketi.
Bir hazan ülkesi, bir hüzün beldesi.
İki yılda bir evleri enkaza dönen insanların yurdu.
Her bahar yağmuruyla sellere kapılan canların yurdu.
Artık haykırmadan, bağırıp çağırmadan, o kahrolası kulaklarınızı patlatmadan kanuşmak, acıların duyulmasına yetmiyor.
Duymanız için, anlamanız için kaç can toprağa verilmeli daha.
Dudaklarımızı yumup merhamet dilenmek, yöneticilerin şefkate geleceğini beklemek teselli etmiyor vicdanımızı.
Neden sizde ölmüyorsunuz?
Neden en konforlu kaderler sizi bulurken, yönettiğiniz halkın kaderi hep keder.
Neden moloz yığınları arasında sizinde Bebeleriniz çıkmıyor.
Enkaz yığınları arasında can çekişen binlerce insanın önünde basın açıklaması yapıp nasıl bir vicdanla politik çekişmelerinizi sürdürebiliyorsunuz.
Neden sizin develeriniz hep bağlı.
Gideceğiniz 1 km yolda, neden yanlış olduğunu bildiğiniz kader anlayışına teslim olmazda yüzlerce tedbire sığınırsınız.
Neden kapılarınızın önünde binlerce koruma bekler.
İnandığınız kaderin sizi korumayacağından eminmisiniz.
Neden...
Devlet dediğin hep tokat mı atar usta.
Şairin dediği gibi kaşları hep çatıkmı olur.
İnsanlarını kapitalist vampirlerin vicdanına mı terk eder.
İki paket kaçak ciğara satan zavallıyı cezaevine atıp, trilyon vurgular yapanı affeden güç müdür devlet.
Devlet dediğin, pençesini hep ensende hissettiğin bir canavar mı?
Halkını hiç şevkatle okşamazmı? sırtını sıvazlamazmı?
Korumazmı mesela halkını hiç.
Neden mesela hep başka devletlerin adaletinden, insan haklarından, denetleme mekanızmasından övgüyle bahsederiz.
Onların kendi halklarına tattırdığı mutluluğu bizim kendi devletimizden beklememiz bize çok mu?
Bireylerini, öğrencilerini, işçisini, bakkalını tüm vatandaşını suistimal şebekelerinden koruma gibi bir sorumluluğu yokmu.
Kusursuz olarak denetlediği tek görevi vergilerin toplanmasımıdır.
Vergileri denetlediği gibi tüm insanlarının yaşadığı, çoluk çocuğuyla kucaklaştığı evlerini, binalarını, yuvalarını daha temelden itibaren denetleseydi, acaba bugün bu kadar yıkım ve ölümleri konuşuyor olurmuyduk.
İŞTE asıl cevaplanması gereken soru bu. (İdris Yamaç - Hürseda Haber)