Ruhları Köleleşenler Azad Olamazlar
Bilindiği üzere İsrailoğulları uzun süre Firavun’un yönetimi altında köle muamelesi görmüşlerdir. Zamanla Firavun’u adeta bir ilah seviyesine çıkararak ona ölümsüzlük vasfını yakıştırmışlardır. Bu yüzden gözleriyle gördükleri halde ilk başta boğulduğuna inanmamışlardır. Günümüzün firavunlarına ölümsüzlük vasfını yakıştıranlarla benzerlik arz ettiği için bugünkü yazımızda Yunus suresi 92. ayet üzerinde durmak istiyoruz.
Olayın özeti şudur. Rivayete göre; Firavun ve ordusu İsrailoğullarının gözleri önünde boğuldu. Ancak yıllarca Mısır’da yaşayan İsrailoğullarının hem bedenleri hem de ruhları o kadar köleleşmişti ki Firavun’un öldüğünü hemen kabul edemediler. Hz. Mûsâ (as) öldüğünü söylediyse de inanmadılar. Çünkü onu boğulmayacak kadar büyük görüyorlardı. Köleliği o kadar içselleştirmişlerdi ki özgür bir hayatla temas kuramamışlardır. Bunun üzerine Allah Teâlâ denizin üzerine veya sahile Firavun’un ruhsuz bedenini, elbisesiz veya altından yapılmış zırhıyla açıkça görünecek şekilde çıkarmıştır. İsrailoğulları gözleriyle onun cesedini gördükten sonra ancak inanabilmişlerdir. Ayette bu olay şöyle ifade edilmiştir: “Artık bugün senin cesedini kurtaracağız, Tâ ki, senden geridekilere bir ibret olasın. Ve şüphe yok ki, insanlardan birçokları bizim ayetlerimizden elbette gafildirler.”[1]
Bu olayın tahakkukundaki amaç, kendisinden sonrakiler için alamet olması, herkese Firavun’un aciz bir kul ve iddia ettiği şekilde bir ilah olmasının imkânsız olduğunu göstermek içindir. Madem onun gibi ihtişam sahibi biri, isyanından dolayı bu hale gelmiştir, diğerlerinin durumunu varın siz düşünün denilmek istenmiştir. (Zemahşerî, Keşşâf)
Sahabî müfessirlerden itibaren yapılan açıklamalara göre, Firavun’un bedeninin boğulduktan sonra gösterildiği kişiler Hz. Musa (as) ile birlikte denizi geçen İsrailoğullarıdır. Ancak batının bilimsel gelişmeleri karşısında aşağılık kompleksine girerek her icadın Kur’ân’da olduğunu savunanlara göre bu ayetin gerçek anlamı sanki Londra müzesinde Firavun’a ait olduğu kabul edilen bir cesedin bulunmasıyla ortaya çıkmıştır. Kur’ân’ın bu şekilde tefsiri yapılamaz. Çünkü Kur’ân’ın, indiği zamanda muhatapları vardı. Konuştukları dilde onlara hitap ediyordu. İlk muhataplar bu ayeti tefsir etmişlerdir. Neredeyse 14 asır geçtikten sonra ayetin anlamının ortaya çıktığı fikrinin savunulabilir bir yanı yoktur. Bilim ve teknolojiyi asıl kabul edip Kur’ân’ı ona uyarlamak ayetin asıl anlamının üzerini örtmektir. Bilimsel gelişmeler ancak asıl anlam ortaya konduktan sonra istinbat türünden ayetin anlamından sonuç çıkarma olabilir. Kur’ân’ın manaları çok geniştir. Sonradan verdiğimiz manalar ilk muhatapların anlamadığı bir kitap olduğu sonucuna götürmemelidir.
Günümüz Firavunlarını da ölümsüz ve yenilmez olarak değerlendirenler vardır. Basîr, Kahhâr, Cebbâr gibi Cenab-ı Hakka ait sıfatları, uğradıkları manevî dejenerasyon sonucu ABD ve İsrail vb. güçlere yakıştıran bazı Müslümanlara göre dünyanın geri kalan kısmı etkisiz eleman olarak sadece kendisine biçilen rolü oynamaktadır. Böyle düşünenler lisanıhalleriyle: “Süper kabul edilen güçlerden habersiz ve izinsiz dünyada bir kuş dahi uçamadığı gibi bu güçlerin yenilgisi asla düşünülemez.” demeye getirmişlerdir. Dolayısıyla; “İsrail İran’ı savaşa çekmek istiyor” veya “ABD Ortadoğu’da bir savaş çıkarmak istiyor” gibi ilk bakışta basit gibi görünen ifadelerin altında dahi ruhlara işlemiş korkunun izlerini okumak mümkündür. Böyle ifadelerin arka planında şöyle bir düşünce vardır. ABD ve İsrail her şeye kadirdirler. Oyunu onlar kurar ve istedikleri kurallara göre de oynatırlar. Dünyanın diğer kesiminin bundan başka şansı yoktur. Güya İran gibi basit İslam devletlerini kendilerinin belirlediği bir oyunun içine çekip derslerini vereceklerdir. Bu söylem sahiplerine göre halen bu güçler oyun kurucusudurlar. Neyin olup olmayacağına onlar karar verirler. Oysa son yıllarda ABD’nin her dediğinin olmadığını az çok gündemi takip edenler anlamıştır. Aksa Tufanı’yla birlikte de bu gerçek ayyuka çıkmıştır.
Yanlış anlaşılmamak adına hemen belirtmeliyim ki olayları böyle değerlendirmek ABD veya başka devletlerin gücünü basite almak değildir. Tam tersine onlardaki felsefî ve teknolojik gelişmeleri, Müslümanlardan ciddiyetle ele alanların oldukça az olduğuna ve bundan sonra gereken önem verilmediği takdirde İslam coğrafyasının perişan halinin devam edeceğine inanıyorum. Bir taraftan onların gücünü ciddiye almak, diğer taraftan ise dediklerine muktedir olmamalarından nasıl bu kadar emin olabiliriz? denilirse. Filistin’deki mücahitlerin durumu bunun ete kemiğe bürünmüş cevabıdır. Çünkü Filistinliler daha önce taşla sopayla sokağa çıkıyorlardı. Dünyanın gözü önünde kimi öldürülüyor, kiminin kolu bacağı kırılıyor, kimisi de apar topar zindana götürülüyordu. Sonra da İsrail askeri onlara istediği hakareti yapıp dağıtıyordu. Ancak Aksa Tufanı’yla bütün dünyaya şunu göstermişlerdir. “Biz düşmanımızın taşla sopayla karşı konulamayacak kadar güçlü olduğunu kabul ediyoruz ve bunun için artık; füze, dron vb. savaş teknolojilerini de kullanarak savaşacağız. Öncelikle hiçbir firavunun kusursuz ve ölümsüz olmadığını kabul ediyoruz. Ne kadar güçlü olursa olsunlar sonuç olarak insan olmalarından dolayı eksiklikle mualleldirler. Mutlaka zaafları vardır. Biz de bu zaaflara göre savunma geliştirerek direneceğiz. En önemli zaaf olarak, yer altına nüfuz edemediklerini gördük ve bu yönde savunmamızı geliştirdik. Bir süre sonra bu da yeterli gelmezse başka alternatifler üreteceğiz. Habersiz baskın yapmakla, artık kurallarını kendimizin belirlediği oyunları oynamak istediğimizi ifade ettik.”
Filistin halkının ruhları köleleşmediği için hiçbir zaman direnmekten vazgeçmemişlerdir. Yukarıdaki ayette de gördüğümüz gibi ruhları köleleşen İsrailoğulları bırakın Firavun’a karşı saldırıya geçmeyi, gözlerinin önünde boğulmasına rağmen onun ölebileceğini bile kabullenememişlerdir. Unutulmamalıdır ki Müslümanların ayaklarına derman gelip harekete geçebilmeleri, öncelikle her firavunun ölümlü ve gidici olduğuna inanmalarıyla başlar. Her insan gibi düşmanlarının da eksikliklerle muallel olduğunu kabul edip ona göre çareler aramakla mücadelelerine devam edebilirler. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Yunus, 11/92.