Reisi’nin Zühdü
"Reisi’nin sade yaşantısı bizlere, kulaklarımızla duyduğumuz peygamber zühdünü gözlerimizle müşahade etme imkânı sunmuştur. Şimdi şunu sormak gerekir. Sizin (Reisi üzerinden İran’a saldıranlar) hayatınız mı sünnete daha yakın yoksa kendilerini Müslüman toplumun başına bela olarak gördüğünüz Reisi ve arkadaşlarının hayatı mı sünnete daha yakındır? Sünnetin kaynağından onlar mı yoksa siz mi beslenmişsiniz? Reisi’yi değil de kendinizi sünnetin sahibi olarak göstermeniz insafsızlık değil mi? Sünnete sahip çıkmak iddia ile mi yoksa yaşantıyla mı olur? Evlerinizi kameralara açtığınızda Reisi kadar başınız dik olabilecek mi?"
Son günlerde güler misin ağlar mısın türünden bir tartışmaya tanık oluyoruz. Konunun özeti şudur: Reisi’nin helikopterini Türk İHA’ları mı yoksa İran İHA’ları mı buldu? Tartışmanın zahiri çok basit ve çocuksu görünse de onların konuşma tarzlarından gerçek niyetlerinin ne olduğu hemen anlaşılıyor. Gerçek niyetler ne kadar gizlenirse gizlensin sözlerin üslubundan kendini ele verirler. Nitekim Münafıkları tanıma yöntemlerinden birisi de konuşma tarzlarıdır.[1]
Neredeyse 8 aylık bir süreye yaklaşacak Aksa Tufanı operasyonu başlarken Hamas’a, neyine güveniyorsun, diyenlerin bunca tecrübeden sonra bir hardal tanesi kadar ibret alıp mesafe katetmediklerini gösteriyor. Aynı zihniyet sahipleri Resulullah (saa) döneminde yaşamış olsalardı, herhalde şöyle derlerdi: (Haşa) Binecek bir atın yok neyine güvenerek Bedir’de bin kişilik donanımlı bir orduya karşı çıkıyorsun? Uhud’da 3000 kişilik ordunun karşısına 700 kişiyle çıkarak intihar mı etmek istiyorsun? Hendek’te de herhalde (zaten söylenmişti) şöyle derlerdi. Bugün tuvalete çıkamıyoruz. Bizlere Kisra’yı, Şam’ı mı vadediyorsun?
İHA tartışmasını tarih boyunca mücadele eden iki zihniyetin farklı şekilde tezahürü olarak görmek gerekir. Bir taraf, ister zayıf ister güçlü olsun hakkı daima galip görür. Diğer taraf ise güçlü olanı haklı görür. Yeniliyorsan ve zayıfsan haklı değilsin. Hatta zayıfsan mağlup olmaya mahkumsun derler. Adeta gücü ilahlaştırma, sadece güçlü olanlara değer verme, zayıfları dışlama üzerine inşa edilmiş bir yaklaşım.
Düşen helikopteri kimin bulduğunun, inandığımız din açısından tartışılacak bir yönü yoktur. Ancak milli dinler üretenlere göre tartışmaya konu olabilir. Bütün Müslümanları bir tek nefis gibi gören dinde bu tür tartışmaların yeri yoktur. Çünkü dinen komşuya yardım etmek bir görevdir. Sonradan da bunu başa kakmak, yüze vurmak ise iyilikleri iptal eden ve kişinin amelini boşa çıkaran bir günahtır.
Konuya din gözüyle baktığımızda Müslümanlar tek bir nefis gibi sayıldıkları için ister İran’ın ister Türkiye’nin İHA’sı bulsun, dolayısıyla hangi ülke teknolojisi üstün olursa olsun farketmez. Her iki şekilde de buna sevinmemiz lazım. Çünkü başarı hepimizin başarısıdır.
Bizim tartıştığımız ve tartışmamız gereken husus, Müslüman ülkelerin gücünü nerede ne için kullandıkları meselesidir. En önemli itirazımız ve kızgınlığımız, yaklaşık 8 aya yakın bir süredir on binlerce insanın öldüğü Gazze için İHA’larınız vardıysa neden bir işe yaramadığı noktasındadır. Eğer bir üstünlük yarışı yapılacaksa bu alanda yapılmalıydı.
Kaldı ki Yemen gibi bir ülke teknolojisi üstün derecede olduğu için mi bütün dünyayı dize getiriyor?
Yemen’in imkânlarıyla Türkiye’nin imkânları karşılaştırılabilir mi?
Stratejik olarak Yemen’in konumu ile Türkiye’nin konumu kıyaslanabilir mi?
Maddi imkânlar yönüyle Yemen’in Türkiye’ye yetişmediği kesindir. Ancak konu İslama hizmet, İsrail ile mücadele, Kudüs davası olunca bir anda Yemen, bütün güçlü ülkelere açık ara fark atmaktadır. Eğer müsabaka edilecekse bu alanda edilmesi lazım.
İHA tartışmasıyla gölgelenmek istenen başka bir konu vardır. O da İran’lı yöneticilerin sade yaşamları, halklarından daha basit bir hayat sürmeleri, saraylarının olmaması, lüksten, gösterişten uzak durmalarıdır. Reisi’nin annesinin evini herkes izleme imkânı buldu. Eminim ki diğer ölenlerde de farklı bir tablo çıkmayacaktır. Gerçek zühd, imkânı olmasına rağmen dünyaya rağbet etmemektir. Emrinizde yüz binlerce insan, bir tek emirle dünyanın bütün imkânlarını önünüze serdiği halde buna iltifat etmemektir. İşte Reisi’nin zühdünü değerli kılan da budur. Her türlü dünyevî imkâna sahip olduğu halde belli ki hiç birine tenezzül etmemiştir.
İran’lı generaller, yöneticiler ve en son Reisi’nin annesinin evini hepimiz gördük. Kendileri için bir iftihar vesilesi iken bizleri yerin dibine sokmuştur. Cumhurbaşkanımızın evi ile onların cumhurbaşkanının evi, Hamaney’in evi ile Diyanet İşleri Başkanımızın evi, hatta Hamaney’in evi ile cami imamlarımızın evi, İran’daki bir ayetullahın kazancıyla Türkiye’de din hizmetlerindeki görevlilerin kazancını karşılaştıralım. Bakalım kim sünnete göre yaşıyor? Kim ilk kaynağa daha yakın bir hayat sürüyor? Kim canıyla malıyla dini savunuyor kim dinin kaymağını yiyor?
Peygamberin (saa) sade yaşamı, evinin durumu bir ibret vesikası olarak muhafaza edilmedi. Medine’de Peygamberimizin (saa) evinin maketini müzede sergiliyorlar. Ev demek için bin şahit lazım. Konuyla ilgili rivayetlere göre kapısı bile olmayan, siyah kıldan yapılmış bir perde ile örtülmüş, tavanına rahatlıkla elinizin yetiştiği mağaraya benzer bir ev. Emeviler döneminde Peygamberin (saa) odaları yıkılarak mescide ilhak edilmiştir. Böylece gelecek nesillerin onun sade yaşamını görmeleri engellenmiştir. Bütün peygamberler imkânları olmasına rağmen dünyaya hiç rağbet etmemişlerdir. Mesela Hz. Nuh’un (as) evi kamıştandı.
Reisi’nin sade yaşantısı bizlere, kulaklarımızla duyduğumuz peygamber zühdünü gözlerimizle müşahade etme imkânı sunmuştur. Şimdi şunu sormak gerekir. Sizin (Reisi üzerinden İran’a saldıranlar) hayatınız mı sünnete daha yakın yoksa kendilerini Müslüman toplumun başına bela olarak gördüğünüz Reisi ve arkadaşlarının hayatı mı sünnete daha yakındır? Sünnetin kaynağından onlar mı yoksa siz mi beslenmişsiniz? Reisi’yi değil de kendinizi sünnetin sahibi olarak göstermeniz insafsızlık değil mi? Sünnete sahip çıkmak iddia ile mi yoksa yaşantıyla mı olur? Evlerinizi kameralara açtığınızda Reisi kadar başınız dik olabilecek mi? (Veysel Çelik / Hürseda Haber)
[1] Muhammed, 47/30.