Neden korkuyoruz?
Merak duygusu insanın motiv güçlerini harekete geçiriyor ve ihtiyacı olan bütün bilgi ve deneyimlere ulaşmasını sağlıyor. Merak duygusu insanı soru sormaya itiyor, sorular ise kişinin bilgi arşivini zenginleştirerek hayatını daha rahat yaşamasını sağlıyor. İnsan merak ediyor, soru soruyor ve bilgi hazinesine her daim yenilerini ekleyerek gelişiyor, olgunlaşıyor ve hayatını daha iyi şartlarda yaşayabilmek için imkânlar oluşturuyor. Fakat ne ilginçtir ki hemen her konuda malumat sahibi olabilmek için çaba sarf eden insan, hayatını tutarlı ve dengeli bir eksende sürdürebilmek için gerekli olabilecek bütün formülleri sunan Kur’an’ı tanımak ve anlamaktan kaçınıyor. İnandığı kitabın kendisi için nasıl bir hayat öngördüğünü merak etmiyor, hayatı bir bitki, bir sürüngen gibi sadece nefes alıp vermekten ibaret görüyor. İnsan aldığı nefesten, tutunduğu nesnelere kadar her konuda bilgi sahibi olmak istiyor, okuyor, araştırıyor, soruyor, sorguluyor ve popüler kültürün sunduğu malumatların dehlizlerinde kayboluyor. Ömrünü kapitalist sistemin çöplüğünde geçiren insan kutsal kitabı ile iletişime geçmiyor ve bundan şiddetle kaçınıyor. Kutsalları ile bağını koparınca bu boşluğu, kendisini esarete sürükleyen, köleleştiren küresel kapitalist sistemin sunduğu sahte vaatlerle dolduruyor ve bulunduğu koordinattan tamamen uzaklaşıyor.
İnsan sorumluluk almaktan ve hatalarıyla yüzleşmekten kaçınıyor. Korkuyor, insanlaşmaktan ve özü ile buluşmaktan korkuyor. Zira insanlaşmak demek, şiddetten, nefretten, başıboşluktan, vurdumduymazlıktan, bencillikten, cimrilikten, kibir ve hasetten uzaklaşmak ve adaletin gölgesine çekilmek demektir ki, bu emek ve çabayı gerekli kılar. İnandığı kitap ona insan doğmanın yeterli olmadığını, asıl meselenin insan kalabilmek olduğunu vurguluyor ve yön gösteriyor. Nefsi ile vicdanı arasında sıkışan kişi ise uçurumun sonunu gördüğü halde, kibri ile başa çıkamıyor ve karanlığa doğru yol almaya devam ediyor.
Ferdi ve toplumsal sorunlarımızın çözümü noktasında formüller sunan, bilginin, kıyamın, adaleti tesis etmenin, salih amelin bir vecibe olduğunu vurgulayan Kur’an’ı sadece tazim ve takdis edilen bir kitaba dönüştürmüşüz ne garip değil mi? Kutsal kitabımıza abdestsiz el sürmemeye, göğüsten aşağı tutmaya, gösterişli kılıflara koyup özel bir alanda saklamaya özen gösterirken, onun bizden istediği hayat nizamına karşı körleşiyor, sağırlaşıyor ve duyarsızlaşıyoruz çok yazık!
Popüler kültürün sunduğu malumatlar denizinde kaybolurken, hiçbir işe yaramayacak bilgi kırıntılarını zihinlerimize zerk ederek adeta hamallık yapıyoruz. Bu hem zaman kaybı hem de israftır… Allah’ın bahşettiği öğrenme kapasitemizi doğru şekilde kullanmak ve insan yanımızı besleyecek bilgi ve tecrübelere talip olmak zorundayız. Bu da ancak Kur’an’ın gölgesinde şekillenmiş bir kişilik yapısı ve hayat algısı ile mümkün olabilir.
Kur’an fiziki olarak bizim uzağımızda değil, uzandığımız noktada, birkaç adım ötemizde, evlerimizin özel bir alanında muhafaza ediliyor. Ancak duygu dünyamızda Kur’an’dan o kadar uzak bir mesafedeyiz ki, olayları kutsal kitabımızın aklı ve iradesi ile değerlendiremiyor ve hata üstüne hata yapıyoruz. Kendimizi dört tarafı kapalı bir alana hapsetmişiz, kapıyı açabileceğimiz anahtar hemen yanımızda duruyor fakat kullanmıyor ve esareti kabulleniyoruz. (Milli Gazete)