Nehri Geçenler ve Geç(e)meyenler
Ne Yapmalı-?” başlıklı makale dizimize başlarken, Kur’an’dan bir pasajı konuya bakışımızın temeli kabul etmiştik. Bu, Bakara Suresi’nin 246-252. ayetlerinden oluşan, yedi ayetlik bir pasajdı. İlk hafta özet olarak söz konusu ayetlere temas ettik ve sonra olabildiğince kısa tutmaya çalıştığımız bir ufuk turu yaptık. Artık, “NeYapmalı-?”nın sonuna yaklaşıyoruz. Ve bitirmeden önce, ilk hafta özet olarak üzerinde durduğumuz Kur’an pasajını, o hafta söz verdiğimiz üzere, daha ayrıntılı ele almanın vakti geldi. Sözü fazla uzatmamak için de ilgili pasajdaki ayetlerin hepsini değil, sadece bugüne ve geleceğe bakanları alıyor ve konuya 249. ayetten devam ediyoruz:
“Talut, askerleriyle cihad için ayrılınca dedi ki: ‘ALLAH, sizi bir nehirle imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan tatmaz ya da sadece eliyle bir avuç içerse bendendir.’ İçlerinden çok azı hariç hepsi nehirden içtiler. Nihayet o ve beraberindeki Mü’minler nehri geçince, beri yanda kalanlar: ‘Bugün Calut ve ordusuna karşı gücümüz yok!’ dediler. ALLAH’a kavuşacaklarını kesin bilenler ise: ‘Nice küçük topluluklar vardır ki, ALLAH’ın izniyle büyük ordulara galip gelmiştir. ALLAH, sabredenlerle beraberdir.’ dediler.” (2/Bakara:249)
Talut, cihad ordusunun komutanı, peygamber olmayan bir hidayet önderidir. Ordu, ALLAH yolunda cihad edip, Kelimetullah’ı ali, İslam’ı hakim, şeriatı amir kılmak, kâfirleri mağlup, Müslümanları galip getirmek için gönüllü olarak biraraya gelmiş mücahidlerden oluşmaktadır. Bunlar, günümüzün daha yaygın kullanılan deyimiyle “şuurlu ve ehl-i hizmet Müslümanlardır.” Ve komutan Talut, işte bu askerleri uyarmak ihtiyacı duyuyor. “ALLAH, sizi bir nehirle imtihan edecektir.” “Nehir”, İmam Kurtubi’nin de belirttiği üzere bütün nimetleriyle, bu dünyadır. Talut, daha yolun başında dünya nimetlerini simgeleyen bir nehirle imtihan edileceklerini nereden biliyor? Çünkü bu, bir sünnetullah’tır. ALLAH’ın hiç değişmeyen manevi kanunlarından biridir. Şimdi bir parantez açıp iki farklı örneği görelim. Birinci örnek, yine İsrailloğulları’ndan cumartesi halkının durumu, ikinci örnek ise Hudeybiye anlaşması sırasında sahabenin yaşadığı olaydır. Önce birincisi:
“Bir de onlara, o deniz kıyısında bulunan şehir halkının başlarına gelenleri sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık edip, haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak onlara akın akın gelirdi. Cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte yoldan çıkmaları nedeniyle onları böyle sınıyorduk.” (7/A’raf:163)
Aynı kanun… Mü’minler, ALLAH’ın emirlerine ne kadar ve nereye kadar bağlı oldukları ortaya çıkıp, başta kendileri, herkes tarafından bilinsin diye yasak olan dünya nimetleriyle sınanıyorlar.
Ve ikinci örnek:
“Ey iman edenler! ALLAH, sizi, elinizin ve oklarınızın ulaşacağı bir kısım avlar ile sınar ki, kimin, O’nu görmediği halde Kendisinden sakındığını ortaya çıkarsın. Kim bundan sonra sınırı aşarsa, onun için can yakan bir azap vardır.” (5/Maide:94)
Bu ayet de Hudeybiye seferi sırasında, Efendimize (O’na Binler Selam) refakat etmekte olan yaklaşık bin dört yüz sahabi ihrama girdikten sonra yaşanan bir olaya göndermede bulunuyor. İhram yasaklarından biri olarak avlanmak, hayvan öldürmek yasak… Ve bu durum devam ettiği sürece, adeta Arap çölünün bütün av hayvanları sahabilerin etraflarını kuşatıp, ayaklarına sürünüyor. Siz şimdi içlerindeki “avcı”ların (ki büyük kısmı öyledir) halini hayalinizde canlandırmaya çalışın. Kim bilir ne büyük bir sınav ve ne büyük bir ızdırap… İşte aynı sünnetullah, bir kez daha…
Ve Talut bu sünnetullah’ı hatırlatıyor. Şimdi biz, bu manevi kanunu çözümleyip, kodifike etmeye çalışalım:
“Her hizmet/cihad topluluğu, yollarının belli bir noktasında dünya ile ve haram dünya nimetleri ile sınanır, elenir.” Bu ALLAH’ın değişmez bir kanunudur.
Yolculuğun hangi noktasında derseniz, önce bir mahrumiyet, maddi yokluk ve sıkıntı çekilecektir. Tarihsel örneklere baktığımızda, bu yokluk ve sıkıntı dönemlerinin genellikle onlarca senelik sürelere uzadığı görülür. Yani “ordu” önce iyice susatılır. Susatılır ki, nehirle sınav etmenin bir anlamı, ciddiyeti olsun. Ve ikinci olarak bu sınav, o yolculuğun sonu ve o “ordu”nun sebeb-i vücudu olan olaydan, yani Calut’un komutasındaki ALLAH düşmanı küfür ordusuyla yapacakları ölüm-kalım savaşından da önce olacaktır. Uzun bir yokluk/yoksunluk döneminden sonra ve son hesaplaşmadan da hemen önce… Bu ikisinin arasında ağır bir sınav… “Susamışlar”ın nehirle imtihanı…
Sözü daha fazla uzatmayalım. Türkiyeli mücahidler on seneden beridir nehir kıyısında. Ve birçok iyi niyetli ama kısa görüşlü saf Mü’min, bunu İslam’ın zaferi, yolun sonu zannedip, seviniyor. Hayır! Bu aşama, cihad yolunun en tehlikeli sınavı.
“Tatmaz ya da eliyle bir avuç içerse bendendir.” Mücahid de olsa insan olmaya devam eden bu kişilerin, aynı takva ve dayanıklılık derecesine sahip olamayacakları belli. O nedenle “hiç kimse kesinlikle bir yudum bile tatmayacak” denmiyor. Takvası daha az olanlar için “bir avuc”a izin var. Tabii belirtmeye de gerek yok ki, o bir avucun helal olması şartıyla. Yani haram kesinlikle yasak, helal ise ancak bir avuç olabilir. Ama doyumluk değil… Nefsi kandıracak kadar sadece. Çünkü ilerde göreceğimiz üzere kana kana içip doyanlar, o denli ağırlaşacaklar ki, yürüyüp yola devam etmeye mecalleri kalmayacak. Onlar, nehir kıyısında serin bir söğüt gölgesini cana minnet sayacak ve bununla da yetinmeyip, diğerlerini de ayartmaya çalışacaklar. Fakat bu kısmın ayrıntıları önümüzdeki haftaların konuları…
Biz şimdilik sözü toparlayalım ve bu arada bir hayretimizi de paylaşmadan geçmeyelim. Türkiye’de nehir kıyısına varmış olanlardan, Batılıların “siyasal İslamcı” diye tanımladıkları, dünya imkânlarına yani nehre çok daha fazla sahip oldukları halde, Batılıların “kültürel İslamcı” diye tanımladıklarına göre çok daha dayanıklı çıktılar, daha az “içtiler”. Ötekiler ise, o hale geldiler ki, Batılı tanımın “kültürel” kısmını ne ölçüde hak ettiklerine bir şey diyemem ama “İslamcı”lıkla uzaktan yakından bir ilgileri kalmadı. Hep o nehir yüzünden…
Şimdilik son sözümüz, Rabbimizin bir sözü:
“Kim ALLAH’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri dost edinirse, şüphesiz ki ALLAH’ın taraftarları galip geleceklerdir.” (5/Maide:56)
(Kanal A Haber)