Öcalan Buyurdu; Şeyh Said Hain! Üstelik Yeteneksiz!
Toplumla özdeşleştirilen ve o topluma değer katan bazı şahsiyetler vardır. Her halk gibi Kürtlerin de öne çıkmış “öncü” ve “örnek” şahsiyetleri var ve bunların hemen tümü İslami kökenden gelen şahsiyetlerdir. Halkı ifsad etmek için, başsız ve sahipsiz bırakmak için hakim güçler genelde bu şahısları ya türlü iftiralarla karalar, ya sürgün eder yada ortadan kaldırır. Nitekim memleketimizde de Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi günümüzde de bu taktiği açıkça görmekteyiz. Önder olan veya önder olma potansiyeli olanları bir şekilde yok eden sistem, kendi işine yarayanları da vitrine çıkarır, “bu sizin liderinizdir”, diye sunar.
Kürtlerin; “şahsiyet”leri, İslam’a olan bağlılıkları, giyim kuşamları gibi Kürdü Kürt yapan “değer”leri ile hiç kimse “ bu sizin liderinizdir” diye sunulanlardan olan Öcalan ve PKK’si kadar uğraşmamıştır. Bu konuda TC sistemini dahi aratır hale gelmişler. Son dönem Kürdün dejenere olmuş her değerinde mutlaka parmakları var. Yetmezmiş gibi bu seferde Şeyh Said’i dillerine doladılar. TC dahi bu derece ileri git-e-memişti.
Bir Mustafa Kemal yetmezmiş gibi yeni bir Mustafa Kemal başımıza musallat etmek istiyorlar. Baksanıza koca koca köşe yazarları dahi kendisini adres gösteriyor. Asıl niyetleri belli, Mustafa Kemal ile Türkleri dönüştürdükleri gibi, her zulme rağmen kendini koruyabilmiş ayakta kalabilmiş Kürtleri de Öcalan eliyle dönüştürmek. Ya bunların Kürt halkından haberi yok, yada bu işte bir çıkarları var ki ısrarla onu öne çıkarmaya çalışıyorlar. Onu Kürdün “temsilcisi” veya “iradesi” saymakla Kürde daha büyük haksızlık yapılamaz. Ancak bu sefer başaramayacaklar. Halk daha önce başkalarına kandığı gibi kanmayacak ve tarih tekerrür etmeyecektir.
Hangi düşüncede olursa olsun bazı şahıslarla uğraşmak, onların çelişkilerini, kafa karışıklıklarını anlatmak veya eleştirmek pek hoş değil.Zira başkalarının yanlışları üzerinden meşruiyet kazanmaya veya haklılığını ispatlamaya çalışmak basitliktir, ahlaki de değildir. Önemli olan kişinin kendi şahsının ne sunduğu, nasıl yaşadığı ve ne tür güzellikler ortaya çıkardığıdır.
Ancak o kişi hareketin önemli noktasındaysa, eylem ve söylemleri hareketin yönünü belirliyorsa istisna dışına çıkılmasında bir sakınca olmamalı...İnsan hakikati bir şekilde dile getirmeli... Zira, söylenenler ve yapılmak istenen bir halkın değerlerini ve Şeyh Said gibi, o halkın öncülerini ve mücadelesini basite almak, çarpıtmak durumuna gelir ki bu iftiralara sessiz kalmak onaylamak anlamına gelir.
Amacımız Öcalan’a cevap yetiştirmek değildir. Yada kendisinin çelişkilerini, kafa karışıklıklarını, 70’lerden bu yana durum, şart ve ortama göre günlük ve anlık söylem değişikliklerini ortaya koymak ta değildir. Zaten buna vaktimiz de yetmez, kalemimizde.
Hangi söylemiyle uğraşalım ki, kadınlar hakkında hiçbir din ve ideolojide eşi benzeri görülmemiş değerlendirmeleriyle mi? Kemalizmi ve Mustafa Kemal’i istisnasız her hafta kutsamasıyla mı? Hizbullah’ı kimin kurduğuna -TC mi yoksa İran mı- bir türlü karar verememesiyle mi? Sadece iç infazları dahi tüyler ürpetiyorken savaş-şiddet karşıtı söylemleri ile mi? “Ben”, “ben”,“ben” söylemlerinin psikolojik analiziyle mi? Her okuduğu yazar, felsefeci ve sosyologdan sonra “aslında fikirleri bana benziyor, onu aştım” söylemleriyle mi?- Ancak ne hikmetse haşa Peygamberler dahil herkesi aşabiliyor da bir Mustafa Kemal’i aşamıyor- Uğruna binlerin öldüğü, yerlerinden sürüldüğü, perişan olduğu özgür Kürdistan söylemi ile başlayan macerasının “ulus devleti” ilkellik gören anlayışıyla mı? Yoksa “İslam tarihi konusunda muazzam bir bilgiye sahibim.” iddiasında bulunup Hz. Harun’u Hz. İbrahim’in kardeşi yapması yetmezmiş gibi Hz. Hüseyin’in Muaviye döneminde Kerbela’da katledildiğini öne sürmesiyle mi?
Her birini sorgulamak dahi başlı başına bir yazı konusu olur. Ama dedik ya, uğraşmaya değmez. Tefekkür etmesini bilenler düşünüp kendileri karar versin. Bunca gariplikten sonra eğer hala birşeylerin farkına varmayanlar oluyorsa hala birilerinin iradesi, önderi, rehberi olabiliyorsa bırakalım, kendi hayal alemlerinde avunmaya devam etsinler. Ancak Şeyh Said mevzusu başka...
Dersim ile ilgili en küçük bir ima dahi infiale yol açarken hemen her hafta istisnasız Şeyh Said’e yönelik iftiralarda bulunan Öcalan’a bir tek tepkinin dahi olmaması çok hazin bir durum. Kendisi, her avukat görüşmesinde istisnasız Mustafa Kemal’e methiyeler dizer, tebaası ise “Dersim katili” diye Mustafa Kemal’e etmediğini bırakmaz. Hiçbiri “ne oluyoruz”, diye düşünmez ve hala Öcalan’ın sözlerinin altında bir “hikmet” arar. Bu kadar mı ölmüş bu insanların refleksleri yada bu kadar mı şartlanmış körelmiş beyinlere sahipler, yada bu kadar mı…Sonra da Kürd’e özgürlük talep ederler... Hangi özgürlük? Ne özgürlüğü? Özgür olmak için veya özgürlüğü vaadedebilmek için önce ikide bir Mustafa Kemal’e methiyeler dizip, onu allayıp pullayıp önümüze sunan Öcalan tasallutundan kurtulmak gerekir.
Mustafa Kemal’e Övgüler, Şeyh Said’e İthamlar
Öcalan’ın kendi yayın organlarında Şeyh Said ve Mustafa Kemal için sarfettiği ve tarihe ibret vesikası olarak geçecek bazı sözlerini hatırlayalım. Yani kulaktan doyma veya düşmanlarının ağzından propaganda amacı ile söylenmiş sözler değil asla.
“Suçu sadece Mustafa Kemal’e yükleyemeyiz. 1920’erde eşit ittifakı savunuyordu. Birinci Meclis, Türkler ve Kürtlerin ortak meclisi olarak oluşmuştu. Mustafa Kemal 1924’te İzmit konuşmasında “Kürtler her türlü özgürlüğünü koruyacaktır” diyordu. Bunları söylemiyor mu? Belgelerde var, söylüyor. Sonra isyanlar oldu. İsyanların arkasında Sultan Vahdettin ve İngilizler vardı. Mustafa Kemal isyanlarda sadece Kürtleri görmüyor; “Cumhuriyet gidecek, Türkler ve Kürtler kalmayacak, yerine Sevr gelecek” diyordu. O dönem Türklerin de işbirlikçi kesimleri var. Şeyh Sait, Kürt ulusal kurtuluşçusu değildi, din ağırlıklı feodal otonomiciydi. (...)İsyanlar ilerici ve bilimsel olmadığı için yeniliyor. Felsefi olarak da öyledir. Eğer bir yerde bir şey yenilmişse, geriyi temsil ettiği içindir. Mustafa Kemal o koşullarda ileri olanı temsil ediyordu. Kürtler gericiydi demiyorum, başındakiler gericiydi. Kürtleri yüzyıl geriye çektiler. Bugün hala bunun acısını çekiyoruz. Bundan kim sorumlu? Bunlar sorumludur.
(...)Mustafa Kemal ülkesi için, kendi halkı için dünya çapında en büyük mücadeleyi veren önderlerden biridir. Mustafa Kemal iyi bir savaşçıydı; iyi bir bağımsızlıkçıdır, laiktir, bilimseldir, ortaçağ ideolojisine karşıdır. Zaten cumhuriyetçi olduğunu biliyorsunuz. Mustafa Kemal geleneği budur.” 22-09-2004 Tarihli Görüşme Notları/ANF
Kürtlerin Kurtuluş Savaşındaki yeri ve önemli rolü aslında 1921 anayasasına da yansıdı. O dönemde Kürtlere özerklik tanıyan düzenlemeler de yapıldı, Özerklik tanındı. Mustafa Kemal in o dönemdeki konuşmalarında da bunlar var. Ama İngilizler, İttihat Terakki Kadroları, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak eliyle Mustafa Kemal i etkisizleştirdiler, Kürtler İngiliz politikasına kurban edildi. 09 Temmuz 2010 tarihli Görüşme Notları/ANF
Peki, Şeyh Said ne yaptı da Kürtleri geriye götürdü? Ancak gerek ahlaki, gerek insani, gerekse inanç olarak Öcalan ve ekibinin Kürtleri nereye götürdükleri gayet açık. Şehadeti de zafer kadar kıymetli gören İslam’i bir anlayışa sahip değilse bile Şeyh Said’in kanının ve kıyam meş’alesinin halen canlı olması başarı için yeterli değil mi?
Ne ilginç…Dün Kemalizm hakkında, “Hitler in Mussolini nin Mustafa Kemal e bizim öğretmenimizdir demesi, boşuna değildir. Onun yaşadığı koşullar onu 1920 lerde dünya çapında faşizmin babası yapmıştır.” diyen, Öcalan bu gün Kemalizm`in en büyük savunucusu olabiliyor. Üstelik Ulusalcı, Kemalist ve Ergenekoncu tabaayı dahi kıskandıracak teori ve tezlerle…
Öcalan’ın,“Şeyh Said olayı olmasaydı, Mustafa Kemal Kürd sorununu çözerdi” tarzındaki söylemlerinin de hiçbir tarihi gerçekliği yoktur. Mustafa Kemal’in hangi tutum ve davranışları bunu ispatlıyor ki? Belki ilk dönemler bir iki yerde durumu sağlamlaştırmak için Kürtlere bazı sözler vermiştir. Ancak Cumhuriyet kurulduktan sonra bu sözlerinin hiçbirini tutmamıştır ve sonraki dönemlerdeki icraatleri de bunun açık bir göstergesi. Bu icraatler Kıyamdan önce de vardı, kıyamdan sonra da… Zaten kıyamın en önemli çıkış nedeni de bu icraatler değil mi?
“Diyarbakır’a özel selamlarımı söylüyorum. Diyarbakır halkı 1925’te bir komployu boşa çıkardı. Bu günde bana bağlı kalarak bir komployu boşa çıkardı”. 23 Temmuz 2008 Tarihli Görüşme Notları/ANF
Sahi Diyarbakır halkı 25’te hangi komployu boşa çıkardı. Eğer Şeyh Said kıyamını kastediyorsa – ki öyledir- o zaman bu demektir ki kendisi sistemden yana tavır alıyor…O dönemde elli öncü ve seçkin insanın idamı ve binlercesinin katledilmesini bu şekilde açıklamak nasıl izah edilir bilemiyorum.
“Mustafa Kemal, Musul ve Kerkük’ü vermek istemiyordu ama İngilizler’in oyunları nedeniyle Mustafa Kemal vermek zorunda kaldı. Şeyh Sait İsyanı-Dicle İsyanı bir provokasyondu. Bunun provokasyon olduğunu anlamadılar. Dersim isyanı sonunda da Mustafa Kemal, Seyit Rıza ile görüşecekti ama bunu yapmasına bile izin vermediler, onu beklemeden Seyit Rıza’yı idam ettiler. Mustafa Kemal gerçek bir isyancıydı. Ama Fevzi Çakmak Genelkurmay Başkanıydı. İnönü onlar başından beri İngilizlerin tarafındaydı. Hatta onlar tarafından görevlendirildiler. Bunlar Mustafa Kemal’in isyanına destek için katılmadılar, Mustafa Kemal ve kurulacak devleti İngiliz yanlısı politikalar çerçevesinde kontrol altına almak için Ankara’ya gönderildiler. Mustafa Kemal İngiliz politikalarını biliyordu, kabul etmiyordu.” (30 Ekim 2009 tarihli Görüşme Notları/ANF)
“Mustafa Kemal, İngiliz oyunlarını kısmen de olsa çözmüştü. İngilizler kendi politikaları için Türkiye’de Kürtleri devletin önüne attılar. Bunlar hep böyle yaptılar. Şeyh Said’i kullandılar. Şeyh Said’i kullanarak Musul ve Kerkük’ü aldılar, bu şekilde Mustafa Kemal’e de Kürtlere yönelme yolunu açtılar. İngiltere bu şekilde Şeyh Sait üzerinden politika geliştirdi. Benim üzerimden de politika geliştirmeye çalıştılar ama ben kendimi kullandırtmadım, kendimi kullandırmayacağım, benim üzerimden politika geliştirmelerine izin vermedim.”(26 Ağustos 2009 tarihli Görüşme Notları/ANF)
“Şeyh Said kullanıldı, oysa ben kendimi kullandırtmadım, kullandırtmam”…Neredeyse kendisini kullandırtmadığı devlet ve örgüt kalmamış birinin pak ve saf bir mücadele yürütmüş Şeyh Said’i İngiliz ajanlığı ile suçlaması manidar. Elindeki tek sermayesi ise sistemin çarpıtılmış, tek yanlı ve faşizan tarihinin bilindik efsanesi; “iç düşmanları kullanan dış mihraklar”…Oysa bu tür propagandaların kaynağı olan İnönü ve ekibi her ne kadar o dönem şartlarında kendi çıkarları için bu propagandaya ağırlık verdiyseler de sonraki yıllarda hatıralarında İnönü, Öcalan kadar insafsızlık yapmamıştır. İnönü gibi bir zatın dahi itiraf ettiği bir hakikati Öcalan hala dillendiriyor. Üstelik hakikati bir iki kere dile getirmek insan için yeterli gelebiliyorken, hemen her görüşmede farklı versiyonlarla dile getirmesi ayrıca manidar.
Belli ki birilerine yaslanmayı kendilerine ahlak edinmişler. Sırtlarını birilerine dayamadan hareket etmedikleri için herkesi kendileri gibi zannederler. En son “göreve hazırım” diyerek gönüllü olarak TC’ye hizmet etmek için didinmesi de bu huylarının değişmediğinin göstergesi. Fazla değil, sadece o günkü koşulları bilseler böyle bir yargıda bulunmalarına gerek kalmaz.
Günümüz şartlarında düşünüp, o günün,koşullarını, şartlarını, toplumun yaşam tarzını bilmeden ve hareketin olgunlaşmadan plansız bir şekilde kıyama mecbur edilmesini göz ardı ederek kıyamı fikirsiz, hedefsiz olarak niteleyip, kıyamda mükemmeliyet aramak veya İngiliz oyunu olarak lanse etmek basiretsizlik değilse açık bir ihanet veya birilerine yaranma kaygısından başka hiç bir gerekçeyle izah edilemez.
Öcalan’ın iddia ettiği gibi Şeyh Said’i İngilizlerin kullandığı ve bu yolla Musul Kerkük’ü aldıkları yaklaşımı da doğru değildir. Bunun hiçbir kanıtı da yoktur. Ancak tam aksine Şeyh Said ve Kürtlere karşı belli tavizler karşılığında İngilizler ve Fransızlar Mustafa Kemal’e destek vermiştir.
Ve Son Hamle; Şeyh Said Yeteneksiz!
“Şeyh Sait, Seyit Rıza, Cibranlı Halit gibi Kürtlerin bastırılması da bu komplocu gelenekle alakalı, bağlantılıdır. Burada Kürtler önce havaya kaldırılıyor sonra sırtları yere vuruluyor, imha ediliyorlar. Provokasyonları hazırlayıp, yaratıp kendileri bastırdılar. Aslında bunlar komployla doğdurulup komployla boğuntuya getirildiler” 02 Temmuz 2010 Tarihli Görüşme Notları/ANF
“Aslında isyanın önderi Cibranlı Halit Bey dir. Cezaevinde bulunan torununun hala mektupları bana geliyor onlar da belirtiyorlar, benim yaptığım bu tespitleri mektuplarında yapıyorlar. Şeyh Sait bu isyana önderlik yapabilecek biri de değildir. Bu isyanın liderleri daha isyan başlamadan tek tek imha ediliyorlar. Kürtlerin Cumhuriyete olan tepkileri böyle ortaya çıkıyor.” 24 Mart 2010 Tarihli Görüşme Notları/ANF
Önce işbirlikçi ve hain… Şimdi de yeteneksiz…Yazık…! Cezaevinden biri bir mektup gönderecek ve bu mektup referans olacak…Her okuduğu yazar veya mektuptan sonra gündemin şekline göre ayrı bir söylem... Bir bütünlülük, bir tutarlılık yok. Ne dediği, ne fikirde olduğu dahi belli olmayan, günün şartlarına göre ‘şekil’ ve ‘renk’ değiştiren birine kim niye güvensin. Aslında bu durum bize ilmi ‘yeterlilik’ ve ‘derinlik’ konusunda da bazı ipuçları veriyor…
Şeyh Said’e, O’nun kıyamına ve mücadelesine dil uzatmak eskiden olduğu gibi şu anda da O’nu ve kıyamını küçük düşürmez, olsa olsa Kürt Halkına her türlü kötülüğü ve ihaneti yaşatan kişi ve kesimleri küçük düşürür. Nitekim sıklıkla vurguladığımız gibi ileride görülecektir ki PKK/ DTP’nin Kürt CHP’si rolünden daha fazla bir fonksiyonu kalmayacaktır. Kürdistanda CHP’nin misyonunu yüklenecektir. Zaten sistem buna izin verirse kendileri önceden hazırlar. İlk dönemlerde CHP zihniyetinin halka zorbaca dayatmaya çalıştıklarının aynısını kendileri Kürtlere dayatmaya çalışıyor. Hem icraatleri hem de sarf ettikleri sözler bunun açık delili. İşin esasında dillerinin farklı olması dışında, birbirlerinden pek bir farkları yok.
Şeyh Said kıyamı özellikle ilköğretim kitaplarında basit ve hakaretvari bir üslupla anlatılırdı. Her okuduğumuzda veya her anlatıldığında güler geçerdik. Bir tek Kürt çocuğunun bu yalanlara inandığına şahid olunmamıştır. Hakeza her tarafta Mustafa Kemal ile ilgili yazılar – ki din kültürü kitaplarının dahi neredeyse üçte biri kendisi ile ilgilidir- ve her köşede portresi olmasına rağmen bir tek Kürt evladının sempati ile Mustafa Kemal’e baktığına, çocuklara her sabah “Türküm, doğruyum, çalışkanım” (…) dedirtilmesine rağmen, kimsenin Türk olduğuna şahid olunmamıştır. Hatta bu baskı ve zorlama ters tepmiştir.Küçük çocukların dahi alay konusu ettiği ve asla inanmadığı bu hikayelere Öcalan’ın 60’ından sonra inanması hayret verici...
Hal böyleyken 80 küsur senedir içimizdeki Şeyh Said aşkını söndüremeyen ve onun sempatisini azaltamayan sisteme rağmen Öcalan’nın adeta Kemalizmin başaramadığını başarmak için hemen her hafta çirkefçe iftiralarda bulunması manidar. Haa, böyle davranarak bir başarı mı kazanacaklar? Kesinlikle, hayır. 80 kusur senedir TC aynı taktiği denedi de ne oldu? Garip olan işlerine geldiği an sahiplenmek. Düne kadar “kahraman” diyordular, birden “yeteneksiz, hain ve ajan” oluverdi. Şeyh Said’i karalayıp Mustafa Kemal’i yücelterek, kutsayarak birilerinin kendisini dışarı salıvereceğini düşünüyorsa veya kaale alınma ihtimalini düşünüyorsa TC’yi hiç tanımamış demektir. En azından zahmet edip, Şeyh Said davasına zamanında ihanet eden, tarafsız kalan, hatta kıyamda TC tarafında yer alan kesimlerin akibetlerini araştırırsa, çok hazin neticelerle karşılacağı muhakkak.
Aslında bu biraz da iyiye alamet, daha önce ikiyüzlü davranıp çıkarları için Şeyh Said’e sahip çıkan bu zihniyet belli ki artık buna gerek duymuyor ve gerçek yüzünü açıklamaktan çekinmiyor.
Bugün Şeyh Said kıyamına solcusundan sağcısına, dinsizinden dindarına, hiçbir Kürt ve hiç bir Müslüman olumsuz bakmaz, kıyamı değerlendirirken bir “acaba” ile değerlendirmez. Ancak Öcalan’ın PKK’si için aynı durum söz konusu değildir. Hatta zamanında kendisiyle birlikte olup şu an muhalif pozisyonda olanları bir araya getirirseniz sayı olarak şu anki PKK’den çok daha fazla olur.
Kıyas; Kimi Tercih Edersiniz?
İki şahsiyeti karşılaştıralım. Aslında bu kıyas dahi Şeyh Said’e haksızlık. Tıpkı güneş ile mumu kıyaslamak gibi…
Biri, son derece mütevazi, dindar, erdem ve karakter sahibi, şartlar ve ortam ne olursa olsun çizgisinden sapmayan, her türlü teklife rağmen taviz vermeyen, zulme karşı kıyam eden ve davasına asla ihanet etmeyen, küçük menfaatler peşinde koşmayan ve bu uğurda canını veren bir duruş sergilerken; diğeri ise, kibirli, sarfettiği her üç kelimeden biri “ben” olan, şahsını kurtarmak için her şeyi, hatta uğruna savaştığını iddia ettiği Kürtleri bile feda etmeyi göze alabilen insanlar cezaevlerinde perişan olduğu halde her hafta “başım ağrıdı, nefes alamıyorum, oram-buram kaşındı, pencere yüksek, oda küçük” diye çocukça davranışlar sergiliyor.
Biri, “Bizi Türklerle birlik kılan şeriat ve hilafetti. Türkler şeriatı yok sayıp hilafeti kaldırdıklarına göre artık bizi birbirimize bağlayan bir şey kalmamıştır.” diyor; diğeri ise Mustafa Kemal’i her hafta allayıp pullayıp önümüze sunuyor ve her şeyin müsebbibi orduyu göklere çıkarıyor.
Biri Kürt halkının “dini” ve “milli” değerlerini kurtarmak için ilerleyen yaşına rağmen canını ortaya koyuyor; diğeri ise Kürt halkının “dini” değerlerini her fırsatta aşağılıyor, dejenere ediyor, bir hiç uğruna kurban ediyor.
Biri “değer”lerini korumak için ölmeyi tercih ediyor; diğeri ise ölmemek için tüm “değer”lerinden vazgeçiyor.
Biri yakalanacağını anladığı anda ilk işi düşmanın eline geçmemesi için döküman dolu heybesini atmak oluyor; diğeri ise kendini kurtarmak için en yakınındakilerini dahi deşifre ediyor, hatta onları isim vererek tek tek eleştiriyor.
Biri; idam edileceği sırada bir kağıdın üzerine Arapça: “ Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslam içindir." yazıyor ve ilmik boynuna geçirildikten sonra, Kürtçe söylediği son söz ise; "Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesinler." oluyor; diğeri ise yakalandığı anda "Benim anam da Türktür, eğer bana bir görev düşüyorsa hizmete hazırım", “ne olursunuz önümü açın bırakın gidip konuşursam PKK’yi ikna edebilirim”, diyor.
Sonra da haya etmeden Şeyh Said’e dil uzatabiliyor.
Şimdi siz olsanız hangi şahsiyeti tercih ederdiniz? Bunu sormak dahi abes, değil mi?
Mehmet Çelik