Mazlumların ayaklanması zalimlerin diz çökmesidir
Yüreğin konuşmadığı yerde adalet olmaz. Adaletin hüküm sürmediği yerde ancak adavet olur.
Her ne kadar sol kesim, “Kürdistan” kavramını “Kürtçülük” olarak lanse etmeye çalışsa da, bu uğurda mesai üstüne mesai yapsa da biz Müslümanlar olarak, “Kürdistan” kavramından âlimlerin yetiştiği medreseleri, İslam dinini hiçbir dayatma ve baskı altına girmeden kabul eden bir ceddi hatırlarız.
Bir de cumhuriyet tarihinden sonra Kürdistanlı Müslümanlar üzerine oynanan çirkef oyunları…
Cumhuriyetin kara yılları 90’lardan bugüne, 25 yıl geçti. Dile kolay, tam 25 yıl. O tarihlerde doğan çocuk, bugün çocuk sahibi olmuş, yeni bir nesil yetiştirmeyle uğraşıyor. Simalar değişmiş, insanlar değişmiş top koşturamadığımız sokakların parke taşları bile değişmiş. Değişmeyen tek gerçek, Müslümanlara yapılan baskı kaldı.
Kara dönemi çok iyi hatırlamasam da genel anlamda beni yetiştirenlerin uğramış oldukları zulümleri iyi hatırlarım. Takip etmeler, biz küçüklere gözdağı vermeler, alıştığımız büyüklerimizi haksız-hukuksuz yere zindana tıkamaları… Tabi tüm bunların sebebini henüz akıl baliğ olduğum yaşlarda, soluğu aldırttıkları hücre duvarları arasında müşahede edip, zindan duvarları arasında tahlil etmeye başlamıştım.
Meğer tüm baskı ve zulümler, iftira ve karalama propagandalarının tek nedeni İslam ile mücadele imiş…
Hamdolsun, İslam mayası ile büyümüş, dava çalışmalarında mesai harcamış değerli büyükler sayesinde, küfür mücadelesinde muvaffak olamadı. Olamayınca da “iyi polis-kötü polis” rolünü işkence merkezlerinden çıkartarak sokağa taşıdılar. O zamanlar milenyum çağına yeni yeni giriyorduk. Güya tiranlar ölmüş, hüküm Musaların eline geçmişti.
Müslüman, fırsatını bulsa da bulmasa da yüklediği misyonu taşımayı kendine görev bilendir. Adalet ile yargılanmasa da adaleti elinden düşürmeyendir. Bu nedenle Müslümanlar fırsat bulduğu rahatlık zemininde çalışmalarını arttırarak daha fazla kişiye ulaşmayı hedeflediler. Bir süre çalışmalar rahatlıkla yürütülse de İslam güneşinin parlaması tarih boyunca küfrün gözünü kör ettiği gibi yine kör etti ve kalplerinde biriktirdikleri kinlerini yeniden kusmaya başladılar. Hile, desise ve çirkin iftiralarla yeniden çalışmalarına başlayanlar. Bu defa bir dönem kendileri için tehlike arz eden PKK ile daha da güçlü bir şekilde meydanlarda Müslümanların karşısına dikildiler.
Kimse kusura bakmasın!
Başımızdaki yöneticiler sosyal alanda her ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, genelde tüm ülke Müslümanlarına, özelde Kürdistanlı Müslümanlara karşı gerektiği gibi adil ol(a)madılar. Öyle ki, Kürdistan topraklarını küfrün kucağına teslim ettiler. Ellerinde az bir güç olmasına rağmen bölge Müslümanlarına kan kusturmak için ellerinden geleni yapanların eline, büyük güçlerin geçmesine zemin hazırladılar.
Bilinçli ya da bilinçsiz…
Bugünlerde yeniden “Müslümanlar içeri, küfür güçleri dışarı” dercesine bir “adavet” durumu ile karşı karşıya kaldı Müslümanlar.
Yasin’i vuranlara özgürlük, Hatice anneye gözyaşı…
Hasan’ı katledenlere tahliye, Mehmet amcaya yürek acısı…
Ve Barbarlara hürriyet, Müslümanlara tecrit ve sabır düştü.
El hak! Beşeri yargıdan, şehitlerin kısaslarını almalarını beklemiyorduk, katilleri ömür boyu müebbet hapse çarptırmalarını da beklemiyorduk. Bizim dayanağımız Rabbimiz, mahkememiz ise Mahkeme-i Kübra idi ve öyle kalacaktır.
Ama şunu da söylemek gerekiyor ki; “Dünya dönüyor ve döndükçe devran değişiyor ve bu devran böyle geldi, böyle gidecek” diye bir kural yok!
Buna göre herkes hesabını iyi yapmalıdır. İnşa edilen adalet saraylarında kişiye göre muamelede bulunarak adaveti tesis etmemelidirler.
Tarih şahittir ki “Mazlumlar ayağa kalkınca, zalimler oturacak yer bile bulamazlar…”
(M. Yusuf Şehitoğlu)