Sünnetullah’ın İnsan Fiilleriyle Bağlantısı

Sünnetullah, tabii ve sosyal olaylarda Allah’ın kainatı idare ederken koyduğu tekrarlanan kurallardır. Sünnetullahın önemli bir kısmına insanların fiilleri sebep kılınmıştır. Diğer bir kısmı ise insanın fiillerine bağlanmadan, Allah‘ın (cc) kesin olarak belirleyip mahlukatın buna göre kendilerini ayarlamalarını istediği kurallardır.
İnsanın iradesi dışında konulan kanunlar; suyun donması, yerçekimi kanunu, demirin ısınınca genleşmesi gibi insanın iradesi dışında belirlenen kanunlardır. Mesela Allah’ın yeryüzüne salih kullarını varis kılması[1], insanı yeryüzünün halifesi yapması[2] örnek verilebilir. Bu tür hükümler kesin kanun hükmünde olup Allah’ın bildirdiği haktır. Bizden istenen ise bu kanunların gereğine uygun yerde konum almaktır. Yağmurun yağacağını öğrendiğimizde nasıl şemsiyemizi alıyorsak ya da karın yağacağını öğrendiğimizde nasıl arabamızın bakımını yapıyorsak bu tür kanunları bilmemiz kendimizi ona göre ayarlamamızı sağlamaktadır. Örneğin fiten konusuyla ilgili hadislerden anladığımıza göre kıyamete doğru büyük savaşlar, çok saptırıcı fitneler olacaktır. Hadislerin amacı artık herşey olmuş bitmiş fitnelere teslim olmaktan başka çaremizin olmadığını bildirmek değildir. Asıl amaç, işin vehametini bildirip buna göre tedbir almak, çok güçlü bir takva ile kuşanıp saldırılar karşısında dimdik ayakta durabilmektir. İmam Mehdi’nin geleceğinin bildirilmesi onun safında olacak davranışlarda bulunmamız içindir. Yoksa pasif bir şekilde kurtarıcı beklemek değildir.
İkinci kısım sünnetullah ise Allah’ın sebep sonuç dairesinde insanın fiilerine bağlı olarak koyduğu kanunlardır. Tarihî ve sosyal kanunların çoğu bu türdendir. Toplumların yükselme ve düşüşleri, dua ve icabet kanunu, nusret kanunu, sabır ve mükafat kanunu buna örnek verilebilir. Kur’ân-ı kerimde sünnetullahın bu çeşidi genellikle şart ve ceza kalıbında ifade edilmektedir. İza … fe.., in… fe.. yani eğer şöyle yaparsanız hemen şöyle olur şeklinde ifade edilmektedir. Kanunların bu türünde şart ve ceza birlikte değerlendirilmediği takdirde ayetlerin istenmeyen farklı şekilde tezahürleri olacaktır. Örneğin değişim için bir toplumun kendi durumunu,[3] ya da kendisine verilen nimeti değiştirmesi[4] şart kılınmış, Allah’ın (cc) onların durumunu değiştirmesi de sonuç kılınmıştır. Değişim kanununda insanlara ait olan bölümü, yani değişimin önce insanda olması gerektiği şartını ihmal edersek bütün olumsuzlukları kadere bağlamak zorunda kalacağız.
Dua kanunda da benzer şeyler söylenebilir. Duaya icabet edileceği kesindir.[5] Ancak duanın şartlarının gerçekleşmesi şartıyla. Mesela tabiat kanunlarına aykırı istekler, kırık bir kalp ve yakinen inanarak yapılmayan dualar, kul kendisine düşeni yapmadan istenen dualar kabul edilmez. Bazen de dualar kabul olur ancak Allah katında zamanın işleyişi bizim bildiğimiz kadar hızlı işlemediği için bunun cevabı yüzyıllar sonra geldiği için biz görmediğimiz için sanki duamızın kabul edilmediğini zannediyoruz.
“ Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz. O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”[6] Allah’ın yardımının gelmesi onun dinine davet etme, onun yolunda cihat etme gibi amellerin işlenmesine bağlanmıştır.
Zikir kanununda Allah katında anılmak için insanın Allah’ı (cc) anması şart kılınmıştır.
Kur’ânda sünnetullahta bir değişimin olmadığına vurgu yapılması kainatta rastgele bir işleyişin olmadığını göstermektedir. Birçok sosyal değişim insanların fiillerine bağlı olarak gerçekleştiği için insanı mecbur kılan değil tam tersine insanı harekete geçiren kanunlar olduğunu bilip buna göre hareket etmemiz gerekir. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] “Şu kesindir ki Biz Zikir'den (Tevrat'tan) sonra Zeburda da: “Dünyaya salih kullarım varis olacaklar. Dünya onlara kalacak” diye yazmışızdır.” Enbiyâ, 21/105. Bu Mezmurlar 39:29 da benzer ifadeler vardır.
[2] Bakara, 2/30
[3] Ra’d, 13/11.
[4] Enfâl, 8/53.
[5] “Bana duâ ettikleri vakit, duâ edenin dileğine karşılık veririm.” Bakara, 2/186.
[6] Muhammed, 47/7.