Bahara Tohumdur, Hüseyin Can
Gönüllerde yer etmiş bir yiğit,
İcraatları dillerde destan bir muvahhit,
Fatımatü zehra’nın ciğerparesinin yolunda,
Bir Fatıma’nın oğlu olan can,
Adı Hüseyin olan bir kahraman…
Hüseyin can, adıyla namıyla destan…
Aşka kanat çırpan bir kelebek değil insan.
Çaba ve gayret dolu, hissiyatla dolup taşan…
Hüseyin, hareket ve cemaat…
Fedakârlık, onur ve izzet…
Şecaat…
Hüseyin can! Candan öte hem can hem canan.
Bile bile Kerbela’ya yürümekti.
Bedelin ağırlığına bakmadan zalime karşı dikilmekti, Hüseyin olmak.
Öncü olmak zordu, yol gösterici olmak sorumluluk gerektiriyordu; ağır bir yüktü.
Her şartta önde olmayı gerektiriyordu, rehber olmak.
Hicretse hicret.
Şahadetse, şahadete seve seve kucak açmaktı;
Rehber olmak, öncü olmak, rêzan olmak, Hüseyin can olmak…
Ve Ocakta kaynar ocak.
Yanan benim canım, ocak üstünde.
Ateşi kendilerinden ve taşlardan, ebedi ateşlerinin bolluğu için çırpınan, dışları temiz içleri kirli ve resmi eşkıyaların yaktığı ateşte yanıyor canım.
Mevsimlerden kış. Çetin mi çetin.
Kar, soğuk sarmıştı her yanı.
Zemin kefenine bürünmüşken kurtlar pusuya yatmıştı.
Tilkilerse karakteri gereği hinlik peşindeydi.
Aslanlar yabancı, aslanlar garipti,
İhanet, kin, garaz, küfür şebekeleri el ele vermiştiler;
Aslanları, yiğitleri tutsak etmenin derdindeydiler.
Kindarca, gaddarca zulümle meydan okuyan, devlet yüzlü…
İnsaniyetten nasipsiz bir sürü insan.
Ve dadandı canıma, olmaz insafsızlığı ve vicdansızlığı kuşanan aç kurtlar sürüsü.
Saldırdılar.
Gücün, silahın, demirin ve barutun arkasına sığınarak, saklanarak üşüştüler haremime.
Çetin, zemheri kışın ortasında payımıza keder,
Hüseyin cana kurşun ve saldırgan vahşi aç kurtlar düştü.
Ve aydınlığa karşı karanlık yüzler iş başındaydı.
Ve aydınlık yarasaların hışmına uğradı.
Derin tilkiler, kirli kurtlar ve satılmışlar kışın çetinliği gibi esir almak istediler hürriyeti.
Fakat hürlerin öğretmeni kışa bedenini kaptırsa da kalbi hür bir rêzandı.
Yine hürriyetin dersini verdiği bir an, durdu zaman.
Kurşunların öfke kustuğu, kin kustuğu vakit hem vuslat doğdu hem hicran.
Pak ve temiz bir kan akınca aziz bir can düştü, toprağa; âşık bulmuştu derdine derman.
Dicle ve Fıratın sularıyla yetiştirdiğin güllerin solmasın diye Beykoz sırtlarında su namına güllerine kanını armağan ettin Hüseyin can!
Kış bahadırları alsa da baharlara da gebedir Hüseyin can!
Baharlar nice Hüseyinleri koynunda yetiştiriyor, inan.
Hasret kor düştü yüreklere, visal kaldı mahşere.
Kadını ve erkeğiyle, yaşlısı ve genciyle özlem oldun tüm kalplere.
Vuslat sevdası namında bir sevdanın tohumu oldun Hüseyin can!
Davana bedel canını, Rabbine hediye sunan Hüseyin can!
Rahattan, maldan, makam ve mevkiden el etek çektin; davan için Hüseyin can!
Adın değil, çalışmaların ortadaydı.
Bahar ikliminde cihanın uyanması için,
Kulların Rabbini razı edeceği bir yola girmesi için, bir hayat yaşaması için tohum diye düştün toprağa Hüseyin can!
Gaflet bulutları sarmışken gönüllerin göğünü, gönlümüzü ve hayatımızı aydınlatmak için gönlümüzde güneş gibi doğdun Hüseyin can!
Fenafil cemaat şuuruyla kardeşlikte, alçakgönüllülükte zirvelerdeydin Hüseyin can!
Hüseyin’im! Gözü yaşlı anaların, başı önüne düşmüş şehit çocuklarının umuduydun,
Yusufların gururuydun.
Selahaddinlerin, Saidlerin torunu, Mustazafların da onuruydun Hüseyin can!
(Hürseda Haber)