Müslüman, Yanlışı Savunamaz
Bismihi Teâlâ
On yıllardır çile, gam ve hüzün bulutları kaplamış bu coğrafyanın göğünü. Nicedir, gözleri yaşlıdır; hali perişan, pür melaldir; bu coğrafyanın. Bundan dolayı bu coğrafya dertlidir, dağları, bayırları kederlidir. Sırtlarına dert vurulmuş olan insanları çilelidir.
Hâlbuki bu coğrafyanın havasını soluyanlar dün Kur’an’ın hadimleri, hizmetkârlarıydı; Bu hizmetkârlık onların necat ve sürur kaynağıydı. Bugünse dünden ıraktırlar, Kur’an’ın hizmetkârlığından da. Bu da bugünkü hezimetin, karanlığın, dert ve çilenin, gam ve kederin ana kaynağıdır. Bundan dolayı bu günküler, dünkü hizmetlerin yetimleridir.
Dünkü hizmetlerin yetimlerinden -ümmetin yetimleri- olan Kürtler de, bu coğrafyanın en başta gelen garipleridir.
Neden, niçin mi?
Osmanlıdan bu yana mı dersiniz, TC’nin kuruluşundan bu yana mı dersiniz bilmem; ama Kürtlerin bu topraklar üzerinde üvey evlat muamelesi gördüğü bir gerçektir. Kürtlerin üvey evlat muamelesi görmeleri bir yana, devletlûlar bazen Kürtlerin varlıklarını bile kabul görmemiş.
Osmanlı devletinde, Kürtlerin yaşadığı topraklara “Kürdistan” denilmesini göz önünde bulundurmamız -o günler adına -Kürtlerin varlığının kabul edildiğini ispatlamaya yetiyor. Fakat bunu TC’nin kuruluşundan, bu son on-on beş yıla kadar geçen süre için söylememiz imkânsız gibi bir şey.
Bu zaman aralığını zulüm ve tuğyan dönemleri olarak adlandırmak hiç yanlış olmayacak. Zaten, Kürtleri bu ümmetin yetimleri kılan, bu coğrafyanın gariplerinin en başta geleni kılan dönem de bu zulüm ve tuğyan dönemi ve faşizan uygulamalarıdır.
O dönemlerden zihinlerde baskı ve şiddet izlerinden başka bir şey kalmamasına rağmen yine de o dönem mevzu bahis olunca birilerinin o döneme toz kondurmamak için çırpınmaları manidardır. Doğrusu, Kemalist sistemi özümsemiş, batıyı kıble edinmiş, İslam’ı ve Müslümanları irtica ve gerici olarak bellemişlerin sistem için çırpınmalarında, rejime toz kondurmamalarında garipsenecek bir durum yoktur. Garip olan, olmaması gereken; Kürtler gibi inançlarından dolayı rejimin hışmına uğramış, rejim tarafından mağdur edilmiş mütedeyyin Türk kardeşlerimizin, Kutsal devlet anlayışından yola çıkarak TC’ye gelen her eleştiriye adeta göğsünü siper edercesine refleks cevap verip savunmaya geçmesidir.
Evet, milliyetçilerin, ulusalcıların milliyetçilik duygularının kabarmasıyla şahin birer milliyetçi olmalarına diyeceğimiz yok; fakat gerçekten mütedeyyinler için bu tavrın kabul edilecek hiçbir tarafı yok.
Bilmem, neyi savunduklarının farkındalar mı?
Rejim zulüm, katliam, baskı ve şiddet üzerine inşa edilmediyse Rize’nin bombalanması neydi, Konya’nın cezalandırılması neydi? Atıf Efendi’nin idam edilmesi, Bediüzzaman’ın sürgün üstüne sürgün yemesi, cezaevinden cezaevine atılması, ona zehir üstüne zehir verilmesi neyle açıklanır?
Ya Diyarbekir’de asılan Şeyh Said ve arkadaşları… Ya ölümler giydirilmiş Zilan… Zindanlar, hücreler, sürgünler, işkenceler, eziyetler…
Boşaltılan, yakılan köyler, ölüme mecbur bırakılanlar… Kurtların sofrasına ikram edilen ana kuzuları… Milliyetçiliğe, ırkçılığa, kafatasçılığa ısmarlananlar…
Zulüm üstüne zulüm…
Bilmem hangi geceye avukat kesildiklerinin farkındalar mı?
O dönemler nasıl zulüm ve tuğyan dönemleri olmasın ki; o dönemlerden itibaren söylettirilen, dağlara, taşlara kazıttırılan “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” ve “Ne mutlu Türküm Diyene” gibi milliyetçi, faşizan sözler hala dağlarda yazılı değil mi? Dayatmaların ve yasakların bini bir para.
Çünkü o dönemler; yasakların, sınırlamaların, yok saymaların, dayatmaların tümüyle iktidar olduğu dönemlerdi.
Olumlu adımların yanında, Osmanlı Devletinin zamanında Kürtlerin üzerinde yaşadığı topraklar için kullanılan “Kürdistan” tabirinin kimi yerde ve çevrelerde bugün için bile kullandırılmaması düşündürücü değil mi? Hatta bugün bile milliyetçi, Kürtçü, bölücü olarak mimlenmek için bu tabiri kullanmak yeterlidir.
Peki, dün ve bugün ezilen, sürülen, baskıya maruz bırakılan, mağdur edilen sadece Kürtler mi? Tabii ki hayır!
Bu coğrafyada sopa özelde Kürtlerin başından eksik olmadığı gibi genelde de tüm Müslümanların başından eksik olmamış. Darbe dönemlerinden kalma “başı açık” olacak ibaresinin yeni çıkarılan kılık kıyafet yönetmeliğinde de geçmesi; Müslümanların başından sopanın hala eksik olmadığının en büyük nişanesidir.
Kürdüyle, Türküyle tüm Müslümanların tüm hukuksuzluklara, tüm sopalara, tüm baskılara, tüm yasaklara beraber karşı çıkmasının vakti gelmedi mi?
En başta da batıdaki Müslümanların, bu rejimin yanlışlarına yanlış demesi lazımdır. En başta onların rejim tarafından mağdur edilmişlere sahip çıkması, onlara ensar olması lazımdır. Yoksa kaybedecek, kesinlikle kaybedecek olan mazlumlar, mağdurlar değil; rejimin, sistemin yanlışlarına tepkisiz kalacak olanlardır.
Bu arada “rejimin, sistemin yanlışlarına karşıyız.” diyen Huda-Par da resmiyet kazandı.
Huda-Par’ın tüm mazlumlar adına hayırlara ve hususen bu coğrafyanın tekrar Kur’an’ın hizmetkârı olmasına vesile olması temennisiyle, selametle kalınız.
(Muhsin Canan)