İnsanın Hayat Hakkının Önemini Yeterince Anlatamadık mı?
İslamda büyük günahlar hangileridir? şeklindeki bir soruya vereceğimiz cevaplar arasında mutlaka “Haksız yere birini öldürmek“ seçeneği vardır. Ancak cevabın açıklığına rağmen suçsuz insanların kanının neden bu kadar değersiz görüldüğü ise başlı başına araştırılması gereken bir konudur. Düşmanın dışarıdan gelip pervasızca Müslümanların kanlarını akıtması yetmiyormuş gibi aynı kıbleye dönerek namaz kılanların düşmanların silahıyla kardeşlerini katletmesi de bir acubedir.
Yazının çerçevesini belirlemek için öncelikle birkaç soru sormak istiyorum. Kıyamet gününde ilk görülecek davalar kan davaları olmasına rağmen acaba konunun önemiyle orantılı biçimde üzerinde duruluyor mu? Çünkü hikmet, her şeye hakkettiği oranda değer vermeyi gerektirir. Kur’ân’da kısas hükmü olmakla birlikte; kim bir canı haksız yere öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi, kim de bir canın kurtulmasına sebep olursa bütün insanlığı kurtarmış gibi değerlendirilmiştir. Bir kişi nasıl bütün insanlara eşit olabilir? “Kim bir mümini kasden öldürürse ebedi cehennemde kalır…” ayeti varken acaba konu sadece büyük günah insanı dinden çıkarır mı, çıkarmaz mı meselesine indirgenebilir mi?
Haksız yere insan kanını, özellikle de müminin kanını akıtmak İslamda şirkten sonra en çok üzerinde durulan günahlardan birisidir. Bu yüzden dinin korunmasını zarurî gördüğü maslahatlardan en önemlisi insanın hayat hakkının korunmasıdır.
"Bir mümini kasden öldürenin cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir, onu lanetlemiş ve ona büyük azab hazırlamıştır.”[1] Bu ayetin zahirî anlamına göre bir mümini kasten ve haksızca öldürmenin cezası ebedi cehennem azabıdır. Alimlerin geneli yine Nisa suresindeki: "Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” ayetine dayanarak büyük günah işleyenin tövbe ettikten sonra bağışlanacağını savunmuştur.[2]
Ancak Tercümânu’l-Kur’ân olan İbn Abbâs’ın (ra) konu hakkında farklı bir açıklaması vardır. Hem içerik olarak hem de ömrünün sonlarına doğru yapması yönüyle bu açıklaması oldukça önemlidir. İbn Abbâs‘a göre haksız yere ve kasıtlı olarak mümin birini öldüren bir Müslümanın tövbesi kabul edilmez. Çünkü “Bu konuda nazil olan son âyet: “Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir..." âyetidir. Bunu nesheden başka bir âyet de inmemiştir.”[3] Birisi Müslüman olup dinin emir ve yasaklarını da öğrendikten sonra kasıtlı olarak bir mümini öldürürse onun cezası Cehennemdir ve bunun tövbesi de yoktur. Dini tanımadan bir Mümini öldürenler ise İslama girip tövbe edebilirler. Nitekim sahabe içinde bu durumda olan çok sayıda kişi vardı. Furkân suresi 68. ayeti, İslama girmeden önce büyük günah işleyenler hakkındadır.
Alimler sadece dinî metinleri şerh etmezler. Aynı zamanda dinî metinlerin yaşadıkları dönemle nasıl irtibatlandırılacağını da açıklarlar. İbn Abbâs (ra) bu açıklamasını Kufe’de iken yaptığında, Haricilik gibi büyük bir fitneye şahit olmuş, girdiği birçok tartışmada onları yenmişti. Yapacağı açıklamaların çok önemli sonuçlarının olacağının farkındaydı. Çünkü müminin hayat hakkı konusunda yoruma açık en ufak bir kapı aralamak, ilerde büyük felaketlere ve savrulmalara sebep olabilirdi. Zaten haricilik de durup dururken ortaya çıkmış bir fitne olarak değerlendirilemez. Bunu doğuran sebepler vardır.
Yeryüzünde masum insanların kanları değersiz olmuşsa nedenlerinin ciddi bir şekilde araştırılması gerekir. Kafirlerin eliyle katliamların yapılmasını anlamakta zorlanmasak da -Kur’ân ve hadislerdeki onca tehditlere rağmen- Müslümanların eliyle kardeş kanının akıtılmasını veya bu konuda düşmanlarına yardımcı olmalarını anlamakta zorlanıyoruz.
Kardeşlik hukuku konusunda Müminlerin gevşek davranmalarının sebeplerinden birisi konunun işleniş biçimiyle alakalı olabilir. Cumhur-u ulema, adam öldürmenin büyük günah olduğunu ve tövbeyle affolunacağını savunarak İbn Abbâs’ın görüşünden farklı görüş beyan etmiştir. Belki İbn Abbâs (ra) gibi kesin ve net bir tavır takınılmış olsaydı daha farklı tabloyla karşı karşıya olabilirdik. Büyük günah konusunu sadece insanı dinden çıkarır mı çıkarmaz mı ekseninde ya siyah ya da beyaz şeklinde dar çerçevede değerlendirmek ciddiyetsizliğe sebep olabilir.
Kur’ân’ı Kerimde hayat hakkına oldukça büyük değer verilmiştir. Hz. Adem’in oğlu Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi kıssasından sonra şöyle buyrulmuştur: “İşte bundan dolayı İsrâiloğullarına şöyle yazmıştık: “Kim cinayet işlememiş veya yeryüzünde fesat çıkarmamış bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de birinin hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”[4] bu ayetin zahirine göre şöyle bir denklem ortaya çıkmaktadır: Bir = Sekiz Milyar, yani bir insan bütün dünyayla eşitlenmektedir. Oysaki kısasta maktule karşılık sadece katil öldürülebilir. Bu ayete göre kısas ve diyet cezası insanın değeri değildir. Daha çok maktulün ailesi ve toplumun huzuru için belirlenmiş bir bedel gibi görünmektedir.
Yukarıdaki ayette görülen problemi gidermek için müfessirler farklı açıklamalarda bulunmuşlardır:
- Buradaki can herhangi bir can değil, peygamber veya adil imamın canıdır. Yani; “Kim bir peygamberi öldürürse ümmetini öldürmüş gibidir. Adil bir yöneticiyi öldüren de halkını öldürmüş gibi olur. Kim de bir peygambere veya adil bir idareciye yardım edip güçlendirirse bütün insanları kurtarmış gibi olur.”
- Bir insanı haksız yere öldüren kişi bütün insanları da öldürebilir.
- Bir insanın katili olan kişiye bütün insanları öldürmüş gibi azap edilir.
- İnsanlar maktule yardım etme konusunda tek bir vücut gibi olup onun hakkını katilden almalıdırlar.
- Birini haksız yere öldürenler kaç kişi olursa olsun hepsi kısasen öldürülebilirler.
İslam coğrafyasında gerek dış düşmanlar gerekse bizden gibi görünen cahil veya satılmış Müslümanların elleriyle suçsuz insanların kanının akıtılmasında konunun işleniş biçiminin tek olmasa da önemli bir etken olduğunu söylemek istiyoruz. İnsanlara aşırı ümit verip büyük günah işleseler de cennete gideceklerini garanti etmek yerine şirk kadar tehlikeli kabul edilen bazı günahların da olduğundan onları haberdar etmek gerekir. Her türlü günahı işlemekten çekinmedikleri halde kendilerinden daha iyi Müslüman kabul etmeyenlere İbn Abbâs gibi, bazı günahların iman ve tövbe ile bir arada olamayacağını hatırlatmakta fayda vardır. Belki de namaz konusunu da hakkettiği ciddiyetle anlatamadığımız için insanlar namazda oldukça gevşek davranmaya başladılar. Hayat hakkı, dinin gözettiği zarurî maslahatlardandır. Detay sayılabilecek meselelere dalıp hayatî öneme sahip konuları göz ardı etmemek gerekir. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Nisa, 4/93.
[2] Nisa, 4/48.
[3] Taberî, el-Câmiu‘l Beyân, VII,346.
[4] Maide, 5/32.