Kevser Suresine Göre Değerli ve Değersizin Ölçüsü
Kevser suresi Kur’ân’ın üç ayetten oluşan en kısa suresidir. Nasr ve Asr sureleri üç ayetten oluşsa da kelime sayısı bakımından Kevser suresinden daha uzundurlar. Kur’ân’ın muarızlarından Kevser suresi kadar kısa bir surenin benzerini getirmeleri için meydan okunduğu halde aciz kalmışlardır. Bu yüzden Kevser suresi farklı açılardan araştırmalara konu edilmiştir. Meydan okunduğu halde Kevser suresinde ne vardı da benzerini getirmekten acze düştüler? Sorusuna cevap bulunmaya çalışılmıştır. Mesela Zemahşerî, İ’câzu Sûreti’l-Kevser isimli bir risalede, suredeki beyânî sırları ortaya koyarak bu soruya cevap vermeye çalışmıştır. Surenin beyânındaki i’câzı başka bir zamana bırakarak bugünkü yazımda, Kevser suresinin kendisinden önceki ve sonraki surelerle bağlantısı, sebeb-i nüzulü ve geleceğe dair verdiği mesajlardan hareket ederek nasıl bir değer ölçüsü verdiğini açıklamaya çalışacağım. Sayı ve kalabalıklara oldukça değer verildiği, çokluğun neredeyse doğruluğun tek ölçüsü kabul edildiği, güçlünün haklı sayıldığı bir süreçten geçmemiz hasebiyle, sure bizim için de önemli dersler barındırmaktadır.
Önceki surelerle bağlantısı:
Duha suresinde Resulullah’a (sav) verilen maddi ve manevi nimetler (Onu terk etmemesi, yetimken barındırması, fakirken zengin kılması vb.) sayılırken, Duhâ suresinden sonra gelen İnşirâh suresinde ise Resulullah’a (sav) verilen manevi nimetler sayılmıştır. Mesela nimetlerden birisi şöyledir: “Senin şânını yüceltmedik mi?”[1] denilerek onun namının yüceltildiği bildirilmiştir. Bu iki sure, özel olarak Peygamberimize (sav) verilen nimetlerin zikredilmesi sebebiyle Kevser suresiyle yakından alakalıdır. Duha suresinde şöyle bir müjde vardır. “Elbette Rabbin sana verecek, sen de razı olacaksın.”[2] Sanki Kevser suresinde innâ e’teynâke’l-kevser/sana kevseri verdik denilerek beklenen şeyin verildiği bildirilmiştir.
Kur’ân’ın nazil olduğu dönemdeki Mekkelilerin değer anlayışlarını anlamak için bir kıyaslama yapmak yerinde olacaktır. Hz. Muhammed’in (sav) kendisine verilen nimetlere karşı tavrıyla Mekke’deki inkârcıların tavrını, Kur’ân’ın son sayfalarındaki surelerinden faydalanarak karşılaştırdığımızda önemli sonuçlara ulaşabiliyoruz.
- Fil suresinde, Allah’ın (cc) Kâbe’yi bir nimeti olarak Ebrehe‘nin saldırısından kurtarması zikredilmiştir. Eğer Kâbe ortadan kalkmış olsaydı, Mekkelilerin hiçbir saygınlığı kalmayacaktı. Fil suresiyle Mekkelilere, bütün saygınlıklarını Kâbeye muhtaç oldukları, bunu da bahşedenin Allah (cc) olduğu hatırlatılmıştır.
- Fil suresinden sonra gelen Kureyş suresinde ise başka bir nimet hatırlatılmıştır. Eğer Allah (cc) onlara yaz ve kış aylarında yolculuk yapıp ticaret yapma imkânı vermeseydi, açlıktan öleceklerdi. Bu ikram da Kâbeyle bağlantılıdır. Çünkü Kâbe sayesinde güven içinde yolculuk yapabiliyorlardı. Sure sonunda şöyle bir mesaj verilmiştir: Siz tüccar insanlarsınız, ticaretin mantığını bilirsiniz. Size iyilikte bulunan birine, şükür adına birşeyler yapmanız gerekir.
- Kureyş suresinden sonra gelen Mâ‘ûn suresinde ise beklenenin aksine nasıl davrandıkları anlatılmaktadır. Onlardan beklenen, Kureyş suresinde de açıklandığı gibi, Kâbenin rabbine ibadet etmeleriydi. Ancak onlar; dini yalanladılar, yetime zulüm ettiler, ihlaslı biçimde ve adabına riayet ederek namaz kılmaları gerekirken, sadece ıslık çalarak ve el çırparak gösteriş için ibadet ettiler. "Onların Beyt(ullah) yanındaki namazları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan ibarettir."[3]
- Mâ‘ûn suresiyle Tekâsür suresini birlikte okuduğumuzda Mekke’deki inkârcıların Allah’ın (cc) bahşettiği onca nimetine karşı tavırlarını daha net görmek mümkün olacaktır. Çünkü Kevser suresi, Mâ’ûn ve Tekâsür suresinde dile getirilen değer anlayışlarını yerle bir etmektedir.
Tekâsür suresine göre onların eşya ve olayları değerlendirme ölçüleri kısaca şöyleydi:
- En önemli özellikleri malı çoğaltma ve cimriliktir. Kevser suresinde ise kurban kesme emri verilerek fakirlerin doyurulması istenmiştir. Cimrilik yerine paylaşma emredilmiştir.
- Evlatların çokluğuyla, özellikle de erkek evlatlarıyla övünmüşlerdir. Oysa Kevser suresine göre evladın çokluğu değil, hayırlı olanı değerlidir. Nesebin kız veya erkek çocuğundan devam etmesi değil, kalitesi önemlidir. Asıl olan nesebe değil, Allah’a dayanmaktır. Hz. Muhammed (sav) daha hayatta iken Hz. Fatıma (ra) dışındaki bütün çocukları ahirete irtihal ettikleri için, arkasında sadece bir kız çocuğu bırakabilmişti. O da babasından altı ay sonra, henüz genç yaşta iken bu dünyadan irtihal etmiştir. Ancak öyle değerli ve bereketliydi ki hem Nebiyy-i Ekremin (sav) soyunu hem de şânını dünyanın her tarafına yaymıştır. O kısacık ömrüyle; kadınların efendisi, babasının annesi, betül gibi manevî değerini takdir edemeyeceğimiz ünvanlar kazanmıştır.
- Araplar aşırı övünürlerdi. Hatta birisi öldürüldüğü zaman öldüren kabile ya da şahsın nesebine bakarlardı. Eğer katilleri tanınmış bir aileden ise bununla teselli bulurlardı. Ama zayıf bir kabileden ise bunu kendileri için bir zül sayarlardı. Kevser suresine göre ise Allah’a dayanan değerlidir.
- Kevser suresinden sonra Kafirûn suresi gelmektedir. Söz dinlemeyen, inatçı kafirlerle yollar tamamen ayrılmıştır. Onların dini kendilerine, Peygamberin (sav) dini de kendinedir.
Kevser suresiyle Nebiyy-i Ekremden (sav) şöyle davranması istenmiştir: Minnet olarak sana Kevseri verdik. Bunun için maddi ve bedeni bütün ibadetlerini sadece ve sadece Allah (cc) için yap! Sana kin besleyenler gibi ibadetine Allah’tan başkasını ortak etme! Düşmanın dediklerine aldırma! Gelecekte senin düşmanlarının kökü kuruyacak, senin zürriyetin de tabiilerin de çoğalıp güçleneceklerdir. Kısacası akibet sizin olacak, düşmanlarınız ise silinip gideceklerdir.
Surenin sebeb-i nüzulüne ve surede geçen önemli kelimelerin açıklamasına geçmeden önce kısa bir bilgi vermek istiyorum. Tefsir ilminin en önemli gayesi Kur’ân’ın nasıl tefsir edildiğini ve nasıl tefsir edileceğini açıklamaktır. Geçmişten günümüze gelen oldukça geniş tefsir mirasına, oldukça fazla malumata sahibiz. Bunları doğru işleyebilmek için belirli kural ve kaidelere sahip olmamız gerekir. Kevser hakkında da birbirinden farklı, oldukça fazla açıklama vardır. Bunları doğru tahlil edebilmemizde yardımcı olacak iki kuralı zikretmekte fayda görüyorum.
- Tefsir eserlerindeki birçok açıklama örnek türündendir, yoksa ayetin anlamını tahsis etmek için değildir. Mesela Fatiha suresindeki gazaba uğrayanların Yahudiler, dalalette olanların da Hristiyanlar olduğuna dair açıklama, ayetin manasını sınırlandırmak için değildir. Gazaba uğrayan ve dalalette olanlar için birer örnek vermek türündendir. Ayetin anlamını sadece bu iki örneğe hasrettiğimizde artık Müslümanın, kendisine bir pay çıkarması düşünülemez. Halbuki bazı günahları işleyen Müminin de (kasten mümin birini öldüren (Nisa, 4/93),) gazaba uğrayacağı Kur’ân’da bildirilmiştir.
- Sebeb-i nüzulün hükme girmesi kesindir. Hüküm, ayetin nüzul sebebini kapsar. Buna göre Kevser suresinin içeriği, sebeb-i nüzulüyle bağlantılı olmalıdır. Tefsir eserlerinin geneline göre Kevser suresi, As b. Vail’in Hz. Muhammed’e (sav), oğlunun ölümünden sonra ebter/soyu kesik demesi üzerine nazil olarak Peygamber (sav) teselli edilmiştir. Dolayısıyla surenin içeriği Resulullah’ın (sav) zürriyetiyle alakalıdır. Çünkü tartışma neslinin devam edip etmemesi etrafındadır.
"Biz sana Kevseri verdik” ayetindeki Kevser; kesret kelimesinin mübalağalı halidir. Kelime yapısındaki artış anlamda da artışa sebeptir, kuralı gereğince, burada normal bir çokluk değil, fazlasıyla, çok çok, aşırı derecede verme anlamı vardır. Ayrıca kevser kelimesinin mevsufunun zikredilmemesi de bu manayı güçlendirmektedir. Böylece, verilen nimetlerin sadece bir cinse hasredilemeyeceği, çok sayıda örneğinin olduğu ve her bir cinsin de fazlasıyla verildiği anlamı kazanmıştır. Bu yüzden kevserin bir tefsiri, çok hayır şeklindedir. Kevser kelimesi, dünyadaki bütün kemal ve cemal sıfatlarını ve ahiretteki bütün mükafatları kapsamıştır. Tefsirlerin genelinde kevser, şu örneklerle açıklanmıştır: Cennetteki kevser ırmağı, çok hayır, Kur’ân, hikmet, Peygamberlik, Hz. Muhammed’in (sav) neslinin çoğalması, ümmetinin çokluğu vb. Bunların hepsi de çok hayrın birer örneğidir ve hepsi de doğrudur. Aksi takdirde Resulullah’ın (sav) kevser kelimesini, cennette kendisine verilecek bir ırmak olarak tefsir ettiğine dair sahih rivayetlere rağmen, başka yorum yapılması düşünülemezdi (Alûsî). Demek ki hem kevser ırmağı şeklindeki yorumu hem de diğer yorumları kapsayacak bir açıklama olması gerekir. O da İbn Abbâs‘ın (ra) "Cennetteki o ırmak da Yüce Allah'ın Hz. Peygamber'e (s) ihsan ettiği hayırlardan birisidir" şeklindeki açıklamasıdır (Taberî). Dolayısıyla kevser, çokça hayır şeklinde tefsir edildiğinde, Peygamberimize (sav) dünya ve ahirette verilen bütün nimetleri, özellikle de cennetteki Kevser Irmağını da kapsamaktadır. Zaten kelime yapısının mübalağa siğasında olması ve mevsufunun da zikredilmemesi de buna müsaittir.
Allame Tabatabai’ye göre surede, sebeb-i nüzulle alakalı, yani Resulullah’ın (sav) soyu ile ilgili bir bağlantı olmalıdır. Çünkü surenin iniş sebebi As b. Vail’in ona soyu kesik demesi olayıdır. Tabatabai’nin açıklamasını destekler mahiyette, Suyûti’nin (ö. 911/1505) ed-Dürrü’l-mensûr fi’t-tefsîr bi’l-meʾs̱ûr adlı eserinde zikrettiği bir rivayette, Kevser ırmağı ile ehlibeyt arasında şöyle bir bağlantı kurulmuştur. “Benim verdiğim zimmeti çiğneyen ve ehli beytimden birini öldürenler o Kevser ırmağından içemezler.” Cemâleddîn el-Kasımî’nin (1866-1914) konuyla ilgili açıklaması oldukça açıktır. Mehâsinü’t-Te’vîl adlı tefsirinde dilcilerin imamı olarak nitelediği İbn Cinnî’in (ö. 392/1002) Kevseri, senin zürriyetini çoğaltacağız şeklinde tefsir etmesini eşi görülmemiş/bedi’ bir açıklama olarak değerlendirmiştir. Çünkü surenin konusu nesille alakalı olduğu için siyaka uygundur. Kevser suresi ehlibeytin gelecekteki galibiyetinden haber vermesi cihetiyle bir mucizedir. Çünkü başlangıçta hem sayıları birkaç kişi idi hem de Emevilerin yok etmeye dönük saldırılarıyla sürekli karşı karşıyaydılar.
Surenin ikinci ayetinde bunca nimete karşılık olarak Peygamberimizin (sav) şükretmesi istenmiştir. Lirabbike ifadesinde, sadece rabbin için anlamı vardır ki amellerinde ihlaslı olması emredilmiştir. Dolayısıyla bütün namazlarını ve kurbanlarını sadece ve sadece Allah (cc) için yap! mesajı verilmiştir. Bunca nimetlere karşılık olarak düşmanlarının iddialarıyla ilgilenmemesi, bunun yerine asıl vazifelerine odaklanması, ihlasla ibadetlerini yerine getirmekle uğraşması istenmiştir.
Son ayete göre, gelecekte Resulullah (sav) ve ona iman edenlerin çoğalacakları, düşmanlarının ise mağlup olup tarihten silinecekleri müjdesi vardır. Surenin nüzul sebebi ile ilgili olarak As b. Vail dışında; Ebû Cehil, Ka’b b. Eşref gibi başka inkârcı liderlerin de ismi geçmektedir. Bunda bir çelişki yoktur. Sebebin hususiliğine değil, lafzın umumuna bakılır. ‘Şânieke’ kelimesi bir vasıf olup sana buğz eden anlamındadır. Demek ki hangi dönemde olursa olsun Resulullah’a (sav) kim buğz ederse sonunun kesileceği müjdelenmektedir. Dolayısıyla bugün için de Allah Resulüne düşmanlık edenlerin de sonunu kesileceğini müjdelemektedir.
Ebter kelimesi, normal şartlarda devam etmesi gereken bir şeyin tamamlanmadan kesilmesini ifade eder. Mesela hayvanın kuyruğu var olduğu halde kesilmesi[4], bir işe başlayanın işini yarıda bırakması gibi durumlar için kullanılır. Resulullah’ın (sav) da çocukları vardı ve normal şartlarda soyunun devam etmemesi için bir neden yoktu. Onun düşmanları var olan neslinin devam etmeyip, kesileceğini iddia ettikleri için ebter demişlerdi. Kızları zayıf ve değersiz gördükleri için bu soyun devam edemeyeceğini, Hz. Muhammed’in (sav) ölümüyle birlikte her şeyin biteceğini savunuyorlardı. Kevser suresine göre Allah’la (cc) birlikte olan az çoktur ve değerlidir. Allah ile birlikte olmayan çok ise az ve değersizdir. Gelecek güçlü olanların değil, samimi olarak Allah’a dayananlarındır. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] İnşirâh, 94/4.
[2] Duhâ, 93/5.
[3] Enfâl, 8/35.
[4] Hasan Mustafavi, et-Tahkik fi Kelimati'l-Kur'ani'l-Kerim, Tahran, I, 227.