Zalimlere Meyletmenin Tehlikesi

Her gün namazlarımızda Fatiha suresini okurken Rabbimizden tekrar tekrar istikamet üzere olmayı isteriz. Çünkü istikamet üzere bir yaşam sürmek için Allah’ın yardımına muhtacız. İbn Abbâs’a göre “Hz. Peygamber’e (sav) Hud suresindeki “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”[1] ayetinden daha zor ve meşakkatli gelen, başka bir ayet inmemiştir.” Cenâb-ı Hakkın istediği şekilde dosdoğru bir hayat sürmek ifrat ve tefritten sakınmakla olur. Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: “Allah (cc.) dini, iki ‘lâ’ (hayır) arasına yani ‘velâ tetğev’/sınırı aşmayınız ile ‘velâ terkenû’/meyletmeyiniz arasına[2] yerleştirmiştir.”[3]
İstikametten ayrılmanın ne kadar kolay olduğunu “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emrinden sonra gelen ayetten anlamak mümkündür. “ﻭَﻻ ﺗَﺮْﻛَﻨُﻮﺍ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟَّﺬٖﻳﻦَ ﻇَﻠَﻤُﻮﺍ ﻓَﺘَﻤَﺴَّﻜُﻢُ ﺍﻟﻨَّﺎﺭُ” “Bir de sakın zulmedenlere en ufak bir meyil göstermeyin. Yoksa size ateş dokunur.”[4]
Kur’ân’ı doğru anlamak için her kelimenin; ilk konulduğu manası, kalıbı ve söz içindeki konumunu bilmek oldukça önemlidir. Mesela kelimenin; isim mi fiil mi olduğu, fiil ise geçmiş zaman kalıbında mı yoksa geniş zaman kalıbında mı olduğuna dikkat etmek doğru manayı yakalamamıza yardımcı olacaktır.
Müfessirin en ihtiyaç duyduğu kaidelerden birisi “ismin sabit ve devamlı bir duruma, fiilin de tekrara delalet ettiği” kaidesidir. “وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ” “Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azap edecek değildir.”[5] ayetinde Peygamber’in onların arasında bulunmasından dolayı geçici olarak azaptan emniyette olduklarını bildirmek için fiil kalıbı kullanılmıştır. Ayetin devamında ise istiğfarın, azabın önünde sabit bir engel olduğuna dikkat çekmek için azabın olmayacağı isim siğası olan muazzib kelimesiyle bildirilmiştir. Allah’ın (cc.) azap etmemesi için aralıklı bir istiğfarın dahi yeterli olacağına dikkat çekmek için de isteğfere fiil kalıbı kullanılmıştır. “وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرَى إِلَّا وَأَهْلُهَا ظَالِمُونَ”[6] ayetine göre de zulüm, kavimlerin helak olması için sabit bir nedendir. Fiil siğası olan ‘يظلمون’ yerine ظَالِمُونَ’ getirildiği için “Zulüm onların sabit özelliği olduğunda” helak olmayı hak ettikleri anlaşılmaktadır. Bu iki ayeti beraber değerlendirdiğimiz zaman şöyle bir sonuca ulaşabiliriz: Helak olmak için zulmün sabit bir özellik haline gelmesi, azabın kaldırılması için ise belli bir zamanda istiğfarın olması yeterlidir.[7]
Bu açıklamalardan sonra “ﻭَﻻ ﺗَﺮْﻛَﻨُﻮﺍ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟَّﺬٖﻳﻦَ ﻇَﻠَﻤُﻮﺍ ﻓَﺘَﻤَﺴَّﻜُﻢُ ﺍﻟﻨَّﺎﺭُ” “Bir de sakın zulmedenlere en ufak bir meyil göstermeyin. Yoksa size ateş dokunur.”[8] Ayetindeki manayı daha kolay anlayacağımızı umuyorum. Zemahşerî’ye göre ﻇَﻠَﻤُﻮﺍ kelimesinin mazi, yani geçmiş zaman kalıbında oluşundan dolayı ayetteki amaç; zulmü kendisine alışkanlık haline getirenlere meyletmek ya da onlara tamamen destek olmak değil, zulüm fiilini işleyen kim olursa olsun onlara en ufak bir meyil göstermenin azaba sebep olacağı bildirilmiştir. Sanki azıcık bir zulme sadece ufak bir meyil azabın inmesine sebep ise bizzat zulme iştirak etmeyi varın siz düşünün şeklindedir. Nitekim Süyûtî, kelime köklerinin de manaya uygun olarak seçildiğine dikkat çekmiştir. “Zalime meyletmek zulme iştirakten daha düşük bir suç olduğu için, eḥraka/yakmak fiiline göre daha düşük bir azabı bildiren messe/dokunmak fiili tercih edilmiştir.”[9]
Zalimlere meyletmeyi ise Zemahşerî şöyle açıklamıştır. Zulme bizzat iştirak etmekten daha düşük suçlar olan; onlarla sohbet etmek, içli dışlı olmak, haktan uzaklaşmalarına karşı çıkmamak, onların hem işlerine hem de kıyafetlerine özenmek, onları tazimle anmak gibi fiillerdir.
Zemahşerî şöyle bir olay da nakletmiştir: Muvaffık (ö. 278/891)[10] cemaatle namaz kılarken imam namazda yukarıdaki ayeti okumuş ve Muvaffık bunu duyunca bayılmıştır. Ayıldığında da şöyle demiştir: “Bu azap, zalimin kendisine meyletmekten dolayı değil, kendisinde zulüm bulunan kişiye meyletmekten dolayıdır.” ‘İle’l-lezîne zalemû’ ifadesindeki zulüm, fiil siğasında olup bunun yerine ‘ile’z-zâlimîne’ denilmemiştir. Böylece, meyledilen kişilerde sadece zulüm adına bir şeyin görülmesinin yeterli olduğu ifade edilmiştir.[11] Buna göre zulmün kimden geldiği, kime yapıldığının önemi yoktur. Hepsi de azabı hakketmektedir.
İstikamet çizgisi sırat köprüsü gibi kıldan ince kılıçtan keskin olduğu için her an kaymak mümkündür. Çünkü ifrat ve tefrit arasında o kadar ince bir çizgi vardır ki çoğu insanlar farkına bile varamazlar. Mesela cimrilikle cömertlik arasında iktisatlı olmak istikamet çizgisinde olmaktır. Fakat iktisat ile cimriliği veya israf ile cömertliği ayırmak oldukça dikkat isteyen zor bir iştir. Bu yüzden olsa gerek her namazda rabbimizden istikamet üzere olmayı isteriz. En ufak bir zulüm fiiline dahi meyletmek nehyedildikten sonra 114. Ayette namazın ikame edilmesinin emredilmesi de bu nükteden olabilir.
Müslümanlar olarak son derece dikkatli davranmak durumundayız. Söz veya fiillerimizle zalimlerin ekmeğine yağ sürmeme sorumluluğuyla hareket etmeliyiz. Aksi takdirde zulmün ateşi hem dünyada hem ahirette bize de dokunur. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Hud, 11/112.
[2] Önce Hûd suresi 112. ayette “festekim kemâ umirte” emri gelmiştir. Aynı ayette “velâ tetğev”, 113. ayette de “velâ terkenû” diyerek ifrat ve tefrite düşmeden istikamet yolunun sınırları çizilmiştir.
[3] Tîbî, Fütûhu’l-Ğayb, VIII, 218.
[4] Hûd, 11/113.
[5] Enfâl, 8/33.
[6] “Zaten biz, ancak halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir.” Kasas, 28/59.
[7] Sâmerrâî, et-Ta’bîri’l-Kur’ânî, s. 26.
[8] Hûd, 11/113.
[9] Süyûtî, el-İtkân, II, 912.
[10] Tîbî, Muvaffık b. Mutevekkil olduğunu belirtmiştir. Fütûhu’l-Ğayb, VIII, 218.
[11] Zemahşerî, el-Keşşâf, s. 500.