Eğitimde Müspet Tesir
Eğitim, insanların bilgi beceri ve davranışlarını belirli bir amaç doğrultusunda geliştirmektir. Cenabıhakkın Rab isminin nasıl tecelli ettiği ve Peygamberimizin (saa) tezkiye vasfı üzerinde düşünülerek doğru bir eğitim yöntemi izlenebilir. Rab, sözlükte terbiye eden, belirli merhaleleri takip ederek, aşama aşama kemale erdiren anlamına gelir. Peygamberimizin tezkiye görevi de bilgilendirmeden ziyade eğitimle alakalıdır. Nebevî eğitim sadece bildirmek ve açıklamakla gerçekleşmez. Gerektiğinde manevî hastalıklara operasyonel müdahale yapılır. Çünkü tezkiye kelimesinde kesip budama, hastalığa neşter vurup pisliği alma, traş ederek temizleme anlamı vardır. Bir nevi gürleşmesi için budama şeklindeki temizlik anlamındadır. Bu yönüyle zekât kelimesi de aynı kökten türemiştir.[1]
İslam toplumlarında halkın neredeyse tamamına yakınının bildiği bazı günahlar olduğu gibi çok temel meselelerden olduğu halde habersiz oldukları konular da vardır. Örneğin, gusül, abdest, namaz, nikah gibi herkesin bir şekilde karşılaştığı konularda insanların ciddi bir kısmının ne kadar cahil olduğunu sadece bir iki soru sorarsak anlamak mümkündür. İnsanların dinin temel konularındaki cehaletleri başlı başına bir sorundur. Daha ciddi bir sorun ise cehaletleri giderilmesine rağmen insanların günahlarına devam etmeleri, hatalarından vazgeçmemeleridir. Üstelik camilerde, ilahiyat alanında ve sosyal bilimlerde bu konuların sürekli işlenmesine rağmen.
Basit bir örnek vermek gerekirse, neredeyse her Cuma günü; kardeşlik, birlik ve beraberliğe dikkat çeken dinin emirleri hatırlatıldığı halde Müslümanın kanı yine de basit sebeplerle heder edilmeye devam ediliyor. Haklı olarak şunu sormak gerekmez mi? Acaba bir şeyler yanlış mı anlatılıyor yoksa doğru anlatıldığı halde halka tesirine engel olan bir samimiyetsizlik, tutarsızlık mı vardır?
Yalan konusu da örnek verilebilir. Bir ay boyunca İslam toplumlarında neden yalan konuşulduğunu tespit etmeye çalışsak, yalanın imanla bir arada düşünülemeyeceğini bağıra bağıra anlatsak ve her tarafta bunları yayınlasak acaba yalancılığın önüne geçebilir miyiz? Kanaatimce geçemeyiz.
Kaldı ki yalanın kötülüğü, büyüklüğü, ahlaken çirkinliği Hz. Adem’den (as) beri bütün dinlerde üzerinde durulan birkaç büyük günahtan biridir. Her türlü kötülüğün ve her türlü kınamanın kaynağıdır. İftira, nefret ve düşmanlığa yol açan oldukça tehlikeli bir günahtır.
Rasûlullah’a (saa): Müminin korkak olup olmayacağı soruldu. “Evet olabilir!” dedi. Cimri olup olamayacağı soruldu. “Evet olabilir!” dedi. Müminin yalancı olup olamayacağı sorulunca Resulullah (saa) bu defa “Hayır, aslâ olamaz!” dedi.[2] İslam, yalanı münafıkların en belirgin ve en tehlikeli özelliği saymıştır. “Kardeşin sana inandığı halde senin ona yalan bir şey söylemen ihanet olarak sana yeter.”[3]
Hangi Müslümana sorarsanız sorun, yalanın haram ve çirkin olduğunu söyler. Üstelik sadece Müslümanlar değil kâfirlerin de kendileri için kabul etmediği bir ayıptır. Araplar, İslam öncesi dönemde bile yalan söylemeyi kendilerine yakıştıramıyorlardı.
Tevrat’ta da yalan kötülenip yasaklanmıştır: “Kötülük yapan kalabalığı izlemeyeceksiniz. Bir davada çoğunluktan yana konuşarak adaleti saptırmayacaksınız. Düşmanınızın yolunu şaşırmış öküzüne ya da eşeğine rastlarsanız, onu kendisine geri götüreceksiniz. Sizden nefret eden kişinin eşeğini yük altında çökmüş görürseniz, kendi haline bırakıp gitmeyecek, ona yardımcı olacaksınız. Duruşmada yoksula karşı adaleti saptırmayacaksınız. Yalandan uzak duracak, suçsuz ve doğru kişiyi öldürmeyeceksiniz. Çünkü ben kötü kişiyi aklamam. “Rüşvet almayacaksınız. Çünkü rüşvet göreni kör eder, haklıyı haksız çıkarır. Yabancıya baskı yapmayacaksınız. Yabancılığın ne olduğunu bilirsiniz. Çünkü siz de Mısır'da yabancıydınız.”[4]
Matta’da da yalancı peygamberler koyun postuna girmiş kurtlara benzetilmiştir.”[5]
Allah yolunda her şeyini feda eden insanlara, yapmadıkları şeyleri uydurarak saldırmak yani iftira atmak sıradanlaşmaktadır.
Maalesef Peygamberimizin (saa), “Bizi kandıran bizden değildir!”[6] şeklindeki kesin uyarısına rağmen; alışverişte, evlilikte, yönetimde, hayatın değişik alanlarında gerçeğe muhalif şekilde kötü olanı iyi göstererek kardeşini kandırmak İslam toplumlarında sık sık rastladığımız bir durum haline geldi.
İnsanların bu günahları bilgisizlikten yaptığını söyleyemeyiz. Bile bile yapıyorlarsa ne yapılabilir derseniz. Bizzat yaşayarak örnek olanların sayısını arttırarak insanlar üzerinde müspet tesir bırakarak ancak düzeltebiliriz. Çünkü, Peygamberimizin ashabı yanındaki saygınlığı sadece onun Cebrail’den vahiy almasından kaynaklanmıyordu. Yaşantısıyla örnek olması, söylediklerini bizzat kendisinin yapması, en tehlikeli işlere en yakın akrabalarını göndermesi, imkânlardan faydalanmada ise en yakınlarını sona bırakması vb. davranışları ashabının yanında onun saygınlığını daha da arttırıyordu.
Ali Şeriati’nin Selman-ı Farisi’nin etkilenmesine dair sunduğu bir sahnenin, durumu anlamamıza yeterli olduğunu düşünüyorum. “Hendek savaşında Peygamber'in çalışması, Selman'ın dikkatini çekti. Bu saygın, şerefli ve bilgin İranlı, bereket ve nimet dolu medeni sosyete hayatını ve vatanını, Muhammed'in dini uğruna terk etmişti. O, Evs ve Hazreç kabilelerinin arasında Medine'ye hâkim olan gerçek sosyal adaletçi; yoksul ve zengin, Arap ve Acem, hür ve köle, kadın ve erkek, hatta peygamber olanla peygamber olmayan arasında fark gözetmeyen bir düzende herkes gibi çalışmalıydı. O, saçı sakalı ağarmış bir ihtiyar olduğu halde, kazma kürekle yeri kazıyor, toprağı eteğine doldurup hendekten dışarı atıyordu. Selman, bembeyaz kaşlarının altındaki gözleriyle, yeni hayatını gözlüyordu. Yeni dostlarına, yeni rehber, kılavuz ve padişahına bakıyordu. Görkemli padişahların, ihtişam ve büyüklük dolu Hüsrevlerin ülkesinden gelen bu İranlının hem padişah hem peygamber olup da açlığını dindirmek için karnına taş bağlayan, soğuktan çehresi morarmış, toz ve toprak kaplı vücuduyla hendeğin içinde kazma kürek sallayan, toprak taşıyan Muhammed'i görmesi kendisi için çok ilginç ve hayret vericiydi!”[7]
Bu kısacık sahne vaizlerimize, hocalarımıza, ilim insanlarımıza her şeyi anlatıyor. Konuşmaların neden tesirli olmadığının cevabı burada gizlidir. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Bkz., Cevad Amuli, Tesnim fî Tefsir’il Kur’ân, VI, 538- 561.
[2] Muvatta, Kelam, 19.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/183; Ebu Davud, Edeb,71.
[4] Çıkış, 13/1-9.
[5] Matta, 7/15-20.
[6] Müslim, Îmân 164, Fiten 16.
[7] Ali Şeriati, İslam Nedir Muhammed Kimdir, Fecir Yayınları s. 203.