Dünyanın Süsleri Karşısındaki Tutumumuz: Kehf Suresi Örneği

Dünyanın süslerini beş başlıkta toplamak mümkündür. Bunlar: Mal, evlat, ilim, iktidar ve muktedir insanların yanında mevki sahibi olmak. Bu süsler karşısında tutumuz nasıl olmalı? Müslüman birisi dünyada lüks adına birşeye sahip olmalı mı, olmamalı mı? Zenginlik mi yoksa fakirlik mi daha üstündür? Varlıkla imtihanı nasıl başarabiliriz? Müslümanlar muktedir oldukları zaman nasıl hareket etmeliler?... Kehf suresi sanki bu gibi soruları cevaplamak için inmiştir. Cuma günü Kehf suresini okumanın sünnet olması da[1] bu sorularla yakından alakalıdır. Çünkü Cuma suresinde de belirtildiği gibi[2] bu günde dünya malına dalıp Cuma namazını terk etmemek gerekir.
Bir önceki yazımızda kıssaların surelerdeki fikri desteklediğine, ana fikri somut örneklerle açıkladığına dikkat çekmiştik. Bu yazımızda Kehf suresi örneğiyle konuyu daha da pekiştirmek istiyoruz. Kehf suresinde yukarıda saydığımız beş zinetin hakkının nasıl verileceğine dair dört kıssa anılmaktadır. Makam ve mevki için Ashab-ı Kehf, mal ve evlat için Bahçe sahibi kıssası, ilim için Musa (as) ve Hızır (as) kıssası, iktidar için de Zü’l-Karneyn kıssası örneği verilmektedir.
Kehf suresi Mekkî bir suredir. Müslümanlara yönelik saldırıların şiddetlendiği bir dönemde inmiştir. Surenin başında; müjdelemek ve uyarmak için dosdoğru bir kitap indirdiği için Allah’a hamdedilmesi gerektiği, insanlar kitaba inanmadıkları için peygamberimizin neredeyse kendini helak edeceği bildirildikten sonra âdeta dünyanın yaratılış gayesini ifade eden şöyle bir ayetle sure devam etmektedir: „Biz, yeryüzündeki her şeyi kimlerin daha güzel amel edeceğini denemek için oranın süsü yaptık. Ve yeryüzündeki her şeyi mutlaka kupkuru toprak haline getireceğiz.“[3] Dünyanın üzerindeki herşeyin geçici bir süs olduğuna dikkat çekildikten sonra Ashab-ı Kehf kıssasına geçilmektedir.
Bu aşamada dünya süsü ve Ashab-ı Kehf arasında ne alaka olduğunu sormamız gerekir. Ashab-ı Kehfin durumlarını bildiğimizde bağlantıyı kurmak kolaylaşacaktır. Onlar; toplumun kodamanları olup dünyevî zinetlerin en güzellerine sahiptiler, oldukça müreffeh bir hayat yaşıyorlardı. Zamanı gelince de mağara gibi son derece sade ve sıkıntılı bir hayatı tercih ederek Allah yolunda sahip oldukları herşeylerini ellerinin tersiyle itmişlerdir. Bu kıssada, dünya şatafatının terk edilmesi gerektiği zamanlarda nasıl hareket edileceğine dikkat çekilmektedir.
Ashab-ı Kehf kıssası bittikten sonra 28. Ayette Peygamberimiz’e (sav) „Dünya hayatının süslerine aldanıp Müslümanlardan gözlerini ayırmaması gerektiği“ emredilerek tekrar konu dünya süslerine getirilmektedir. 32. ayetten itibaren bahçe sahibi birisi ve onun dünyanın süslerine nasıl aldandığı anlatılmaktadır. Bu kişiye kardeşinin tavsiyeleri fayda vermemiştir. Böylece mal ve evlatlara sahip olan birinin nasıl kaybettiği anlatılmaktadır. Buna karşın surenin ileriki aşamalarında, Hızır’ın (as) salih bir babanın evladını öldürerek hem çocuğun ve ailesinin nasıl kurtulduğu hem de bunun yerine daha salih bir evlada nasıl sahip olduklarına dikkat çekilmiştir.
46. ayette servet ve oğulların dünyanın süsü olduğu, kalıcı olan iyi davranışların ise daha hayırlı olduğu hatırlatılarak suredeki bağlantı devam ettirilmiştir.
60. ayetten itibaren Hz. Musa’nın Hızır (as) ile kıssası anlatılmaktadır. İlimle zinetlenmek için nasıl davranılması gerektiği, ilim süsüyle imtihanın nasıl kazanılacağının kuralları açıklanmıştır. Hz. Musa’nın (as) tevazuu, ilim yolundaki fedakarlığı vb.
83. ayetten itibaren Zu’l-Karneyn kıssasıyla; iktidar süsü ve bununla imtihanın nasıl başarılacağının kuralları anlatılmıştır. Onca gücüne rağmen kibirlenmemesi, kendini kaybetmemesi, rabbine şükrü unutmaması vb.
Sure en sonunda kurtuluşun reçetesini sunarak şöyle bitmektedir. „…Artık her kim rabbine kavuşmayı bekliyorsa salih amel işlesin ve rabbine ibadette ona hiçbir şeyi ortak koşmasın.”[4]
Kehf suresinde insanı bekleyen en önemli kayıp noktaları somut örneklerle açıklanmıştır. Cenab-ı hak bu surede, bizden dünyayı tamamen terk etmemizi değil, yeri gelince terk etmeyi bilmemizi istemektedir. Terk etmemiz gerekmediğinde de nasıl davranmamız gerektiğini bildirmektedir. Bazen Ashab-ı Kehf gibi, bazen de Zu’l-Karneyn gibi olmalı, fakat kesinlikle bahçe sahibi gibi olmamalıdır. Bir Müslüman herhangi bir şeye sahip olduğunda kendi kendine şu soruyu sormalıdır: Buna sahip olmak için neyimi feda ettim? Aldığım şey verdiğim şeye değer mi? Çünkü dünya kaybetme ve kazanma meydanıdır. Peygamberimiz (sav) "Sabah namazının iki rekat sünneti, dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır."[5] demiştir. Bütün dünyanın iki rekât namaz kadar değeri yoksa, elde ettiğimiz dünyevi zinetler üzerinde ciddi muhasebe yapmamız gerekir. Allah muhafaza, eğer bunlar karşılığında din gibi en değerli şeylerimizi feda etmişsek büyük bir hüsranda olduğumuzu unutmamalıyız. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] “Cuma gününde Kehf suresini okuyan için iki Cuma arasında bir nur parlar” (el Hakim 2/399)
[2] Cuma, 62/9.
[3] Kehf, 18/7,8.
[4] Kehf, 18/110.
[5] Müslim, Müsâfirîn 96.