İslam'ın Hakimiyetine Giden Yolda Müslüman Bireylerin Durumu
Geçen hafta, İslam’ın hâkimiyetinin tamamlanması için Mü’minlerin toplu olarak ne yapmaları gerektiğinden, bu hedefe ulaşılması için gereken toplumsal organizmanın temel niteliklerinden söz etmiştik. Sözün sonunda da asıl belirleyici olanın tek tek Mü’minlerin sahip olmaları gereken kimlik ve kişilik olduğunu vurgulamıştık.
Şimdi bunu açalım. İslam, kendi öyküsüne tek bir kişiyle başladı. Hz. Adem (as) ya da Efendimiz Hz. Muhammed (sas)… İnsanlar toplum içinde fakat tek tektir. Tek tek ölür, tek tek diriliriz. Toplumun düzelmesi, İslam’ın yaşanması ve hâkimiyeti için üzerimize düşeni yapmışsak, Rabbimiz karşısında sadece kendimizden sorumluyuz. Ahirette bize bizden başkasının hesabını sormazlar. Öyleyse bu yaşamdaki İslami pozisyonumuz ve amacımız her ne olursa olsun, temel daima biziz. Biz, kendimiz…
İslam’ın hâkimiyeti davasında da bu işin galibiyetini ya da (ALLAH korusun) mağlubiyetini belirleyecek olan, bu davaya sahip çıkan Müslüman bireylerin tek tek takvaları, İslam’ı anlama ve yaşama seviyeleri olacaktır. Ya da daha kestirmeden, merhum Erbakan’ın diliyle söyleyelim: “Rabbine kul olamayan, davasına er olamaz!”
Kur’an’ın deyimiyle, “biz içimizdekini değiştirmediğimiz sürece, ALLAH, dışımızdakini değiştirmeyecektir”.
Bu noktada stratejik unsur, kişinin ALLAH ile olan irtibatıdır. Yani takva sahibi olabilmesi… İç dünyasında, selim bir kalbe sahip olabilmek için canını dişine takmış, dış dünyasında yani hal, tavır ve davranışlarında ise İslam’ı yaşamaya büyük gayret sarfeden, farzları ve sünnetleri titizlikle yerine getirip, haram ve mekruhlardan da uzak duran bir Müslüman profili… İşte İslam’ın hâkimiyeti davasının ideal insan tipi.
Bu açıdan baktığımızda, iki tür yanlış örneğin ortaya çıktığını görürüz. Ve bunların yanlışlarının zararı, sadece kendileriyle sınırlı kalmaz. İslam düşmanlığının ya da cehaletin etkisiyle “yanlış Müslüman” örneğini zaten büyük bir gayretle arayan çevreler, böylelerini bulunca dört elle sarılır. Bunları herkese afişe edip, Müslüman’ı, dolayısıyla İslam’ı ve dolayısıyla İslam davasını mahkûm etmeye çalışır. Bu yolda önemli ölçüde başarılı oldukları da bir gerçektir.
Birinci yanlış tip, İslam’dan ve İslam’ı yaşamaktan sadece bireysel planda bir dindarlık ve takva anlayışı çıkaran, münzevi, görünüşte muttaki, dünyadan her anlamda kopuk olmayı bir eksiklik değil tam aksi ALLAH’a yakın olmanın gereği ve göstergesi zanneden zavallıdır. Bunlar tarihte çoktu, günümüzde de, eskilerin deyimiyle, gayet mebzul. Bu anlayış sayesinde, 11-13. yüzyıllarda hıristiyan Avrupa, bütün iç kavgalarını arkaya atarak, İslam karşısında tek bilek haline gelir, haçlı seferleriyle Müslüman topraklarının yaklaşık dörtte biri tarumar edilirken, ne yazık ki bu saldırılara karşı koyanlar, sadece doğrudan haçlı hücumlarına maruz kalan Müslümanlar oldu. Coğrafya olarak bu saldırıların dışında kalan koskoca bir Müslüman dünyası ise Endülüs’ten Horasan’a kadar, bütün olup bitenleri bir mezar taşı gibi donuk ve ruhsuz sadece seyretti. Kılını bile kıpırdatmadı. İnsanlar zalim fakat kader adildi. Daha sonra gün geldi, aynı kaderi onlar da paylaştılar. Yine haçlılar ya da Moğollar tarafından onların toprakları alt üst edildi ve bu sefer de diğer Müslümanlar onlara el uzatmadı. Aynı ölgün ruh hala canlı ve aramızda yaşıyor. “Kıl beşi kurtar başı” vecizesiyle özetlenen bu ruhsuz, kansız tavır en hafifiyle bir cehalet, belki bazen ALLAH düşmanlarıyla yapılmış bir gizli pazarlığın ürünü olan bir ihanet göstergesidir. Son zamanlarda, bazı tasavvuf karşıtlarının, Hasan eş-Şazeli’den İmam Şamil’e kadar binlerce destansı örneği görmezden gelerek, tasavvufla özdeşleştirmeye ve bu yoldan bütün tarikatları suçlama altında almaya çalıştıkları bu sözümona İslami anlayış, günümüzde Amerika ve İsrail’in en çok beğendiği İslam/Müslüman tipini oluşturmaktadır. “Ilımlı İslam” olarak kavramsallaştırılan bu durum, Batı ve Siyonizm tarafından can-ı gönülden kabul edilmekte, hatta onore edilip desteklenmektedir. Bedeli ise İslam’ın cihad ve onu çağrıştıran bütün kavram ve değerlerinden sıyrılması, Batılıları ve Siyonistleri rahatsız eden dünyaya ait bütün kurallarından vazgeçmesidir. Buna kısaca “ehlileştirerek eve alma” diyebiliriz. Bu tabirin hangi canlıyı çağrıştırdığını da okuyucunun zekâsına bırakırız.
İkinci “yanlış” tip ise sözümona bir kısım mücahitlerdir! Sabahlara kadar İslam devriminden, İslam’ın hâkimiyetinden ve özellikle bu işlerin sadece güncel/siyasi boyutlarından söz edip, heyecanla tartışan sonra da sabah namazını kaçıran şeytan maskarası, zavallılar. İslam’ı sadece basit bir ideoloji, bir siyasi doktrin düzeyine düşürmüş, onun takva, ibadet, ahlak boyutlarından adeta haberi bile olmayan bir kısım mücahit taslakları… Gerçi bu tip ilki kadar yaygın değildir. İslam’a zarar verme potansiyeli, ilki kadar büyük de değildir. Ama yanlış yanlıştır ve kötü örnek her durumda zararlıdır. Az ya da çok…
Dolayısıyla İslam davasının ihtiyaç duyduğu “doğru” Müslüman tipi, yukarıdaki iki “yanlış” örnek üzerinden bakıldığında ortaya çıkmaktadır. Dört halife döneminde ilk İslam fetihlerini gerçekleştiren sahabe/tabiin orduları hakkında Doğu Roma casusları tarafından yapılan o mükemmel tanımda dendiği gibi: “Bunlar, gece rahip, gündüz mücahid!”
Mağarada inziva hayatı yaşayan biri kadar iç derinliğine, takva, ibadet, zühd ve zikir/tefekkür zenginliğine sahip bir insan… Ve Ümmet-i Muhammed’i ayağa kaldırıp, bir zamanlar olduğu gibi yeniden dünyanın en aziz milleti haline getirmeyi, ALLAH’ın dinini, kelimenin bütün anlamlarıyla yeniden hâkim kılmayı varlığının, yaşamının biricik sebebi kabul eden bir insan… Yani peygamber gibi, yani sahabi gibi, yani Hz. Muhammed gibi bir insan…
İşte muhtaç olduğumuz Müslüman tipi.
İslam Devrimi’nden ve onun sayesinde Ümmet-i Muhammed’in aziz, İslam’ın hâkim kılınmasından önce ve bunların da alt yapısı, hazırlayıcısı, sebebi olmak üzere tek tek Müslümanların kendi şahıslarında, kalp ve vicdanlarında gerçekleştirmeleri gereken bir ön-devrime muhtacız.
Bir Ahlak Devrimine.
Sözümüzün sonu daima,
“Ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabatı (gelecek devrimleri) içerisinde en yüksek gür seda, İslam’ın sedası olacaktır.”
(Kanala Haber)