Kissinger’a göre ABD-Çin farkı
Emperyalist Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Türkiye karşıtı politikalarını dile getirdiğinizde karşınıza en çok çıkan argümanlardan biri şudur: “ABD emperyalist ve yayılmacı da Çin değil mi!”
Hatta bu argümanı, “Çin’in ABD’den daha tehlikeli bir emperyalist olduğu” iddiasına kadar götürenler bile vardır.
Siz istediğiniz kadar emperyalizmin Lenin’in tarifiyle kapitalizmin en yüksek aşaması olduğunu anlatın ya da Çin’in emperyalist ABD’den farklı olarak ticari anlaşmalarına siyasi şartlar getirmediğine dair onlarca örnek verin, fark etmez…
Madem Türkiye karşıtı politikaları nedeniyle emperyalist ABD savunulamayacak durumdadır, o zaman Çin de Rusya da ABD gibi emperyalist olmakla suçlanmalıdır ki, Amerikancılık denge bulabilsin!
Böylelerini değil ama böylelerinden etkilenenleri ikna etmek açısından en etkilisi, sanırım yukarıda verdiğimiz örneğin benzeri onlarca örnek vermekten ziyade Kissinger gibi isimlerin görüşlerine başvurmaktır!
KISSINGER: ÇİN, ABD GİBİ DEĞERLERİNİ YAYMAYA ÇALIŞMAZ
ABD-Çin ilişkilerinde özel bir yere sahip olan ve ABD’de, hatta Batı’da Çin’i en derinlemesine incelemiş isimlerin başında gelen kişi Henry Kissinger’dır.
Richard Nixon ve Gerald Ford yönetimlerine Ulusal Güvenlik Danışmanlığı da yapan ABD’nin ünlü Dışişleri Bakanı Kissinger, ülkesi ile Çin arasındaki temel farkı, Çin Üzerine isimli önemli kitabında çok doğru bir şekilde şöyle ortaya koyuyor:
“ABD’nin kendisini bütün dünya ülkelerinden müstesna bir konumda görmesi, misyonerce bir tutumu beraberinde getirmektedir. ABD, sahip olduğu değerleri dünyanın her yanına yayma mecburiyeti olduğunu savunur. Çin’in kendisini müstesna bir konumda addetmesinin nedeniyse kültüreldir. Çin, değerlerini yaymaya çalışmaz; çağdaş kurumlarının Çin’in dışındaki dünyaya uygun olduğunu da ileri sürmez.” (Henry Kissinger, Çin- Dünden Bugüne Yeni Çin, Çev: Nalan Işık Çeper, Kaknüs Yayınları, 1. Basım, 2015 İstanbul, s. 14.)
Yine Kissinger, her iki ülkenin de özel bir rol üstlendiğini düşündüğünü belirterek şöyle der: “Çin, ABD gibi kendisinin özel bir rol üstlendiğini düşünmekteydi. Ama bu düşünce hiçbir zaman değerlerini bütün dünyaya yaymak üzerine kurulu Amerikan evrenselciliğini benimsememiştir. Çin kendisini barbarları kapının önünde tutmakla sınırlamıştır.” (s.40.)
KAPİTALİZM-SOSYALİZM FARKI
Kuşkusuz Kissinger’ın iyi gözlemlediği bu fark vardır ancak fark her iki ülkenin de kendisini müstesna görmesinden ya da ABD’nin misyonerce tutumundan kaynaklanmamaktadır. Farkın kaynağı, ABD’nin emperyalist kapitalist, Çin’in ise sosyalist olmasıdır.
Yeni pazarlara, yeni hammaddelere ihtiyacı olan kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm, modern sömürgecilik yapabilmek üzere yayılmacıdır. Sahip olduğu değerleri yaymak istemesi bundandır.
Dahası ABD, Yugoslavya, Afganistan, Irak, Suriye ve Libya örneklerinde de görüldüğü gibi, sahip olduğu değerleri yaymaktan çok, o değerleri saldırganlığına örtü yapmak için kullanmaktadır. İnsan hakları ve demokrasi gibi iki değer, ABD’nin işgal etmek istediği ülkelere götürmek istediği değerler olmuştur!
LATİN AMERİKA VE AFRİKA’NIN ÇİN-ABD FARKI DERSLERİ
Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi geliştikçe ve ABD’nin bu projeye karşı ortaya koyacağı proje etkisiz kaldıkça, önümüzdeki süreçte bu “yayılmacılıkta benzerlik” iddiası daha çok yer bulacak Batı basınında…
Bu bağlamda Latin Amerika ile Afrika ülkelerinin, Çin ile Batı’nın kendileriyle kurduğu ilişkileri değerlendirme biçimi oldukça yararlı olacaktır. O ülkeler için farkın özeti üç maddedir:
1. Çin’in verdiği kredinin şartları, ABD’nin verdiği kredinin şartlarından çok hafiftir.
2. Çin, verdiği kredinin kullanımını ABD gibi siyasi şarta bağlamıyor.
3. Çin ile iş birliğinin ekonomik kazancı, ABD ile iş birliğinin kazancından çok daha fazla.
İsrail gibi bir ülke bile, tam da bu nedenlerle ABD’nin sert uyarılarına rağmen, Çin’le iş birliğini geliştirmenin yollarını boşuna aramıyor! (CRI)