Zeynebî Basireti Kazanmanın Yolları
Basiret, Allah’ın (cc) Basar isminin tecelli etmesiyle, hakikatı görebilme, doğruyu yanlıştan ayırabilme, manevî körlükten uzaklaşma, idrak etme anlamlarında kullanılır. Hz. Zeyneb’in (as) Kerbela öncesi ve sonrasındaki basiretli hareketi nice ilim sahibi erkeklere taş çıkartmıştır. Kur’ân’ın indiği dönemde erkek çocuklarıyla övünmek yaygındı. Kız çocukları ise zayıf görülüyordu. Böyle bir dönemde Cenabıhak iman ehline, Firavun’un karısı Asiye bint Müzahim’in zulme başkaldırışını misal vermiştir. Maddi zayıflığıyla birlikte bu yüce şahsiyetin manevî gücü, sadece kadınlara değil erkeklere de örnek veriliyordu. “Allah iman edenlere (kadın ve erkek müminlere) de Firavun’un karısını misal vermektedir: O, “Rabbim!” demişti, “Yüce katında, cennette benim için bir ev yap; beni Firavun’dan ve yaptıklarından kurtar ve beni bu zalimler topluluğundan da selâmete çıkar!”[1] Ayette dikkatimizi çeken en önemli husus bir kadının hicabı ya da iffeti yerine, zulme karşı direnişi, dünyanın bütün şatafatını elinin tersiyle itmesi örnek verilmektedir. Sonraki ayette ise başka bir kadının yani Hz. Meryem’in iffeti örnek verilmektedir. “İmrân kızı Meryem’i de (misal vermiştir): O iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi.”[2] Cenabıhak, Hatemü’l Enbiyanın neslini kız çocuğuyla devam ettirmeyi dilemiştir. Ehlibeyt kadınlarının fitne zamanlarında doğruya isabet etmeleri, hakkı haykırmaları ve hakla birlikte hareket etme feraseti, korkusuzca zulme başkaldırmaları, Rablerine teslim olup şikayette bulunmamaları vb. özelliklerinde günümüz müslümanlarına önemli dersler vardır. Bugünkü yazımızda Hz. Zeynep örnekliğinde Ehlibeyt kadınlarını farklı kılan özellikleri üzerinde durmak istiyoruz. Zira Hz. Zeynep (as) hem iffetiyle hem de direnişiyle kadın erkek bütün müslümanlar için bir ibret abidesidir.
Kendi kendimize şunu sormamız gerekir; nice erkekler Medine’de yerlerine çakılırken Hz. Zeynep (as) zamanının imamıyla çıkma basiretini nasıl gösterebilmiştir? Kerbela olayı esnasında istikametten ayrılmaması, olay sonrası kardeşinin, iki evladının, en yakınlarının gaddarca parçalanmasına tanıklık etmiş olmasına rağmen son derece metanetli durmayı nasıl başarabilmiştir? Üstelik ağlayıp sızlama yerine, en çok sevdiği ve değer verdiği kardeşinin cansız bedenini görünce: Ya Rabbi! Kurbanımızı kabul et! Şeklinde bir tepki verme gücünü nereden almaktaydı?
Hz. Zeyneb’in (as) şahsında Ehlibeytin manevî güçlerinin nedenleri hakkında birkaç madde zikredilebilir:
Ölümü sevmeleri: Ehlibeytin bu özelliği çok eskilere, ataları İbrahim’e (as) dayanmaktadır. Nitekim İbrahim (as) Nemrud’un ateşine atılınca Cebrail (as) ona sordu. “Seni kurtarması için Rabbine yalvarmayacak mısın?” İbrahim (as): “Rabbim benim halimi görüyor.” Şeklinde cevap vermiştir. Ateşe atıldığı sırada dahi şikayetini dile getirme gereği görmemiştir. Çünkü ona göre ölüm günlük hayatın sıradan faaliyetlerinden sadece birisidir. Nemrud‘un yaptıklarından dolayı zerre kadar korku duymamıştır. Karşılaştıklarını hayatın tabii seyrinde cereyan eden olaylardan kabul etmiştir. Kendisinden asırlarca sonra gelen evlatlarından Hüseyin‘de (as), İbrahimî anlayış şöyle makes bulmuştur. “Genç kızların boynuna gerdanlık yakıştığı gibi insanoğluna da ölüm yakışır.” Buna göre insanoğlunun önünde iki yol vardır. Ya kendini Rabbine satıp heba olmaktan kurtarmak ya da ziyana uğramaktır. Ölüm ipi, kaçışı imkansız biçimde herkesin boynuna dolanmıştır. Kimisini süsleyen bir gerdanlık, kimisini de boğacaktır. Herkesin tercihine göre sonuç ortaya çıkacaktır. İmam Hüseyin (as) Medine’den hareket ederek ölümün kendisini boğmasına müsade etmemiştir. İsminin ebediyen unutulmamasını sağlamıştır. Ölümün kendilerini boğduğu kimseler ise sanki hiç dünyaya gelmemiş gibi unutulacaklardır.
Hz. Zeyneb’in (as), ölümün kardeşini boğmasına izin vermemesinde ciddi payı vardır. Bu mübarek kadının hayatının her anı derslerle doludur. Hz. Zeyneb’i (as) farklı kılan etkenlerin başında da ölümden korkmaması ve kalbinde dünya sevgisine yer vermemesi vardır. Medine’de kalması durumunda -bir kadın olması hasebiyle- rahatlıkla kabul görecek nice mazeretleri vardı. Ancak bütün tehlikeleri göze alarak Medine’den çıkmayı tercih etmiştir.
Ferasetleri kesbî değil takvalarından dolayı ilahî bir nimet olarak bahşedilmişti.
Kesbî ve vehbî olmak üzere iki çeşit ilim vardır. Kesbî ilim; eğitimle, araştrmayla elde edilir. Vehbî ilim ise takvaya sarılanlara verilir. Örneğin hidayet, kesbî ilimle değil, takvaya sarılmakla elde edilir. Hz. Zeynep (as) de kesbî ilimle doğruya ulaşmamıştır. İmam Zeynelabidin’in ona; “Ya alime ğayru mualleme/ Ey öğretilmeden alime olmuş” şeklinde hitap etmesinden dolayı, onun ilminin ilahî bir lütuf olduğu anlaşılmaktadır. Evet eğer tıp alanında ilim elde etmek istiyorsak üniversiteye gidip ders almamız gerekir. Kimya, fizik, matematik vb. ilimler ders almakla elde edilebilir. Ancak kalbin nurlanması, hakkı batıldan ayırma, doğru yolda yürüme, bereket elde etme vb. takvaya sarılmakla mümkündür. “Ey iman edenler! Allah’a saygıda (takvâ) kusur etmezseniz, O size bir temyiz kabiliyeti (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.”[3] Bu ayete göre takva sahipleri; hakkı batıldan ayırma kabiliyeti, kötülüklerin örtülmesi ve bağışlanmayla mükafatlandırılırlar. “Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır. Allah'a dayanıp güvenene Allah kâfidir.”[4] Bu ayete göre ise sıkıntıdan çıkış, beklemediği, alışık olmadığı bir yoldan rızık elde etmeyle mükafatlandırılır. Hz. Zeynep, derin anlayışını takvasından aldığı için herkesten önce imamıyla hareket etme ve yüce davanın öncülerinden olma bahtiyarlığına erişmiştir. Hakiki ilim ehli, doğruyu fitnelerin başlangıcında, avam ise işin sonunda her şey açığa çıktıktan sonra anlarlar. Kerbela olayından sonra imam Hüseyin’in doğru yolda olduğunu herkes anlamıştır, ancak önemli olan baştan beri anlayıp onunla hareket etmekti. Hz. Zeynep’in ayrıcalığı Rabbine bağlılığından, Allah’ın emirlerine itaat etmedeki hassasiyetinden kaynaklanıyordu. Aksi takdirde yaşadıkları karşısında dağ olsaydı yine de erirdi. Mesela esaret döneminde “Zaruretler haramları mübah kılar” kaidesine sığınmak yerine, en zor durumda dahi azimet yolunu tercih etmiştir. Günlerce aç ve susuz kalmalarına, yanlarında küçük çocuklar olmasına rağmen halkın zekât ve infaklarına tenezzül etmemiştir. Kufe’ye giderken halk kendilerine yiyecek ve içecekler vermişlerdi. O sırada Hz. Zeynep, çocukların ellerinden ve ağızlarından yiyecek ve içecek ne varsa alıp bir nevi yüzlerine çarpmıştır. Sonra şöyle demiştir: “Bize zekâtın haram olduğunu bilmiyor musunuz?”
Tevazu ve Minnet etmeme: Hz. Zeyneb’in teslimiyetini gösteren en önemli sahne şudur: Hz. Hüseyin’in cansız bedeninin altına ellerini koyarak, hafif kaldırdıktan sonra “Ya rabbi kurbanımızı kabul et” demesidir. Ne şikâyet var ne isyan. Son derece mütevazi bir duruş. Böyle bir sahnede halen tek endişesi vardı. Acaba Rabbimiz bizden memnun oldu mu? Bu duruşun benzerini Taif dönüşünde Resulullah’ta görmüştük. Adeta “Ya rabbi! Sen razı olduktan sonra başıma gelenlerin hiçbir önemi yoktur. Anılmaya bile değmez.” Demiştir. VİP koğuşlarda birkaç ay hapiste kaldıkları için ömür boyu mağduriyetlerini anlata anlata bitiremeyenlerle Hz. Zeyneb’in duruşunu kıyaslamak gerekir. Nice ilahiyat profesörleri fikirlerinden dolayı birkaç incitici söz duyduklarında kıyameti kopartıp, gece gündüz mağdur edebiyatı yapıyorlar. Hz. Zeyneb’in sükuneti ve teslimiyetinden çıkaracağımız çok dersler vardır.
Bu saygın kadın, Kerbela’da iki çocuğunu da kurban vermiştir. Ancak tarih, bir defa dahi bunlar için ağladığını kaydetmemiştir. Yeğeni İmam Zeynelabidin’e (as) sarılarak korumak için kendini adeta siper etmiştir. İmam Hüseyin’in (sa) etrafında sürekli dönüyordu. Çünkü onun sevgisi duygusal değildi. İmamet makamından kaynaklanan bir sevgiydi. Tıpkı Yakub’un (as) Yusuf’a (as) olan sevgisinin, Risâlet sevgisinden kaynaklanması gibidir.
Hz. Zeyneb’in (as) kocanın hukuku ile imamın hukukunu ayırması da ayrı bir basirettir. Bazılarına göre evlenirken kocası Abdullah b. Cafer’e, kardeşi İmam Hüseyin’den (as) ayrılmama şartını koştuğu için Kerbela’ya ondan ayrı gitmiştir. Ancak Abdullah b. Cafer için böyle bir şart koşulmasa da İmam Ali’nin hareminde büyüdüğü için, aldığı terbiye gereği eşinin çıkmasına karşı çıkacağı düşünelemezdi. Diğer bir ihtimal olarak şu da söylenebilir. “Allah hakkı ile zevcin hakkı çakıştığı zaman Allah’ın hakkı önce gelir” kaidesi gereği Hz. Zeynep (as) imamın hakkını eşin hakkından üstün tutma basiretinden dolayı da bu yönde karar almış olabilir. (Veysel Çelik / Hürseda Haber)
[1] Tahrim, 66/11.
[2] Tahrim, 66/12.
[3] Enfâl, 8/29.
[4] Tahrîm, 65/3.