İstikrar Sahipleri Yusufilerdir
Yeryüzü coğrafyasının her alanında, yaşama hakkı tanıyanlar, yasa ve hakları kendi ellerinde olduğunu idda edenler, sürekli olarak bir yanılgı içerisinde olmaya mahkûm kalmışlardır. İnanç esaslarının özgürlük haklarına riayet edemeyenler, zindanları oluşturan duvarları durmadan inşa etmişlerdir. Ancak şu bir gerçektir ki; İnsanların ruhları özgür olduğu müddetçe, bedenlerine takılan her bir demir parçası ancak zindanları inşa edenlere eziyet verir.
Laik Türkiye cumhuriyetinde de durum bundan farksızdır. Geçmiş tarihin sayfalarını araladığınız zaman, Kemalist rejimin hile ve desiseleri, Müslüman halk üzerinde uygulanıp, en dar hücrelerde yaşamaları için, belki kendi tabirlerince, “Islah çalışmaları” yaparak, dava ve inançlarından yıldırmaya yönelik olmuştur. Tamamen başarısız olduklarını söylenemese de, büyük bir ölçüde hesaplarında yanılgıya düşmüşlerdir. Çünkü insan fıtratı, yasakçı zihniyetlere karşı sürekli bir mücadele ruhuna sahip bir şekilde yaratılmıştır.
Şimdi düşünün, yıllar boyu laik düzenin getirdiği zor şartlar da bile davalarından vazgeçmeyen, bilakis sistemin vermiş olduğu cezayı kendileri için bir mükafat olarak gören, Yusuf yürekli, sabır kahramanları hangi güç, hangi esaret prangasının egemenliği altında davasından vazgeçer ki. Bunlar tamamen maleyani düşüncelerdir. Bilinmelidir ki ;” Dava sahipleri, davaya girerlerken, en zor şartları en aşılmaz güçlükleri, başlarına gelecek en çetin musibeti bile göze almışlardır. Ki; en çetin musibet ölümdür, ölüm ise, dava inancına sahip, Allah’a iman eden bir nesil için ebedi saadet’tir. Ebedi saadeti temenni eden bir insan da ser’ini vermekten kaçınmaz…”
“Yıllardır, zindanın en kuytu köşelerinde, hastalıklı olarak, hayat şartlarının zorlaştırıldığı hücrelerde nefes almaya bile tahammül edilemezken, hayata dört elle sarılan, sabır yürekli Yusufilerin yaşantılarına ve zindan sürecinde çektikleri sıkıntıyı göz önüne alırlarsa, yıldırma çalışmalarının ve yapılan baskıların ne kadar boş olduğunu anlamakta güçlük çekmezler. Ancak dedik ya, küfrün yıldırma çalışmaları, dünyanın her yerinde, baskıcı bir zihniyetle gerçekleşeceği sanılmıştır.”
“Hiç unutulmaması gereken bir şey vardır ki; Şehadeti isteyen bir milletin, esaret adı altında tıkandıkları dört duvar araları, onların şehadet arzusunu bastırmaz, aksine, şehadete bir adım daha yakınlaştırır ve şehadete olan özlemi daha bir arttırmaya vesile olur.” Bu durumda aptal sisteme sormak gerek, cezalar caydırıcı mı, yoksa ateşe körükle mi gitmektir?
Cezaevinin zor şartlarında şehid olan Cahit Durmaz kardeşimizi hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Yıllar boyunca adli tıpın öne sürdüğü mazeretlerle serbest kalınmasına müsaade edilmedi. Sonunda, hayatın zor şartlarına dayanamayıp, Rabbi’nin katına çıktı. Ölümlü olan bedeni, ölümsüz bir ruha intikal etti. Şimdi bu sistemin inşacısı ve dar düşünceli müdavimlerine sormak lazım, “ Sizin kendi çapınızda inşa ettiğiniz, “Islahiyet” hayalleri ile ördüğünüz zindan duvarları, kimin kaybetmesine neden oldu? Hayatı boyunca en büyük hedefi şehadet olan ve şehadeti esarette misli ile kazanan Cahit Durmaz mı, yoksa siz mi? Tabi ki sizin hesaplarınıza göre kaybeden o oldu, çünkü “Düşünce ve fikri dünyalık olan bir milletten ahiret yurdunu düşünmesi beklenemez.” Ancak biz kardeşimizin kaybettiğini değil kazandığının düşüncesindeyiz (inşallah)
Biz yeryüzünü kendi kanun ve nizamlarıyla yürütme içgüdüsünde olan bir sistemin kendi kendilerine, adlarını “ceza” olarak adlandırdıkları mâhkumiyetleri Yusuf (a.s)’un misafirliği olarak değerlendiriyoruz. Eğer istikrar ve yaşanır bir hayat isteniyorsa, Yusuf’un medreselerinde yetişmiş, yüreğini iman ile yoğurmuş zindan bahadırlarını, bir an önce saraylara olmaları gerek. Zira bilinen bir gerçektir ki ; “ Peygamber Yusuf (a.s) zindana mahkûm edildikten bir süre sonra, Mısır halkının kıtlık durumu ile karşılaşması durumu söz konusu olmuştu. Bunun önüne geçmek içinde ancak Yusuf Peygamber gerekliydi, ancak o şekilde karşılaşacakları tehlike en az zararla, en az kayıpla önlenebilirdi. Onlar (Firavunlar) ilahlık iddiasında bulundukları halde, gerçek hayat sahiplerinin iman etmiş kişiler olduğunu anladılar. Şimdi anlama sırası, Zamanın firavunlarında. “ Eğer yeryüzünün yaşanır bir hal almasını istiyorsanız, Müslümanların ellerine vurduğunuz kelepçeleri kendi ellerinizle kırmanız gerek. Yoksa istikrar ve adaletin sağlanması ne tahta parçası bir sandıkla, nede inşa edilen duvarlarla hâkim olamaz…”
Yusufi bahadırlara selam ve inşirah dileği ile…
(M. Yusuf Şehitoğlu)