Beyânu'l Kur'an, İmam Humeyni - 1
Cezaevi dönemimde mahpusluğun fırsatlarından biri de kitap okumak, mümkün olduğunca araştırma ve etüdler yapmaktı. Bu cihetle biz de bu fırsattan istifade ededek; Kur’an’da “İmam” “velî” “şâhid” “hâdi” “emir” kavramları üzerinden kısa bir çalışma yaparak, Allah Tebareke ve Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de “Ümmet Liderliği”ni nasıl tanımladığını ve buradan hareketle “İmam-Ümmet İlişkisi”nin nasıl kurulacağı hususuna kavramak istemiştim.
O çalışmada şunu anlamıştım ki; bütün bu kavramlar birbirinin içinde. Birini diğerinden ayrı tutamıyorsun, hepsi birbirini tamamlıyor ve hepsi birbirini açıklıyor. Bu kavramların öğreticiliği Kur’an mektebinin derinliğini ortaya koyduğu gibi, genişliğini ve yüceliğini de ortaya koyuyor. Nübüvvet ile İmamet arasındaki ayrılmaz bağ, bu kavramların birbiriyle olan bağını gösteriyor ve hepsi sonuçta ümmet üzerinde “Velâyet” hukukunu ortaya koyuyor.
Bu yazıyı yazmamızın sebebi, ilmi bir çalışma konusu olarak bir bahsin üzerinde durmak değil. Rıhletinin 31. yıldönümünde kendisini rahmet ve minnetle andığımız aziz İmamımız ile Ümmet olarak nasıl bir bağla bağlı olduğumuzu biraz olsun ortaya koymak.
Başka bir yerde de belirtmeye çalışmıştık; Hz. Emirelmüminin kendisini kendi diliyle “Nâtıku’l Kur’an” (Konuşan Kur’an) olarak tanımlamıştı iki kesime karşı. Birincisi; karşısında kendisiyle savaşıp da “hakemimiz olsun” diyerek Kur’an sahifelerini mızraklara çeken Ben-i Ümeyye güruhuna karşı. İkincisi, kendi yanında, kendi safları içinde yer alıp da Kur’an sahifelerinin mızrak uçlarına takılmasının arkasında yatan hesap ve planı idrak edemeyen, sonunda da onu tekfir ederek namazda kanını döken “hevâric” taifesine karşı.
Hz. Ali ne Bedir, Uhud ve Hendek’te ne de Hayber’de, müşrik, putperest ve müfsid yahudilerin karşısına çıktığında “ben konuşan Kur’an’ım” demedi. Onların karşısına “Haydar-ı Kerrar” olarak çıktı, “Sahibu’l Zulfikar” olarak çıktı, ama Sıffin’de “ben konuşan Kur’an’ım” deme ihtiyacını hissetmişti.
“Konuşan Kur’an” olan İmam Ali bir gün bile Ben-i Ümeyye taifesinin düşmanlığından masun kalmadı, ve aynı İmam, Ramazan ayı içinde sabah namazı Kufe mescidinde “Allah’ım bu amelimden razı ol” diye dua eden İbn-i Mülcem’in zehirli kılıcını başına indirmesinden kurtulamadı...
İmam Ali’yi “Nâtiku’l Kur’an” (konuşan Kur’an) olarak tanıdığımız gibi, İmam Humeyni’yi de “beyânu’l Kur’an” (Kur’an’ın tefsiri) olarak tanımlayabiliriz. Kur’an ayetlerini okuduğumuzda, Kur’an ayetlerinin ne buyurduğunun anlaşılmasında karşımızda örnek bir numune olarak İmam Humeyni’yi görüyoruz.
Sure sure, ayet ayet Kur’an’ın tefsirine baktığımızda, kelimelerin ve cümlelerin içinden doğrulup bize bakan yüzün İmam Humeyni olduuğunu göreceğiz.
Öncelikle bu tanımlamamızla, İmam Humeyni’yi “masumiyet” makamına taşıdığımız gibi bir anlam çıkarılmasın. Zira masumiyet konusu bahsimizin dışındadır, burada konu olan, yine Kur’an’ın beyanıyla “ricalullah” olan kişilerin tanınması, tanıtılmasıdır.
Birkaç örnek üzerinden gidecek olursak;
Kur’an’dan öğrendiğimiz üzere; Putkıran peygamber Hz. İbrahim Halilullah’ın putlar, putçu sistem ve putperest zorba ile olan kavgasının tüm merhalelerine bakalım: iman ve teslimiyeti ile, rıza ve tevekkülü ile, cesaret ve adanmışlığı ile, izzet ve vakarı ile adım adım İmam Humeyni ile karşılaşırız. Halili olan İbrahim’i bize Kur’an’da tanıtan Rabbimiz, İbrahimce bir duruşun adının nasıl olacağını da öğretmiş oluyordu. Bu ayetlerin her çağda ve her zamanda bir anlamı, bir izahı, bir tefsiri, binler yıl geçse de her asırda, her dönemde Kur’an’dan öğrendiğimiz İbrahimî duruşun somutlaşan bir örneği olacaktı.
Ben bir alim değilim, müfessir hiç değilim; ama Kur’an-ı Kerim’i okuyup da Rabbimizin bize açıkladıkladıklarına baktığımızda, bir mümin olarak, akleden, fehmeden bir müslüman olarak bunlardan alacağımız dersler , öğrenceğimiz hakikatler olsa gerek.
İşte İmam Humeyni, İbrahim Halilullah’tan binlerce yıl sonrasında asrın putlarına ve put düzenlerine, putperest sultacılığa ve küstahlığa karşı İbrahimî duruşun; İbrahimî bir bilinç ve imanın, İbrahimî bir cesaret ve tevekkülün, İbrahimî bir irade ve kararlılığın, İbrahimî bir çağrı ve feryadın “Ruhullah” adı altında tecessüm ve temayüz etmiş halidir. Onun için biz Ruhullah’a “zamanın İbrahim’i” dedik.
Rahmetli İmam Humeyni için Hz. İbrahim Halilullah üzerinden anlatmaya çalıştığımız hususları aynı şekilde Hz. Musa Kelimullah üzerinden de anlatabiliriz. Onun için diyebiliriz ki, İmam Humeyni’nin önderliği ve inkılabı ve açtığı çığır tüm zamanların tağut ve müstekbirlerine karşı bir “Asa-i Musa” gibidir. İmam Humeyni’nin İslam Ümmeti ve dünya mustazafları üzerinde yükselen eli de “Yed-i beyzâ” mesabesindedir. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v)’in risaletiyle yükselen tüm değerleri hayatıyla bütünleştirmiş yüce bir şahsiyettir.
Yukarıda yazıya girerken, İmam Ali için “Nâtiku’l Kur’an” ile İmam Humeyni için “Beyânu’l Kur’an” tanımlaması yapmıştık.
Şimdi birkaç Kur’an ayetini aktaracak olursak:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lutfudur. Allah’ın lutfu geniştir; O, her şeyi bilir” (Maide 54)
“Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler.” (Fetih 29)
“Andolsun, biz Zikirden sonra Zebur'da da: 'Şüphesiz yeryüzüne salih kullarım varisçi olacaktır' diye yazdık.” (Enbiyâ 105)
“Biz ise, mustazafları lütfetmeyi, onları yeryüzünde önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyorduk.” (Kasas 5)
“Hak geldi batıl zail oldu, şüphesiz ki batıl yok olmaya mahkumdur.” (İsra 81)
“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler” (Al-i İmran 160)
“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz.” (Al-i İmran 110)
“Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.” (Muhammed 7)
Bu pencereden bakacak olursak; bu ayetler bize İmam Humeyni’yi göstermiyor mu? Bu ayetler bize, İmam Humeyni’nin kaldırdığı bayrağın, verdiği mücadelenin, gerçekleştirdiği inkılabın ve büyüttüğü direnişin anlam ve hikmetini ve bu asil inkılabın Kur’anî mektebini öğretmiyor mu?
İmam Humeyni hayatı boyunca bütün yönleriyle, müslüman bir önderin vasıf ve niteliklerini ortaya koydu; “küffara karşı izzet ve şiddetin, müslümanlara karşı merhamet ve tevazünün nasıl olacağını” da lafzen değil, amelen yaşayarak gösterdi.
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak bizi her zaman Daru’l Erkam’lara taşıdı; oranın ruhunu, asaletini ve öğreticiliğini bize hissettirdi!
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak her zaman bize hicretle birlikte kurulan “İslam devleti”nin egemenliğinin anlam ve önemini hatırlattı ve bizi bu yolda sürekli canlı kıldı!
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak bizi her zaman Bedr ve Hayber’lerin coşkulu dolu zaferlerine taşıyıp bizlere aynı zaferleri kazanmanın özgüvenini ve kararlılığını öğretti!
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak her zaman bize Kerbela ve Aşura okulunda öğrenci ve o kutlu yolun varisleri olma sorumluluk ve gayretini öğretti.
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak bize her zaman şehitlere varis olmayı, onların bayrağını dalgalandırmayı ve şehitlerin kanıyla yazılan mesajı tağut ve müstekbirlerin saraylarının kapısına yazma azim ve iradesini kazandırdı.
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak bize, İslam davasında mert, dürüst, muhlis ve sadık olmanın yol haritasını öğretti; öyle ki, İmam’ın mektebindeki en büyük değer, hayatın her alanına iman ve ihlasın mührü ve rengini vurmaktı.
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak, bize, hiç bir kavim ırk ve mezhep ayrımı gözetmeksizin, müslümanları birbirinden ayırmaksızın “Ümmet-i Vâhide” olmayı ve İslam ümmetinin bütün evlatlarıyla derin bir sevgi ve merhamet ile kucaklaşmayı öğretti! Öyle ki, İmam Humeyni İslam Ümmeti’nin istiklal ve hürriyeti, aydınlık geleceği için yanıltmayan bir pusula oldu. Zira zaman bize nice yanılıtcı pusulaları da tanıttı, gösterdi ve bir kenara kaydetti.
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak, bizi tarihi bir dönüm noktası olarak Kudüs ile buluşturdu, Kudüs’ün özgür ve aydınlık şafaklarına ulaşmanın bütün gereklerini, yol haritasını ümmete öğreten bir klavuz oldu. Kudüs onunla birlikte, kendisine vurulan zincirleri kıracak, esaret ve işgalin zulmetini dağıtacak Uluslararası Kudüs Ordusu’nun gelişini sabırsızlıkla beklemeye başladı ve elhamdulillah bu ordu durmaksızın, geri adım atmaksızın ve düşmanın hiç bir salvosuna aldırmaksızın hedefine doğru tam bir kararlılıkla yürümektedir.
Kudüs yolunda adanmanın, Kudüs denilince zihinlerde canlanmanın en güzel örneği olan büyük komutan Şehid Kasım Süleymanî de, İmam Humeyni’nin yetiştirdiği bir askerdi ve onun yolunun bayraktarı olarak özgür Kudüs yolunu kanıyla suladı.
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak, bize Amerikancı İslam ile Muhammedî İslam arasındaki farkı öğretti! Yüce şahsiyeti, ameli, basiret, dirayet ve rüşdü ile İslam ümmetine ve bütün insanlığa bu noktada bir furkan oldu.
İmam Humeyni’nin hattında onun davasına yoldaş olmak, can ve kan pahasına Kur’an ve Resulüllah’ın yolunu omuzlayan ulema ile, saraylara ve sultanlara kukla olan kapı kulu ulema arasındaki farkı aydınlatıcı örnekliği ile gösterdi; öyle ki, bu örneklik, müstekbir, tağut ve zalimlerin projelerini uygulayan ve onların işlerini kolaylaştıran değil, müstekbir tağut ve zalimlerin hesaplarını boşa çıkaran ve onların tuzaklarını bozan alim olmanın en güzel numunesi oldu.
İmam Humeyni’den çokça söz etmek onu anlatmaya hiç bir zaman yetmez, ne anlatılırsa anlatılsın, ne yazılırsa yazılsın, bir deryanın içinden bir kaşık su almanın ötesine geçmez. Ama bu öylesine bir rahmet ve bereket deryasıdır ki, bir kaşık değil, bir damlası bile bütün insanlık için başlı başına bir nimet ve esenliktir. (Ali Ammar Canöz - Hürseda)