Ey İnsafsızlar! Neden Bana Yardım Etmiyorsunuz?
İslami uyanış ve şuurlanışa dair ümit verici gelişmelere şahitlik etmekteyiz. Bahusus Kürdistan`da büyük bir İslami hareketlilik söz konusudur. Ülke içinde olsun ülke dışında olsun insanların buna kayıtsız kalmaları mümkün değildir. Bunun emareleri her geçen gün daha da belirginleşmekte... Bu, bu noktada kalmayacak "Allah için" anlayışı muhafaza edildiği ölçüde bu hareket gelişip etkinleşecektir, inşallah...
Mustazafların öncülüğünde başlayan bu hareket kuşatıcı ve kucaklayıcı bir harekettir. Kendisinden önceki İslami şahsiyet ve hareketlerin güzelliklerini, tecrübelerini yaşadığı zamanın diline tercüme etmekte ve olabildiğince onlardan yararlanmak istemektedir. Ümmetin muzdarip olduğu ağır sorunları çözmeye talip ve bu sorunları tedavi edecek reçetelere sahiptir. Reçetelerinde bulunan etkileyici ilaçlardan biri ittihat ve vahdettir. Hareket, enerjisinin bir kısmını bu ilacın plan ve programlarına sarf etmede kararlı görünüyor.
Kürdistan`daki gelişmeleri izlerken, bu hareket dairesinde temelde iki şey gözüme ilişti: Birisi, Kutlu Doğum etkinlikleri ve buna bağlı olarak Türkiye geneline yayılan programlar. Diğeri de âlimler ve medreseler birliği olan İTTİHAD’ın öncülük ettiği etkileyici faaliyetler. Kutlu Doğum etkinlikleri ile ilgili değerlendirmem çok kısa olacaktır. Hem hareket olarak hem de halk olarak büyük bir ilahi ikramla karşı karşıyayız. Hakkıyla şükrünü yerine getirirsek, ümmetin vahdetine yol açacak bir nimetle imtihan olmaktayız. Bunda hem müjde hem ihtar var, ikisinin farkında olarak hareket etmek şarttır.
İTTİHAD`ın öncülük ettiği etkinliklerin en göz kamaştırıcısı ise kuşkusuz Diyarbakır`daki âlimler çalıştayı idi. Birçok ülkeden farklı cemaat ve gruplara mensup âlim ve akademisyenlerin iştirak ettiği bu çalıştay, sadece bölgedeki Müslümanları değil çatışma, ihtilaf ve parçalanmalardan bitap ve bizar düşmüş ümmetin dertlileri, hususen âlim ve hocalarına büyük bir moral oldu, aynı zamanda ümit ve heyecan verdi. İttihadın diğer heyecan verici faaliyeti ise Kürdistan genelinde başlattığı medreseleri ihya seferberliğidir. Bu kapsamda yeni medreseler açılmakta ve Kur’an – iman nesli için âlim ve alimelerin yetişmesini öncülük etmekte. İttihat, maddi ve manevi donanımıyla uyumlu bir şekilde toplumsal ıslah noktasında etkin bir aktör olarak öne çıkmaya aday gibi görünüyor. Allah’a binlerce kez hamdü senalar olsun. هذا من فضلى ربنا
Rabbani in’am ve ikramat bağlamında halklarımızın ve hususen âlim ve hocalarımızın ilgi ve heyecanı takdire şayan bir noktada olmakla beraber; fakat her ne hikmetse hala bazı şeyh âlim ve hocalarımızda beklenen ölçüde bir hareket ve heyecan görünmüyor gibi… Neyi bekliyorlar? Halkların hayır hasenata iştiyaklı rağbeti ile beraber değişim ve ıslahata olan arzu ve isteği aşikâr iken, hocalarımızdan bir kısmının bu heyecana iştirak etmeyişler ve hareketsiz duruşları onlar adına bizi düşündürmektedir. Kürdistan ve Türkiye gibi on yıllardan beri küfri oyunların etkin bir şekilde sahnelendiği yerlerde bir ıslah ve irşad hareketinin başlattığı bu hayır faaliyetlerine katılmaları, hiç olmazsa destek vermelerini beklemek bu halkın çocukları olarak hakkımız olsa gerek. Kaldı ki bu hareket onların hareketidir. Âlimlerin, ariflerin, hoca ve muallimlerin merkezinde oldukları ve öncülük ettikleri bir harekettir. Nebevi bir harekettir. العلماء ورثة الأنبياء hadis-i şerifleri onların harekette geçmelerini adeta zorunlu kılmaktadır.
Âcizane, âlim hocalarımıza ilişkin bu çerçevede bir şeyler yazmakla meşgul iken birden daha evvel Bediüzzaman Said-i Nursi`den okuduğum bir mektup hatırıma geldi. Baktım söyleyeceklerimin en alasını o söylemiş. Haliyle söz hakkı onun, sözü ona bırakmak gerek dedim ve bıraktım:
“Risale-i Nur dairesinde (cemaat safları içinde) bulunan ve bilfiil çalışan hocalardan ve Konya hocalarından başka, sair hocalara, bugünlerde, tashihat yaparken şiddetli bir hiddet bana geldi. Çünkü Arabi (Arapça) okumayan Nur şakirtlerinin fedakârlıkları, Arabi bilmemesinden sehivler, hatalar oluyor. Ben de zahmet çektiğimden, hem eski talebelerimden olan hocalara ve kardeşime, hem şimdiki Ankara’da ve İstanbul’daki resmi hocalara bağırarak dedim:
"Ey insafsızlar! Neden hem vazifeniz, hem medresenin mahsulü, hem size farz-ı ayn gibi lüzumu bulunan bu hizmet-i imaniyede bana yardım etmiyorsunuz? Belki de sizin lakaytlığınızdan çokların çekilmesine sebebiyet veriyorsunuz. İmam-ı Ali nin (r.a.) ahir zamanın bir kısım hocalarına vurduğu tokattan hissedar oluyorsunuz" diye dehşetli bir itiraz kalbe gelirken, birden, kalbini bozmayan hocaları müdafaa etmek için üç mana ihtar edildi.
Birincisi: Resmen iki büyük merkezde, iki heyet-i ilmiye, beyanı münasip olmayan çok esbaba binaen, her vesile ile, hoca kısımlarının Risale-i Nur’dan (cemaatten)çekilmeleri için çok vasıtaları istimal ediyorlar. Memuriyet gibi derd-i maişet belasıyla biçare hocaları dairelerine çekip, Nurlardan uzaklaştırıyorlar. Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil; belki derd-i maişet veyahut o heyet-i ulemadaki büyük hocalara itimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dini kendi imanını kurtaracak derecesindedir zannıyla lakayt kalıp, ruhsatla amel etmeye kendine fetva buluyor.
İkinci mana: Bu kadar dehşetli bir hücum ve tazyike maruz kalan Risale-i Nur şakirtlerini, evham yüzünden, güya Menemen ve Şeyh Said vakıaları gibi bir hadisenin ihtimali var diye iki defa imha için, hem perde altında eskiden beri düşmanlarını, hem resmen kanun ve idare ve siyaset cihetinde merhametsiz bir surette bazı erkân-ı hükumetin(Hükümetin ileri gelenleri) bizi iki defa hapis ve itham etmesi ve resmi ve gayr-ı resmi propagandalarla herkesi bizden ve Nurlardan ürkütmesiyle, elbette hassas ve bir derece zayıf hocalara ehemmiyetli bir korku verip bir mazeret olur. Onun için, ekseriyet değil, belki yalnız fevkalade bir cesaret ve gayret taşıyan bir kısım hocalar Nurlar dairesine girip, girmeyenleri de bir derece affettirdiler.
Üçüncü mana: Şimdilik tehir edildi. Bazı hocalar, "Minare kadar yüksek bir adamı," hem "Alnında okunacak bir yazı bulunacak" hem "Birden eli bir su ile delinecek," gibi hakikatin perdesi olan teşbihleri hakikat zannetmek bahanesiyle, Nurun bazı ihbarat-ı gaybiyesi, sathi nazarlarına muvafık gelmiyor, ona daha yanaşmıyor. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, bu zamanda Risale-i Nurda, nokta-i istinad olarak avam-ı mü mininin en ziyade muhtaç oldukları ve Nurda buldukları öyle bir hakikattir ki; hiçbir şeye alet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksat içine girmeyecek ve hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak, dünya maksatları ona karışmayacak, ta ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikate ve sadık naşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli filozofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.” (Emirdağ Lahikasından)
Mektubu bu şekilde arz ettikten sonra şimdi de konumuzla ilgili olan bağlantısına geçelim:
Üstad medreseden çıkmış döneminin en etkin ve en vukufiyetli âlimlerinden biridir. Aynı zamanda bir müceddid, bir mürşid ve bir hareket insanıdır. İnsanların etrafında Cemaat oldukları Risale-i Nur isimli eseri de tamamen bir medrese mahsulü ve meyvesidir. Dolayısıyla bu eser ve etrafındaki cemaate en fazla ve en öncelikli sahip çıkması gerekenler medrese ehli âlim, şeyh, arif, hoca ve münevverler olmalıdır. Akıl ve mantık da bu böyledir, diyor. Çünkü ancak bu şekilde Cemaat, tabiatıyla muvafık bir mecraya girer ve ancak bu durumda fıtri ve asli tesirini hakkıyla icra etmiş olur.
Bizim söylediğimiz Üstadınkinden daha fazla değildir. İslam ve iman hizmetini omuzlamış İslam cemaatine koşmak, safları içinde kaynaşıp yekpare olmak herkesten daha ziyade İslam âlimlerine, şeyh ve hocalarına düşen bir vazifedir, bu aynı zamanda kendi asli vazifeleridir de… Bu yüzden Üstad feryad ederek; ‘Ey İnsafsızlar!’ diyor. ‘Neden hem vazifeniz, hem medresenin mahsulü, hem size farz-ı ayn gibi lüzumu bulunan bu hizmet-i imaniyede bana yardım etmiyorsunuz? Belki de sizin lakaydlığınızdan çokların çekilmesine sebebiyet veriyorsunuz. Üstad bunu söylüyor, peki biz ne diyoruz?!
Sonra Üstad bu kısım hocaların hizmetten geri durmalarını birkaç sebebe dayandırıyor.
Birincisi: Derd-i maişet belası dediği geçim derdi ve endişesidir. Resmi bazı merkezler işin bu tarafını su-i istimal ediyorlar. Çok farklı yollar kullanarak hocaların cemaate gelmelerine yol vermiyorlar.
İkincisi: Korku belasıdır. İslam düşmanlarının iftira ve yalan üzerine kurduğu aleyhteki insafsızca propagandaların etkisiyle korkup çekiniyorlar. Başları belaya girer, belki hapis vs. mağduriyetlere maruz kalırlar diye çekiniyorlar.
Üçüncüsü: Risale-i Nur metinlerindeki bazı yorumları anlamamaları veya o yorumlara katılmamaları. Nur’un derinlikli bazı tahlilleri onların sathi nazarlarına/fikir ve bakışlarına muvafık gelmiyor, bu nedenle yanaşmıyorlar.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Üstadın feryad ettiği gibi bizim de feryad etmeye ve dahi âlim ve hocalarımıza yönelik naz etmeye hakkımız var diye düşünüyoruz. Ayağa kalkmış ve imanî noktada insanları heyecanlandırmayı başarmış bir iman davasından söz ediyoruz. Bu hareket bu topraklarda bu haliyle ve bu ruhuyla bir ilk gibi duruyor. Dünyevi hiçbir gerekçe ona koşmamıza ve ona destek vermemize engel teşkil etmemeli, edememelidir. Allah Rezzak’tır. Birbirimize tarih boyunca devam edegelen tevhid mücadelesindeki kareleri hatırlatmak durumundayız. Bugün böyle bir lütuf ve lütuf içinde bir imtihanla karşı karşıyayız. Şu halde müsterih olunsun; bu dava öyle hakikatlerle mücehhez ki;
- Hiçbir şeye alet edilmez.
- Hiçbir garaz ve maksad içine girmez.
- Hiçbir şüphe ve vesveseye meydan vermez.
- Ve düşmanın hiçbir sinsi oyun ve desisesi ondaki hakikatleri çürütmez.
Onda sadece hak var, hakikat var ve bir de bu hakikatlere âşık olan fedakâr kahramanlar var. Bu dava âşıklarını muntazırdır. Vesselam…
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Haziran 2015 (129. Sayı)