Annenin Günlüğünden
"Bizler çocuklarda görülen huzursuzluğu, mutsuzluğu, gerginliği büyük sebeplerle ilişkilendirir ve ona ulaşmakta güçlük çekeriz. Oysa çocuğun dünyası bizim tasavvur ettiğimiz gibi gizemli ve karmaşık olaylarla örülmüş değildir. Onun dünyası oyunlardan ve oyuncaklardan oluşan engin bir şehre açılır. Çocuk bu şehrin tek sakinidir ve burada erişkinlerin hayatını prova eder. O nedenle çocukları anlamaya çalışırken onun oyunlarla ve oyuncaklarıyla kurduğu bağı dikkate almak gerekir."
Çocuk bir haftadır durgundu, yemiyor, geceleri uyumakta güçlük çekiyor ve kimseyle konuşmuyordu. Neşesi kaçmıştı çocuğun, bilge bir yaşlı gibi başını eğmiş düşünüyordu. Yolunda gitmeyen bir şey vardı ama bunun ne olduğunu kimse kestiremiyordu. Anne birkaç kere sıkıştırıp sordu ama çocuk her seferinde başını eğiyor ve hiçbir tepki vermiyordu.
Baba akşam eve geldiğinde çocuğu yanına çağırıyor, sorular soruyor ve onu yaralayan şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ama çocuk her seferinde kendini geri çekiyor ve bebeğini kucağına alıp odasına geçiyordu.
Annenin kafası iyice karışmıştı, ne olmuştu çocuğa? Sabah uyandırırken sesini yükseltmesi ona ağır gelmiş olabilir miydi? Beş yaşında bir çocuğun neşesini elinden kim ya da ne alabilirdi? Okulda arkadaşıyla kavga mı etmişti çocuk? Babanın internet kullanımına getirdiği kısıtlama onu incitmiş olabilir miydi? Annenin iç dünyasında bir alev topu oluşmuş onu yiyip bitiriyordu. Ne olmuştu çocuğa? Aklına getirmek dahi istemediği bir şiddete mi maruz kalmıştı?
Anne internetin başına geçti ve sosyal medyadan takip ettiği çocuk gelişimcilerin, psikologların, kişisel gelişimcilerin paylaşımlarını okuyarak çocuğun sorununa ulaşmaya çalıştı. Bu alanda yazılmış makaleleri okudukça kuşkuları artıyordu annenin.
Ne olmuştu çocuğa? Kişisel alanına müdahale mi edilmişti? İhtiyaçlarına vaktinde cevap verilmemiş miydi? Çocuk izlediği çizgi filmlerden mi etkilenmişti? Arkadaşları ile uyum sorunu mu yaşıyordu? Bir yıl önce vefat eden babaannenin yasını yeni mi tutuyordu? Anne zihninin karanlık sokaklarında dolaşıp durdu fakat hiçbir şey bulamadı, hiçbir yere ulaşamadı ve öylece kaldı.
Aradan iki hafta geçmişti çocuk bebeğine sarılıp uyuyor ve kimseyle konuşmak istemiyordu. Anne sorunun çocuğun iç dünyasında çözemediği bir çatışmadan kaynaklandığını düşündü ve onu psikologa götürdü. Psikolog çocukla konuştu ona birkaç ödev verdi, oyuna dâhil edip gözlem yaptı ve anneye bazı tavsiyelerde bulundu. Anne söylenenleri harfiyen yerine getirdi ve çocuğun eski neşesine kavuşabilmesi için çare aradı. Fakat aradan iki ay geçtiği halde çocuğun tavrında değişen hiçbir şey yoktu…
Anne çocuğu kendi haline bırakmaya karar verdi ve onu uzaktan gözlemledi.
Bir gece vakti anne çocuğun odasından bir ses işitti, kalktı, kapıyı hafif araladı ve çocuğu uzaktan izlemeye başladı. Çocuk bebeğine sarılmış konuşuyordu: “Senin gözlerinden biri düşeli ben çok mutsuzum, diğer gözün düşmesin diye dua ediyorum. Eğer diğer gözün de düşerse dünyayı göremeyeceksin, bunu düşünmek bile istemiyorum. Senin tek gözünü kaybettiğin günden beri arkadaşlarımla oynamıyorum, kimseyle konuşmak istemiyorum ve diğer gözünün düşmemesi için dua ediyorum…”
Anne çocuğun yaşadığı durgunluğun hiç beklemediği bir sebebe dayandığını görünce şaşkın vaziyette yatağına geçti ve sabah vakti onu rahatlatabilmek için konuşmaya çalıştı. İstersen bugün oyunda göz doktoruna gidip bebeğe yeni göz taktıralım dedi… Öğleden sonra oyunu kurguladılar, bebeğin gözüne mavi bir boncuk monte ettiler. Çocuğun neşesi yerine gelmişti, bebeğine sarıldı ve odasına geçip oyuna daldı.
Bizler çocuklarda görülen huzursuzluğu, mutsuzluğu, gerginliği büyük sebeplerle ilişkilendirir ve ona ulaşmakta güçlük çekeriz. Oysa çocuğun dünyası bizim tasavvur ettiğimiz gibi gizemli ve karmaşık olaylarla örülmüş değildir.
Onun dünyası oyunlardan ve oyuncaklardan oluşan engin bir şehre açılır. Çocuk bu şehrin tek sakinidir ve burada erişkinlerin hayatını prova eder. O nedenle çocukları anlamaya çalışırken onun oyunlarla ve oyuncaklarıyla kurduğu bağı dikkate almak gerekir. (Milli Gazete)