Haziran Şehitlerine
Sıcakların toprağa sindiği aydı. Cemrenin düşmemesi gereken bir aydı. Güllerin sadece kan kırmızı açtığı bir zaman değildi. Aylardan Haziran, günlerden Susa’ydı…
Haziran’ın sonlarıydı. Yirmi altısı evet, evet tam da yirmi altısı idi… O zamanlar çok küçüktüm, doğrusu bilmezdim bu ayın manasını. Doğmuşum, biraz büyümüşüm ama ölümlere alışmamışım. Firakın ne olduğunu kimse anlatmamış. Kulağıma çalınan hikâyelerimden bilirdim. Şubatta cemre düşer toprağa, Haziranda ise güller biterdi. Hikâyeler hep böyle anlatılmıştı bana.
Çok sonraları öğrendim. Kürdistan’da toprağın da kaderi başka işlermiş. Cemre Haziran’ın sıcağında düşermiş toprağa ve güller yine kan kırımızı bitermiş.
Küçüktüm… Elifbamı babam asmıştı göğsümün üzerine ve tembihlemişti. Git oğul git! Öğren elifbayı…
Kürdistan, her yerde aynı idi. Şehir, ilçe kasaba ve köy…
Susa’da da aynı idi.
Cami yerenleri bu köyde de vardı. Ama onların kaderi biraz daha farklı idi… Ben göğsümde elifbamı taşırken, onlar kurşunları taşıyorlarmış.
Meğer ben Ahzab’ı öğrenirken onlar mezun olmuşlardı… Sonradan öğrendim.
Meğer Kürdistan’da Kur’an’a sevdalılar kadar bir de kana susamış caniler yaşarmış ve Mabed demeden namlular boşaltılırmış cami duvarına dizilen yarenlerin üzerine. Barbarca, kalleşçe ve haince!
Pusu da kurulurmuş Haziran’ın sıcağına. Cemre bu ayda zorla düşürülürmüş toprağa, Meğer kan toprağa düşünce güller açarmış Susa topraklarında. Şehitler can verince melekler ağlarmış semada.
Büyüdüm… Büyüdüm de her Haziran bir hüzün olarak işlendi gönül sayfama. Cemrenin, zamansız toprağa düşmesi olarak kaldı aklımda. Şehitler kaldı, şahitler kaldı, caminin pak yarenleri kaldı aklımda.
Susa kaldı…
(M.Yusuf Şehitoğlu)