Beldelerimizdeki MESCİD-İ AKSA'lar özgürleşmeden...
Aradan geçen bunca zamana rağmen Kudüs hala boynu bükük, hala tutsak bir şekilde esaret zincirini kırıp kendisini kurtaracak Selahaddinler bekliyor. Her gün Siyonistlerin çizmeleri altında ezilen Filistin’in mübarek toprakları kan ağlarken belki de akıttığı gözyaşları ümmetin içine düştüğü haldir. Öyle bir ümmet ki 1,5 milyar olmasına rağmen hadisi şerifin deyimiyle suyun üzerindeki köpük gibi yani çerçöp gibi oluvermiş.
Osmanlının son dönemlerinde harekete geçen emperyalistler, koca bir ümmeti ortadan kaldırmak için her türlü hileye başvurdu. Ulusçuluk akımı üzerinden Osmanlı bünyesindeki halkları, parçala-yönet taktiğiyle tek tek Osmanlı’dan kopararak sömürge haline getirdi. Bununla yetinmeyen bu emperyalist güçler, kopardıkları bu halkların içerisine de yıllarca devam edecek ayrılık ve fitne tohumları ektiler. Her bölgenin hassasiyetine göre sun-i sorunlar peydahlayan batı, kimi yerde mezhepsel, kimi yerde milliyetçilik üzerinden sorunları derinleştirdi. Siyasi anlamda kontrol altına alınan İslam ülkeleri ekonomik açıdan da sömürge yoluyla çökertilerek batının kapısında adeta dilenen bir dilenci hale getirildi.
Uzun süre emperyalist batının kapıkulu askeri olan diktatörlerin zulmü altında yaşayan ümmet, adına Arap baharı denilen süreçle yeni ümit yakaladı. Ümmetin dirilişine katkı sunması umut edilen bu süreç karşısında bir süre afallayan batı, sürece müdahale ederek lehine çevirdi. Ümmet için bir umut ışığı olan Arap baharı adeta kışa çevrildi. Mısır’da devrilene (na) Mübarek’in yerine halkın oylarıyla seçilen Muhammed Mursi devrilerek yerine batı kuklası Sisi getirildi. Tunus, Libya, Irak ve batağa dönüştürülen Suriye…
Arap baharına müdahale eden batı, bu bölgelerde çıkardığı fitnelerle ümmetin bir numaralı gündemi olan Kudüs’ü adeta unutturdu. Kudüs’ü kurtarması gereken koca ümmetin enerjisi özellikle Suriye batağında heba edildi. Batı dünyasına İslam’ı tebliğ etmesi gereken yüz binlerce genç dünyanın değişik ülkelerinden getirilerek bu Suriye batağında kaybettirildi. Mezhepsel ihtilaflar üzerinden oluşturulan fay hatları son günlerde milliyetçilik üzerinden daha da derinleştirildi. İsrail, Arap Baharıyla başlayan sürecin sonuna doğru neredeyse kendini unutturdu. Ve bu arada belli aralıklarla da Gazze’ye saldırılar düzenlemeye devam etmektedir.
Evet, ümmetin ilk kıblesi esirdir ama maalesef esir olan sadece Mescid-i Aksa değil bugün ümmetin her beldesi esir durumundadır. Mescid-i Aksa Siyonistler tarafından işgal edilmişken beldelerimiz ise yerli Siyonistler ya da işbirlikçileri tarafından işgal edilmiş. O yüzden eğer Mescidi Aksa’nın kurtuluşundan bahsedilecekse önce kendi beldelerimizin kurtuluşunu ele almalı buna kafa yormalıyız. Yaşadıkları beldelerde davaları esir olanların Aksa’yı özgürleştirmesi mümkün değildir.
O açıdan Müslümanlar öncelikle kendi beldelerindeki Aksa’ların özgürleştirmeye çalışmalıdır. Ama günümüz Müslümanlarını bundan alıkoyan en büyük engel ‘ihtilaf’ meselesi olarak karşımıza çıkıyor. Birçok İslami camia ve birçok âlim maalesef oluşturulmuş sun-i ihtilaflar problemini bir türlü aşamıyor ve ümmetin küfre yöneltmesi gereken enerjisini maalesef kendi içerisinde heba ediyor. Hâlihazırda bu durum var oldukça Mescidi Aksa’nın kurtuluşu belki de hayal olacaktır. O yüzden Müslümanlar olarak aramızdaki ihtilafları bir kenara bırakarak ittifaklar noktasında bir araya gelmeliyiz ve öncelikle kendi memleketimizdeki esir davamızı özgürleştirmeliyiz ki ardından Mescidi Aksa’nın yolu bize açılsın…
(Gapurfa.com)