'Kutsanmış Nesil' Anlayışının Tehlikeleri

Yaşadığımız dünyada kanun ve kurallar o kadar keyfi o kadar izafi hale geldi ki bir eylemin terör eylemi olup olmadığını belirlemek için dahi kime göre olduğunu sormak zorunda kalıyoruz. Çünkü birinin terörist ilan ettiğini başkaları kahraman ilan ediyor, kahraman ilan ettiğini ise terörist ilan ediyor. Filistin’deki vahşete gösterilen tepkileri de bu gerçeği göz önünde bulundurarak değerlendirmek durumundayız. Bazı devletler veya sivil toplum kuruluşları İsrail’i hukuka ya da Tevrata davet etmekle Filistin halkı için bir şey yaptıklarını ya da İsrail’e karşı ciddi bir eylemde bulunduklarını zannediyorlar. Halbuki hemen şunu sormak gerekir. Hangi hukuka göre hangi kitaba göre? Çünkü Yahudiler kendi yorumlarına göre yanlış yaptıklarına değil tam da kitabî olana göre hareket ettiklerine inanıyorlar. Onlara göre Hamas ve onu destekleyenler insan sınıfında değerlendirilemezler. Sadece haddini bilmez, kutsanmış ırka karşı haylazlık yapan birkaç yaramaz olup hadlerinin bildirilmesi gereken bir topluluktur. Yine onlara göre Allah’ın seçkin kıldığı özel ve kutsal bir millete karşı baş kaldıran kim olursa olsun her türlü cezayı hakketmektedir.
Düşünülmesi ve dile getirilmesi dahi ürpertici olan bu anlayışa nasıl geldikleri hakkında birkaç şey söylemeden önce şunu belirtmekte fayda vardır. Devletlerin görevi miting tapmak ya da yaşananları rapor etmek değildir. İsrail’e terörist, cani vs. diyenler, onları hukuka davet edenler gerçekte hiçbir şey yapmıyorlar. Sadece malumu ilan etmiş oluyorlar. Oysa zaman fiili adımlar atma zamanıdır. Çünkü karşımızda hiçbir hukuk tanımadığı gibi hukukun temsilciliğini yapan kurumları dahi kendince hizaya getirmeye çalışan, son derece mağrur, kendisi dışında kimsenin değerlerine saygısı olmayan bir topluluk vardır. Gelinen bu vahşet karşısında bir şey yapmayan veya yapamayanların dürüstçe bunu itiraf edeceklerine, halen mazlumların kanından dünyevî amaçları için nasıl nemalanacaklarının hesabını yapmaları ise sözün tükendiği, kelimelerin tariften aciz kaldığı bir çirkinliktir.
Kur’ân’da işlenen ve iman ehlinin dikkatlerinin çekildiği en önemli konulardan birisi de başta Yahudilerde olmak üzere üstün ırk, üstün nesil anlayışını yerle bir etmektir. Kutsal ırk, kutsal toplum anlayışı sadece Yahudilikte yoktur. Mesela Kureyşliler de kendilerini Allah’ın adamları olarak değerlendirdikleri için diğer insanlara karşı üstünlük taslıyorlardı. Kendi dışındakileri günahkâr olarak değerlendirdikleri için Kâbe’yi elbiseleriyle değil ya çırılçıplak ya da kendilerinden elbise satın alıp giyindikten sonra tavaf edebilecekleri, kendilerinin Hac ibadetinde Arafat’a çıkmalarına gerek olmadığı vb. inanışları vardı.
Eskiden beri ilahî mesajlardan sapkın fikirler çıkarmanın en önemli sebeplerinden birisi; umumî olan hükümleri keyfi olarak hususî anlamda değerlendirmek ya da hususî hükümleri umumî olarak değerlendirmektir. Kısacası istisnaları olan ya da belirli durumlara tahsis edilen hükümleri genel olarak kabul etmek ya da genel olan hükümleri özel bazı durumlara tahsis etmek ilahî metinlerin yorumunda düşülen en önemli hatalardan birisidir. Bu yanlış anlama biçimi hem İslam tarihinde hem de geçmiş ümmetlerde sapmanın ve aşırılıkların en önemli nedenlerindendir. Mesela Cenâb-ı hakkın İsrailoğullarına nimetlerini hatırlatma babında zikrettiği ayetlerden birisinde şöyle denilmiştir: “Size olan nimetlerimi ve sizi alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.”[1] Bu ayeti zahirine göre anlayan ve özel durumları dikkate almayan Yahudilere göre İsrailoğulları bütün insanlara her açıdan üstün kılınmıştır. Bu yaklaşımın sonucu olarak da kutsal ırk, rabbin kutsadığı nesil anlayışına sahip olmuşlardır.[2]
Oysa bu ayeti hemen peşinden gelen ayetle birlikte değerlendirdiğimizde Yahudilerin anlayışının tam aksine kendisi itaat etmeyen bir nefse kimsenin faydasının olmayacağını ispatlayarak yanlış şefaat anlayışı çürütülmektedir. Ayrıca başka ayetlerde bildirildiğine göre İsrailoğullarından lanetlenenler de olmuştur. “Onlara zillet damgası vurulmuştur.”[3] “Onlara gazap etmiştir.”[4] Bu ayetler de gösteriyor ki her alanda ve topyekûn bir üstün kılma yoktur. Diğer bir delil ise ümmeti Muhammed (sav) hakkında “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.”[5] buyurulmasıdır. Tabii ki bu ayette günahlara bulanmış hem dünya hem de ahiretini harap etmiş bir ümmet kastedilmemektedir.
Başka ayette “Biz onları bir bilgiye dayanarak âlemlere tercih etmiştik.”[6] buyrularak bu seçilmişliğin bazı vasıflardan dolayı olduğu bildirilmektedir. “Hani Mûsâ kavmine demişti ki; Ey kavmim, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani sizden peygamberler yaratmış ve sizi hükümdarlar kılmıştı ve size âlemlerden hiçbirine verilmemiş olan şeyi vermişti.”[7] Ayetine göre de seçilmişliğin peygamber gönderilmesi, mülkiyetin verilmesi gibi belirli konularda olduğu her alanda olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu yüzden ayette geçen alemler ifadesi, umumî olduğu halde kendisinden husus murat edilmiştir. Yani kendi zamanlarındaki insanların geneline; bazı özel nimetlerin yanında aralarında çok peygamber göndermek ve onlardan krallar göndermek suretiyle üstün kılınmışlardır. Böyle olmaları farklı açılardan başka milletlerin onlardan üstün olmasına mâni değildir. Ayetin ifadesinden İsrailoğullarının tamamının diğer milletlerin tamamına üstün olduğu anlaşılamaz. Bu nimete karşılık sorumluluk taşıyıp şükretmeleri gerekirken Hz. Yakup ve diğer peygamberlere yakınlıklarından dolayı ahirette de kurtulacaklarını düşünmüşlerdir. Allah (cc.), onları peygamber nesli kılmakla üstün kıldığını söyleyince, onlar “Kıyamet gününde babalarımız bizi kurtarır.” demişlerdir. Bunun için de Allah “Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez.”[8] demiştir.
Yukarıdaki ayet kendi zamanlarındaki değil de bütün insanlara karşı üstün kılındıkları şeklinde değerlendirildiğinde sadece belirli bazı konularda üstün oldukları şeklinde anlaşılmalıdır. Mesela dünyada en çok peygamber İsrailoğullarından gelmiştir. Gökten bıldırcın eti ve kudret helvası onlara inmiştir. Allah (cc.) Firavun ve ordusunu boğarak onları kurtarmıştır vb. dikkat edildiğinde bu nimetlere sahip olmak başkalarına üstünlük taslayıp onları küçük görmeyi gerektirmez.
İsrailoğullarının seçilmesine benzer bir örnek Hz. Meryem’in seçilmesidir. Hz. Meryem’e; rızkının ilâhî lütufla özel bir yoldan ulaştırılması, meleklerle konuşma şerefine ermesi, babasız olarak Hz. Îsâ’yı doğurması, çocuğunun doğar doğmaz konuşması, kendisi ve oğlunun bütün idrak sahiplerinin ders alacağı bir delil, bir mucize kılınması vb. konularda diğer kadınlardan üstün kılındığı için onun hakkında şöyle buyrulmuştur: “…ve seni bütün dünyadaki kadınlara üstün kıldı.”[9] Hz. Meryem’e verilen bu hususî üstünlükler Hristiyanlara bir üstünlük kazandırmadığı gibi İsrailoğullarının seçilmesi de onlara kutsanmış millet vasfını kazandırmaz.
Kur’ân’ı kerim üstün ırk, torpilli nesil vb. anlayışlarını ortadan kaldırmaktadır. Bu tehlikeli anlayışın ne kadar korkunç boyutlara ulaşacağını bugün açıkça görmekteyiz. İslam toplumlarında da bu anlayışların önüne geçmek için çabalamalıyız. Üstün nesil anlayışını benimseyenler insanları sadece biz ve ötekiler olmak üzere iki kategoride değerlendirirler. Biz iyi olduktan sonra ötekilerin canı cehenneme, ne halleri varsa görsünler şeklinde acımasız bir anlayışa sahiptirler. Kendilerinden asla merhamet beklenilemediği için Müslüman toplumların izzetlerini koruyarak kendi başlarının çaresine bakmaktan başka çareleri yoktur. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Bakara, 2/47.
[2] Yeşaya, 61/9.
[3] Bakara, 2/61.
[4] Mücadele, 14.
[5] Al-i İmrân, 3/110.
[6] Furkân, 25/32.
[7] Mâide, 5/30.
[8] Bakara, 2/48.
[9] Al-i İmrân, 3/42.