Davamızın Temeli Olarak İman ya da Her Müslüman Şeriatçıdır
“ALLAH’ın adını yüce, İslam’ı hâkim kılma davası”, “ALLAH’ın var, İslam’ın hak olduğu” gerçeğinden yola çıkar. Bu tespit bizim için her şeyin özü ve başlangıç noktasıdır.
Örneğin, “faiz niçin yasaklanmalıdır?” sorusunun doğru cevabı, “bir takım ekonomik, sosyal, ahlaki vb. zararlara yol açtığı için” değildir. Çünkü o zaman, kastedilen zararlar bir şekilde ortadan kaldırıldığında faiz yasağının da ortadan kalkması gerecektir. Sözü edilen zararlar sebep değil, hikmettir. Ve bu türlü bir düşünce biçimi, modern-determinist bir karaktere sahiptir; Müslümanca değildir. Müslümanların son iki yüzyıldır Batı karşısındaki mağlubiyetinin neden olduğu ezik bilinçaltının dışavurumudur.
Evet, doğru cevap, “çünkü ALLAH ve ALLAH’ın Rasulü yasak etmiştir de onun için” olmalıdır.
Yani, bir insanın yemek yerken sofrada nasıl oturması gerektiğinden, bir ülkenin ekonomik sisteminin hangi temel prensiplere dayanması gerektiğine kadar her şey, insanı ve toplumu ilgilendiren her şey, İslam tarafından düzenlenmelidir. İslam’ın boş bıraktığı, bir biçimde kendini yetkisiz saydığı hiçbir “şey” yoktur. Ve bütün Müslümanlar da kendi kişiliklerini ve hayatlarını, her konuda bu temel gerçeğe göre düzenlemelidir.
İşte tam da bu noktada birilerinin önümüze çıkıp bize “ama niçin?” diye sorduğunu farz ediyoruz. Çünkü bu noktada böyle bir soru sorulması son derece anlamlı ve gerekli olacaktır.
Cevap, “ALLAH ve ALLAH’ın Rasulü öyle emrettiği için”dir.
O zaman da muhatabımız, haklı olarak, ALLAH’ın var olup-olmadığından ve eğer var ise ikinci olarak da İslam’ın hak, yani gerçekten ALLAH’ın dini olup-olmadığından ya da bir diğer deyimle Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ALLAH’ın elçisi olup olmadığından emin olmak isteyecektir.
Ve kabul edelim ki, bunlar son derece haklı istekler olacaktır. Çünkü sonuçta ALLAH’ın kesinlikle var olduğundan, İslam’ın da O’nun dini olduğundan emin olduğumuzda, aslında geriye tartışılacak ya da ayrılığa düşülecek ya da itiraz edilecek hiçbir şey kalmamaktadır. Ve bu gerçekleri kabul eden insanlar belki de alışageldikleri yaşama biçimlerinde ve kişiliklerinde bir devrim yapma mecburiyetiyle karşı karşıya kalacaklardır.
Biraz daha açalım, ALLAH’ın kesinlikle var olduğunu, İslam’ın “hak”, yani Kur’an ile Hz. Muhammed’in de ALLAH’ın Kitabı ve Peygamberi olduğunu tartışmasız olarak kabul ediyorsak… şimdi yukarıdaki örneğe geri dönelim, “faizin yasaklanması gerektiği” argümanına, nasıl ve neyle itiraz edeceksiniz?
“Kusura bakma ya Rabbi! Ben Senin varlığını, ilminin ve hikmetinin sonsuz olduğunu, İslam’ın da Senin “hak” yani gerçek dinin olduğunu kabul ediyorum ama biz ülke ekonomisini Sen’den iyi biliriz ve kendi kafamıza göre düzenleriz, Seni de kendi mülkünden sürgün ederiz mi?” diyeceksiniz! Yani Anadolu ve Trakya coğrafyasından oluşan, yaklaşık 780 bin kilometre karelik bu topraklar bizim ülkemiz olmaktan çok daha önce esas olarak ALLAH’ın mülkü değil midir? Cevap eğer “evet” ise bu topraklarda kimin sözü geçecektir, üzerinde yaşayan insanların mı, onları yaratmış olan ALLAH’ın mı?
İşte bu yüzden Davamız’ın temeli imandır… Üzerinde inceden inceye düşünülmüş, bilinçli ve ayrıntılı bir iman.
Şimdi bütün bunlardan sonra, “faiz örneği”nden yola çıkın ve sosyal, siyasi, ekonomik, hukuki, kültürel… hayatın bütününü düşünün, aynı kurala ve düşünce sürecine tabi olacaksınız… Eğer Müslümansanız!
İşte bunun için “ALLAH’ın adını yüce, İslam’ı hâkim kılma davası” iman temelli bir davadır… “ALLAH’ın var, İslam’ın hak olduğuna” iman temelli bir dava…
İşte bunun için kendisine Müslüman diyen herkes, kelimenin bütün anlamlarıyla “Şeriatçı ve İslamcı” olmak mecburiyetindedir. Ve bu, imani bir mecburiyettir. Son iki yüz senedir Batı karşısındaki geçici mağlubiyet nedeniyle kafası karışmış ve aşağılık kompleksine düşmüş bazılarının zannettiği, ya da o Batılıların bize kabul ettirmeye çalıştıkları gibi, “radikal ve terör eğilimli bir İslamcı ya da normal bir dindar olmak” tarzında, ama hepsi de İslam’ın içinde yer alan tercihlerden birini seçmek gibi bir şey değildir.
Anlamayan kalmasın diye değişik bir anlatımla bir kez daha tekrar edelim. Siyaset en başta olmak üzere toplumsal/dünyevi hayatın bütün alanlarında tartışmasız olarak İslami düzenden yana değilseniz, bir Mü’min ve Müslüman değilsiniz demektir.
2014’ün başlarında Paralel medyanın köşe yazarlarından birinin dediği gibi “ALLAH, laiklikten razıdır” diyorsanız, iki ihtimal söz konusudur: Ya aklınızı yitirmişsinizdir ya da imanınızı.
Her şeye rağmen aksini savunanlara sorarız: “Müslüman olup gene de İslam’ı hayatın dışında tutmak gerektiği” düşüncenizi dayandırabileceğiniz mantıklı ve tutarlı bir argümanınız var mı?
Eğer siz, bu makalede dile getirilen “İslamcı ve Şeriatçı” argümana delil ve dayanak isterseniz, rahatlıkla gösteririz. Hem de doğrudan ALLAH’ın Kitabı’ndan:
“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına iman edip, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası dünya hayatında rezil olmaktır. Kıyamet Günü’nde de böyleleri azabın en şiddetlisine itilirler. ALLAH yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (2/Bakara: 85)
“Kim ALLAH’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (5/Maide: 44)
“Kim ALLAH’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (5/Maide: 45)
“Kim ALLAH’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (5/Maide: 47)
Ne mutlu İslamcıyım diyene!
(Kanal A Haber)