Türkiye'nin Suriye'deki Kürd Çıkmazı
Suriye’de Kürdler’in Kobani, Afrin, Amude, Derbasiye ve Derik gibi yerlerde hiç bir çatışma olmadan yönetimi ele geçirmesi üzerine, Kürdlerin bağımsız veya özerk bir yapı kurup kuramayacakları tartışmaları günlerdir devam ediyor.
Kimilerince beklenmedik ama bize göre beklenen bu gelişmenin nedenleri, muhtemel sonuçları ile ilgili, özellikle de Türkiye’ye etkisi bakımından konumlandıkları noktaya göre, herkes farklı hesap ve değerlendirmeler de bulunuyor.
Özellikle, “Amacımız Suriye halkına özgürlüğün gelmesidir”, “ Suriye halkının özgür iradesine saygı duyacağız” diyen, halk özgürlüğünü elde edince de rahatsız olan ve tavırlarıyla adeta “ama biz özgürlük derken Kürdleri kastetmiyorduk” demeye getiren, bunu da PKK veya uzantısı konumunda bulunan PYD üzerinden izah etmeye çalışan Türkiye’nin bu tutumu, bilindik İttihat ve Terakki zihniyetinin idareciler değişse de her daim zinde olduğunu gösteriyor. Anlaşılan o ki, “Suriye halkı” derken Kürdleri hesaba katmamışlar. Ondandır ki son gelişmelerden dolayı neye uğradığını şaşırmış olan basın can havliyle “Büyük Kürdistan mı kuruluyor?” şeklinde provokatif manşetler atıyor, siyasiler ise “yakarız, yıkarız” türünden ifadelerle demeç üstüne demeç veriyor.
Bir taraftan felaket tellallığı yapılıyorken, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’in ötesi” sloganları ile savaş tamtamları çalınıyorken; öte taraftan da Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu gelişmeleri önlemek veya kendi lehine çevirmek için çıktığı Irak seferinde Kerkük’te kimilerince “Kerkük Türktür, Türk kalacaktır” sloganları ile karşılanıyor.
Davutoğlu, Kerkük’te Türk, Kürd, Arap, herkesin barış içinde yaşadığını, Kerkük’ün barışın sembolü olduğunu vurgulamasına rağmen atılan bu sloganları önleme ihtiyacı hissetmediği gibi genel olarak verdiği mesajlar ve ziyaret şekli de pek olumlu olmamıştır.
Gerekçe ve niyet ne olursa olsun, Davutoğlu bariz bir hata yapmıştır. Zira Davutoğlu ve onun gibi düşünenler Kerkük’ü orada yaşayan Türk nüfusa göre Türk şehri olarak kabul ediyorsa –ki Araplara ve Kürdlere göre nüfusları daha azdır- o zaman da Diyarbakır, Kamışlo, Mahabad ve Erbil’in hayli hayli Kürd şehirleri olduğunu kabul etmesi gerekir. Bir şehirdeki nüfusa göre böyle bir genelleme yapılıyorsa, peşinen Türkiye’deki bir çok şehirden de vazgeçilmesi gerekir.
Kaldı ki, Suriye’de sözkonusu yerlerde Türklerin yeterli sayıları veya güçleri olsaydı ve böyle bir girişimde bulunsaydı acaba tepkiler aynı olur muydu? Hiç sanmıyorum. “Özgürlük aşığı yüce milletimiz bağımsız bir ülkeye daha kavuştu. Biz Türkler zaten her zaman bağımsızlığımıza düşkünüz, bir tek ferdimiz bile bir toprak parçası üzerinde yaşıyorsa orayı bağımsızlaştırmak için uğraşır…” tarzı sözler işitirdik muhakkak.
Türk-Kürd kardeşliğine sürekli vurgu yapıp hem içeride hem de dışarıda Kürde her türlü hakkı haram görmek; kardeşliğin hangi ölçülerine sığar anlamak mümkün değil. Laik ve Kemalistlerden vazgeçtik ama ümmet şuuruna sahip olduklarını iddia edenlerin aynı çizgide hareket etmeleri çok üzücü. Zaten işin garip tarafı da burada; 10 yıldır Müslüman kimliği ile hem laik hem de Türkçü bir rejimi idare etmek… Şu anki idarecilerin dünya görüşlerine karşın sistemin dünya görüşlerinin farklı olması… Bu sistem değişmedikçe ya da kendileri bu sistemi şu haliyle idare etmeye talipli oldukları sürece, bu açmaz devam edecektir.
Esed döneminde Kürdler kimliksiz iken, mal varlıkları ve arazileri ellerinden alınıyorken, zorla asimilasyona tabii tutulup katliamlara maruz kalıyorken; sessiz kal ama şimdiki sürece itiraz et… Hergün “Türk, Türk” veya “Türkçe, Türkçe” diye sayıkla ama Kürdün kendi toprağında dahi kendini idare etmesine itiraz et… Arap’a itiraz etme, Fars’a itiraz etme hatta Arabın Kürdü idare etmesine rıza göster ama Kürdün kendini idare etmesine itiraz et… Tüm bunları yaparken kendi ülkendeki Kürdlerin karşısına geçip pişkin bir edayla “biz kardeşiz” diye bak…
Bütün bir Suriye Kürdlerini PKK ve PYD ile ilişkilendirmek meseleye şaşı bakmak ya da meseleyi şaşı göstermeye çalışmak demektir. PKK ve PYD üzerinden bütün Suriye Kürtlerini mahkum etmek, haklarını yok saymak demektir. Üstelik PKK ve uzantısı PYD uğraşırken bunca zaman neredeydiniz diye sormak en doğal bir hak olsa gerek. Eğer gerçekten mesele PYD ya da PKK olsaydı, zamanında Irak Kürdistan’ı için de aynı tavırları sergilemezlerdi.
Hatırlanacağı gibi, Türkiye benzer sendromu Irak Kürdistan’ı için de yaşamıştı. O dönem de Türkiye’nin “kırmızı çizgileri” vardı. Ancak zamanla yanlışı farketmiş olacaklar ki veya süreci engelleyememiş olacaklar ki kırmızı çizgiler önce turuncuya, sarı ve beyaza dönüşmüş ve ardından tümden silinip gitmişti. Şu anda ise Irak Kürdistan’ı Türkiye’nin en fazla ticaret yaptığı yerlerin başında geliyor.
Aslında Türkiye’nin, “seyirci kalmam” veya “müdahale ederim” çıkışları pek gerçekçi görünmüyor. Gözdağı vermek için sınırda askeri takbikat düzenlemesi de bir anlam ifade etmiyor. Suriye’ye müdahale, sadece Türkiye’nin tasarrufunda olan bir durum değil. Suriye’de ve bölgede çıkarları olan belirleyici güçler ABD, Rusya, AB, İsrail, Arap Devletleri ve İran, bu duruma en azından şimdilik rıza göstermeyecektir. Türkiye, kendisini sürekli dev aynasında görse de, bu güçlere rağmen bir şey yapamaz. Bunun yanısıra Türkiye’nin herhangi bir olumsuz tutumu tüm Kürtler’in düşmanlığına yol açar ki, sadece Türkiye’de on milyonlarca Kürd’ün yaşadığı gerçeği de unulmamalı.
Türkiye direk müdahale edemese de orayı istikrarsızlaştırmak ve iktidarsızlaştırmak için her çareye başvuracaktır. Zaten yapılan son temaslar bunun bir göstergesi olarak okunabilir. Ya Özgür Suriye Ordusunu Kürdler üzerine sürecektir ya Kürdler arasında çatışma çıkaracaktır ya olayı sadece PKK üzerinden değerlendirip ABD ve AB’ye mesaj vermeye çalışacak veyahut orada istihbarat oyunları oynamaya çalışacaktır. Ancak tüm bu çabaların geçici ve boş çabalar olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.
Aslında, Suriye meselesinde Türkiye sürecin başından beri yanlış bir tutum içinde. Esed’in, tıpkı diğer Arap diktatörleri gibi, erkenden devrilebileceğini düşünerek, dünyada hiçkimse ses çıkarmazken Türkiye, oldukça sert çıkışlar yaptı. Esed gerekli cevabı verince de karşılık vermek yerine susmayı tercih etti. Esed’e karşı desteklediği kişilerin çoğu ya halktan kopuk kişiler ya da seküler düşüncedeki kişilerden oluşuyor. Esed ile onyıllardır birlikte hareket eden ve onun katliamlarının ortaklarından olan Menaf Tlas gibilerinden umut beslenilmesi, bunun en güzel örneklerinden biri. Ve şimdi de Kürd meselesinde takınılan tavır…Baştan sona yanlışlar yumağı…
Hasılı, Türkiye bu yanlış hesaptan ne kadar erken vazgeçerse o kadar karlı çıkacaktır. Daha kendi ülkesinde Kürd sorununu çözememiş bir Türkiye, diğer parçalardaki Kürdler ile uğraşırsa; kendi sınırları içinde yaşayan Kürdleri de kaybetme tehlikesi ile karşılaşabilir. Bunun en iyi çözümü de diğer parçalardaki Kürdler ile olumlu ilişkiler geliştirmek ve Türkiye Kürdlerine de en azından anadil, kültürel ve dini haklar noktasında serbestiyet tanımaktan geçer. Aksi halde Suriye’den sonra sıranın kendisine geleceği muhakkak.
(Hürseda Haber)