Maslahatlarda Sıralamayı Gözetmemek Bir İfsad Sebebidir
İslam dininin amacı kulların ahiret ve dünya huzurunu sağlamaktır. Bunun için dinde bazı maslahatlar belirlenmiştir. Ayrıca, hayat şartlarından dolayı bütün maslahatları bir arada gerçekleştirme imkânı olmadığında, hangisinin önceleneğinde de belirli bir sıralama gözetilmiştir. Aksi takdirde takva adına nice haramlar irtikab edilebilir. Kaş yapalım derken göz çıkarılabilir.
Maslahat sıralamasının önemine dair anlatılan şu olay oldukça manidardır. Caminin birisinde teravih namazını yirmi rekat mı yoksa on sekiz rekat mı kıldıklarına dair bir tartışma çıkar. Sonra tartışma büyür ve meseleyi tanınmış bir alime götürürler. Alim: “Derhal camiyi kapatın.” Der. Tabii bu cevabı alan cemaat şaşırır. “Neden? ” Diye sorarlar. Alimin cevabı şöyledir: “Teravih namazı sünnet, fitne ise haramdır.“ Keşke bugün sünnet değil de adab türü bazı meseleler yüzünden kaç farzı terkettiğimizi veya kaç harama bulaştığımızı açık yüreklilikle anlatabilen feraset sahibi ulemamız çoğalsa… Bir taraftan binlerce Filistinli çocuğun ölümünü seyrederken diğer taraftan da ceviz kabuğunu doldurmayacak meselelerle uğraşan ilim insanlarına “Bu ne haliniz!” diyebilen duyarlı insanlarımız çıkıp her tarafta gür sesle haykırabilseler…
Dünya bir imtihan sahasıdır ve mükellef olarak sorumluluklarımız çoktur. Bazen de şartlar gereği, beklenmedik sorumluluklar altına girebiliyoruz. Fakat imkânsızlıklar veya zaman kısıtlılığından dolayı birçok sorumluluk arasından bazılarını tercih etmek durumunda kalıyoruz. Bu durumda doğru hareket edebilmek, maslahatların önem sırasına riayet etmeye bağlıdır. Mesela her zaman namazlarımızı sünnetleriyle beraber kılma imkânı bulamayabiliriz. Bu durumda sünnet ile farz arasında tercih yapmak zorundayız. Ya da her zaman temiz elbise bulamayabiliriz. Bu durumda da namazı çıplak kılma veya necis elbise ile kılma durumu arasında tercih yapmak zorundayız. Bazen daha zor tercihlerle de karşılaşabiliriz. Örneğin hamile bir kadının hayatta kalması, karnındaki ceninin alınmasıyla mümkünse bu durumda ya kadını ya da bebeği tercih etmekten başka çaremiz kalmaz.
Dikkat ettiğimizde, hayatta her zaman yapma ve yapmama, yani olumlu ile olumsuz arasında tercih yapmadığımızı anlarız. Bazen elimizde olan veya olmayan nedenlerden dolayı iki olumlu ya da iki olumsuz seçenek arasından tercih yapmak durumunda kalıyoruz. Öyleyse tercihi neye göre yapmalıyız? Sorusuna kısa da olsa bu yazımızda cevap vermek istiyoruz.
Ulemamız, heva ve hevese göre hüküm verilmemesi için maslahatlar arasında öncelik sıralaması belirlemişlerdir. Aksi takdirde uygulamada birçok tutarsızlıklar ve dengesizlikler ortaya çıkar. Çoğunlukla bir pire için yorgan yakılmak durumunda kalınır.
Öncelikle dinî mükellefiyetlerde; zarûriyyât, hâciyat ve tahsiniyyât türünden maslahatlar belirlenmiştir. Bunlar içinden zarurî olanlar asıl, hâciyat ve tahsiniyyat ise bunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir.
Zarurî maslahatlar: Gözetilmediği takdirde; yeryüzünde fesadın çıkmasına, katliamlara, hayatın yok olmasına, ahirette ise apaçık bir hüsranın gerçekleşmesine sebep olan tekliflerdir.
Hacî maslahatlar: Riayet edilmediğinde hayatta sıkıntılar yaşanmasına, daralmalara sebep olan maslahatlardır. Ancak bu sıkıntılar fesada neden olacak dereceye ulaşmaz. Bu yüzden seferde namazın kısaltılmasına, orucun kazaya bırakılmasına izin verilmiştir.
Tahsiniyyât ise en uygunu yapmaktır. Zarurî ve hacî maslahatlara ek olarak güzelleştirme ve süslemeye dönük hükümlerdir. Tahsiniyyâta uymayanlara hoş bakılmaz. Ancak bunların ihlali kargaşaya neden olacak seviyeye ulaşmaz. Güzel ve temiz giyinme, alışveriş teklifinde bulunan birisi varken diğerinin aynı mala talip olmaması, zekât dışındaki nafile infak edilmesi tahsinî hükümlere birer örnektir.
Maslahatlardan zarûriyyât hâciyata, hâciyat ta tahsiniyyâta tercih edilir. Zarurî, hâcî ve tahsinî maslahatların da kendi içinde ayrıca öncelik sıralaması olduğunu da unutmamak gerekir.
Zaruriyyât-ı diniye beş maddede toplanmıştır. Sırasıyla: 1. Dinin korunması, 2. Nefsin korunması, 3. Aklın korunması, 4. Neslin korunması ve 5. Malın korunmasıdır. Bu maslahatların sıralaması da yazdığımız şekilde en üstte dinin korunması ve en altta da malın korunması şeklindedir. Sadece, akıl ile neslin önceliği noktasında farklı mülahazalara binaen ikisi arasındaki sıralama değişmektedir. Dinin korunmasının bütün maslahatların üzerinde olduğu ve malın da en düşük derecede olduğu noktasında tartışma yoktur. Çünkü din en üstün değer olduğu içindir ki şehadet mertebesi bir müminin ulaşacağı en yüce makam sayılmıştır. Baskı altında dille inkâra izin verilmişse de inkâr etmemek evladır. Bu yüzden de zalim sultanın karşısında hakkı söyleyip öldürülen kişi şehitlerin efendisi kabul edilmiştir. Mal en düşük derecede olduğu için hicret emredilmiş ve Muhacirler övülmüştür. Birçok dinî vecibenin yerine getirilmesi için maldan vazgeçilir. Din ve akidenin korunması için her şey feda edilir.
Maslahatlar arasındaki tercihte bazı kurallar belirlenmiştir ki insanlar hevalarına göre hüküm vermesinler. Bu kurallardan bazıları şunlardır:
1. Zarûriyyât-ı diniyye asıldır. Ortadan kalktığında diğer hükümlerden bahsedilemez. Mesela hayızlı kadından asıl olan namaz farzı düşünce; kıraat, tekbir, abdest gibi namaza bağlı farzlar da düşer. Asıl ile fer arasında tercih yapmak durumunda kaldığımızda asıl terk edilmez, fer terk edilir. Hamile bir kadının hayatını kurtarmak için ceninin alınmasına cevaz verilir. Diğer bir ifadeyle şöyle denilebilir. Zarurât-ı diniye korunmadıktan sonra gerisini korumanın bir anlamı kalmaz. Mesela mümin birisi akidesini kaybettikten sonra artık malın, canın ona bir faydası olmaz.
2. Rükun ile şarttan rükun tercih edilir. Mesela kıble namazın şartıdır. Bir insan namazı kılmak için kıble araştırmasıyla zamanını geçirip namazı kazaya bırakamaz. Bu yüzden elindeki imkânları kullandıktan sonra bir sonuca ulaşamazsa kanaatine göre bir yöne döner. Kıldıktan sonra yanıldığı ortaya çıksa da namazını iade etmez. Aynı şekilde su aramakla uğraşıp vaktin geçmesine kadar bekleyemez. En fazla bir mil kadar uzakta su bulamayacağını anladığında teyemmüm ederek namazını kılar.
3. Vesile maksadın önüne geçirilemez. Mesela kafirlerle savaşmak cihadın maksadı değildir. Cihadın maksadı insanların İslama ulaşmaları önündeki engelleri kaldırmaktır. Dolayısıyla ikna ile engeller kaldırılabiliyorsa savaşa gerek kalmaz.[1]
4. Muhkem müteşabihe tercih edilir.
5. Tamamlayıcı hükümlerden dolayı tamamlanan hüküm terk edilemez. Cihad için adil imam şartı tamamlayıcı bir hükümdür. Dolayısıyla adil imam yok diye cihad terk edilemez. Aynı şekilde yeterli şartları taşıyan imam yoksa fasık imamın arkasında namaz kılınır. Böylece cemaat terkedilmemiş olur.
Maslahatların önem sırasına dikkat etmediğimizde tutarsızlıklarla dolu bir hayat yaşarız. Örneğin; namaz kıldığı gerekçesiyle, yanıbaşında boğulan bir çocuğa el uzatmayan kişinin davranışının ne kadar çirkin olduğunu kabul ederiz. Ancak, açlıktan ölmek durumunda olan çocuklara bir lokma ulaştırmak için çare aramamayı normal karşılarız. Yanıbaşımızda haksız yere öldürülen bir insana ses çıkarmayız, şahsımıza yapılan ufak bir eleştiri yüzünden de kıyametleri koparırız.
Kısacası yukarıda belirttiğimiz kurallar, İslam ümmetinin topyekün hedef alındığı, kadın, çocuk demeden Müslümanların kanının pervasızca akıtıldığı günümüzde nelerle uğraşıp nelerle uğraşmamamız gerektiğine dair yeterli ipucu vermektedir. Sınırlı imkânlarımızı en iktisatlı kullanmamız için oldukça önemli ölçüler ortaya koymaktadır.[2]
(Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Fetullah Yılmaz, İslam Hukukunda Vesail-Makasıd İlişkisi, Doktora Tezi, Ankara, 2009, s.72.
[2] Detaylı bilgi için: Şatıbî, Kitabu’l-Muvafakat, III, 12-137.