'Ne olur Beni Buradan Çıkarın, Öleceksem Evimde Öleyim'
Bismihi Teala
Dünya, imtihan diyarıdır. Ahiretin tarlası olması konumuyla ahirete hazırlık diyarıdır. Zorluklar, kolaylıklar, bolluklar, darlıklar; mallar, makamlar, belalar, musibetler dünyanın ibni âdem için imtihan olmasında, ahiret için azık toplama diyarı olmasında birer aracı, birer vesiledir. İnsanlardan kimi bir makamla imtihan edilir kimi bir musibet ve zorlukla. Bununla beraber zorluklar da bolluklar da, makamlar da belalar da imtihan gereği olduklarından birer emanettir.
Emanetlerin gereğini yapmak sorumluluktur. İnsanın sorumluluğunun, yükünün ağırlığının bilincinde olması nimettir. Bu bilinç ağırlığı hafifletir mi ağırlaştırır mı bilmem; fakat sorumluluk sahibinin bataklıklara batmasına engel olabileceği ve bu bilincin ahiret azığının mayası olabileceği muhakkaktır. Bunun en büyük örneklerinden biri Hattab’ın oğlu Ömer’dir.-Allah ondan razı olsun. İslam’ın ikinci halifesi olarak bir yönetici, bir liderdi Ömer. Bu günün tabirleriyle hem başbakan hem de cumhurbaşkanıydı Ömer. Fakat sorumluluğunun, yükünün ağırlığının bilincinde olan bir devlet reisiydi. Dicle’nin kenarındaki bir koyunun ayağının bir çukura girip incinmesinden adaletin sembolünü, Ömer’i –Allah ondan razı olsun- sorumlu tutturan da bu bilinçti. Bu bilinç, bu havf, bu endişe Ömer’i, adaletin sembolü Ömer yapmıştı.
Peki, bu günün idarecileri, devlet reisleri, başbakanları ve cumhurbaşkanları bu paralelde ne âlemdedir.
Evet, gerçekten kaç idarecide Ömer’i, adaletin sembolü yapan vasıflar mevcuttur? Bu da bir yana kaç idareci görevinin, bulunduğu makamın sorumluluğunun bilincindedir? Kaç idarecinin gece uykusu kaçıyor, sorumluluğu bulunduğu makamdan dolayı?
Devlet reislerinden diktatörlükleri, zalimlikleri, kan içicilikleri, despotlukları ayan beyan dillerde destan olanları sorgulamıyoruz. Onların her şeyi zaten ortadadır. Fikirleri, eylemleri, yaşayışları, yaklaşımları, içleri ve dışları aynı paraleldedir. Bunlardan bir şey uman, bir şey bekleyen de yoktur. İktidarını, hâkimiyetini, etkisini kan üzerine bina eden, kandan ve kaostan medet uman yerli ve ecnebi zalimlerde vicdan ve insaf yoktur. Ondan dolayı onlardan merhamet de dilenmez eman da… Vicdanlı ve insaflı davranmaları da beklenmez.
Beklentiler de sitemler de ehli vicdan ve insaf ve ehli iman olan –en azından öyle oldukları bilinen- devlet reislerinedir.
Fakat ne hikmetse ehli iman oldukları bilinip de bu gün Türkiye’de birçok makamı zabt eden malum ehli imanlar, İslam’ın gereği gibi yapmaları gerekenleri yapmalarını da bırakın, insani birçok ahvalde bile duyarlı davranamıyor.
İslami ve insani olarak yapmaları gerekenlere karşı duyarsız davranıp onları ihmal etmelerinden dolayı maalesef maddi ve manevi zararlara sebebiyet veriyorlar.
Evet, ehli iman olarak bilinen bir cumhurbaşkanının ve başbakanın yetkili ve etkili olduğu bilinen bu günün Türkiye’sindeki duyarsız kalınan, ihmal edilen ve çözümsüz bırakılan sorunları mı soruyorsunuz?
Sadece bir iki üç tanesini sayayım:
Yüzyılın ayıbı olan kamuda ve ilkokullarda, ortaokullarda, liselerde başörtüsü hala yasaktır. Din, vicdan ve inanç hürriyeti nerde?
Eğitim kurumlarında, devlet dairelerinde mescitlerin, camilerin olmayışından ve mesai saatlerinin ibadet saatleri baz alınmadan düzenlenmesinden dolayı Müslümanlara ibadetlerini yerine getirebilme fırsatı hala tanınmıyor.
İslami kimliklerinden dolayı adil yargılanma yerine niyet okumalarla somut deliller olmadan taraflı, faşizan, ön yargılı, peşin hükümlü kararlarla mahkum edilenlerin; görevlerinden atılan bir çok insan var.
Örnek mi istersiniz. 2000 de Hizbullah cemaatine karşı gerçekleştirilen operasyonlar neticesinde yüzlerce belki binlerce vatandaş sırf İslami kimliklerinden dolayı yakalandı, vicdansız işkencecilerin sorgulamasından geçirildi. Bunlardan kimi tam altı ay boyunca işkence görüp sorgulandı. Bunlardan çoğu da on yıl, on beş yıl bu mahkeme benim bu cezaevi senin deyip mahkeme kapılarında mahpus damlarında eza gördükten sonra kabataslak onlarca yıl hapis cezalarına çarptırıldı.
Yine ne hikmetse ne bağımsız bir insan hakları derneği ne bir insan hakları aktivisti ne de siyasilerden biri çıkıp Hizbullah’a mensup olmaktan dindar insanlara yapılan zulümlere, işkencelere, atılan iftiralara, kara medyanın asılsız yazıp çizmesine karşı çıkmadı.
Neyse, duyarsız kalınan diğer mevzu ise cezaevlerindeki hasta mahkûmlar meselesi. Sayın Cumhurbaşkanının af etme yetkisini kullanarak af ettikleri güzel… Ya görmemezlikten gelinen veya yeteri hassasiyetin gösterilmediği diğer hasta mahkumlar.
Hizbullah davasından yakalanıp sorguda gördükleri işkencelerden dolayı hastalanıp da cezaevinde vefat eden Musa ÖZER, Seyid Ali DEMİRYOL, Ahmet ŞAHİN’i biliyoruz.
Bunlara birkaç gün önce inşaat işçisi 50 yaşındaki Muhlis BARUT da eklendi. Karaciğer kanserine yakalanan, 8 Ekim 2010 tarihinde yeşil kartının iptal edilmesi üzerine av tüfeğiyle toplum sağlığı merkezini basarak rastgele ateş etmesinden 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılmıştı bu şahıs. Doktorların geçen Nisan ayında 6 aylık ömür biçtikleri, cezaevinde kemoterapi tedavisini sürdüremeyen ve 4 kez mide kanaması geçiren tutuklu… Barut, son günlerini yaşarken ailesiyle özgürce vedalaşma hakkı istemişti. Güya Cumhurbaşkanı devreye girmişti. Fakat GÜL’ün af etme yetkisinin BARUT için hiçbir değeri kalmadı. Çünkü o, vefat etti.
Vefat etmeden önce “beni buradan çıkarın, öleceksem de evimde öleyim” demişti.
Gidenin geri gelmediği bir gerçek; ama insan hayatı bu kadar ucuz olmamalıydı.
GÜL, af etme yetkisini kimi için acı gerçeklerden sonra mı kullanacak?
Hizbullah hükümlüsü, Yasin DEMİR’i mesela ne zaman görecek?
Yine bedeninin % 92 sini kullanamayan ve kendi şahsi ihtiyaçlarını karşılayamayan Fikret BAYRAM’ı ne zaman görecek?
Fikret BAYRAM’ın özgürlüğü için başlatılan imza kampanyası 14.000 bini geçti. 20.000’e vardığında imzalar Cumhurbaşkanlığına gönderilecek. Dileriz bu imzalar, GÜL’ün bu gayri insani duruma “dur” demesine vesile olur.
GÜL’den para dilenilmiyor, aş iş istenmiyor. İnsaf, vicdan ve insanlık çerçevesinde bedeninin % 92 si felçli olan bir mahkumu af etmesi isteniyor. O yetki ideolojiler, fikirler adına değil insanlık adına vardır. O yetki insanlık adına kullanılmalıdır. Gerçekten, bu durumda olan kim olursa olsun af edilmelidir. Düşüncesi, fikri önemli olmamalıdır. İster laik, Kemalist olsun, ister bir PKK’li, KCK’li olsun, ister Hizbullahi, İBDA-C’li, El Kaide’li bir Müslüman olsun af edilmelidir.
Makamlar imtihan vesilesi olduğu gibi yetkiler de öyledir. Onlar da emanettir. Yetkilerin kullanılmasından da kullanılmamasından da hesap sorulacaktır.
Yetkilerini, makamlarını, mallarını İslamiyet ve insaniyet adına kullanmayanlara hizmet ve çalışmalarını hak adına sürdürmeyenlere şairin diliyle:
“Bir gün devran değişir menfaatler gelir dize. Ne bu düzen böyle gider ne de dünya kalır size” diyoruz.
Gönlünüzdeki her şeyin hayra tebeddül etmesi temennisiyle Allah’a emanet kalınız.
(Muhsin Canan)